₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

8 Mart’ta kadınlar ve hukuk: “Geciken adalet, adalet değildir”

Kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne sorunlar ve hukuksuzluklar içerisinde giriyor.

Birçok sorunla boğuşan kadınlar, 8 Mart’ı bir çıkış günü olarak mı görüyor? Peki, hukuki mücadele söz konusu olduğunda, kadınlar haklarını ne kadar biliyor?

Fikir Gazetesi olarak, “ülkedeki kadın sorunu hukuksal açıdan hangi boyutta, kadınlar hukuki olarak kendilerini nasıl savunacak, kadınlar en çok hangi sorunlarla derneklere başvuruyor?” sorularına yanıt aradık.

Yasaların ivedilikle düzenlemesi gerekliliği ve ‘aile yılı’ gibi argümanlarla kadınların hala ev içine hapsetmeye çalışıldığı günümüzde, İstanbul Sözleşmesi ve kadınların adli mecralarda maruz kaldıklarına dair Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Akdeniz Bölge Temsilcisi Avukat Sinem Keskin ile konuştuk.

Özellikle son dönemde yapılması düzenlenen düşünülen bazı yasa değişikliklerinin olduğunu vurgulayan Sinem Keskin, “Onlar çok gündeme gelmeye başladı. Bunlardan bir tanesi LGBTİ+ bireyleri ile ilgili. Kadın haklarının yan sıra  insan hakları ihlaline karşı gelen çalışmalar yapmaya çalışıyoruz ki olabildiğince bunu öteleyebilelim. 18 yaşında evleneceğini kabul etmesine rağmen yasa, cinsiyet değişikliğini 21 yaşına çekmeye çalışıyorlar. Muhtemelen sadece başlangıç  gerisi gelir. Bundan yavaş yavaş geriye gidersek hukuksal anlamda çok iyi şeyler yapılıyormuş gibi gösterip yılbaşında bu yıl aile yılı ilan edildi. Onun yansımalarını görüyoruz maalesef. Sanki kadın az sömürülüyor, aile içerisinde az eziliyor gibi. Hepten yok sayılıp tamamen  aileyi, daha çok çocuk daha çok üreme kadını daha çok eve bağlama üzerine kurulu bir sistem yapmaya çalışıyorlar” sözlerine yer verdi.

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla kadınları geri plana iten ve sömüren sistemin önünün açıldığını belirten Keskin, devlete, hükümetlere, şirketlere, derneklere, bireysel çalışan insanlara ve işverenlere yüklenen sorumluklardan kurtulmak istedikleri için İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdıklarını vurguladı.

Yasanın bir an önce gelmesi gerektiğini söyleyen Keskin, “Hukuk kısmında  sistemimiz çok yavaş işlemeye başladı. Daha öncesinde de bundan şikayet ediyorduk. Ama hiçbir dönemde bu kadar yavaş değildi. Dolayısıyla geciken adalet adalet olmuyor. Birçok haberlerde gördüğünüz gibi olayların kesinleşmesi, kararın çıkması 6-7 seneyi buluyor. İnfaz nedeniyle ceza çekilen süre çok az. Bu da insanları artık tatmin etmiyor” dedi.

Uzayan süreçler ve caydırıcı olmayan cezaların, kadınların başvuru yapmaktan kaçınmalarına neden olduğunu anlatan Keskin, şu açıklamalara yer verdi:

“Hukuk açısından böyle bir sıkıntılı dönemdeyiz. Verilen kararlar da hiç tatmin edici değil. Çok yüzeysel, çok genel varsayımlara dayalı. Duruşma salonları da iç açıcı durumda değil. Tabiri caizse mağdurlar, şüpheli konumuna sokmaya çalışan yönlendirici sorularla karşılasıyor. Bir kadının ilk başvuru yaptığı yerlerde karşılaştığı muamele çok önemli. Oradan geri dönmesine sebebiyet vermemek için biz bunların üzerine gidiyoruz. 

“Kadınların derneğe en çok hangi şikayetlerle başvurduğu” sorusunu Keskin, şu şekilde yanıtlıyor: 

“2024 yılına dair bir istatistik çıkardık. 3 binden fazla çağrı almışız. Bunların 900’den fazlasını bir vaka olarak inceleme gereği duymusuz ve bunların yarısından fazlası ev içi şiddetten kaynaklı maalesef. Başvurlar  olduğu sırada en hızlı bir şekilde sonuç almaya çalışıyoruz. O yüzden aslında birçok ilde ilçede hatta bazı yurt dışı temsilciliklerde bağlantılarımız var. En önemli eksiğimiz bu dönemde koordinasyon. Tayinle, atamayla çok fazla sık sık değişiyor ve yapılan eğitimler biraz da toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi ve 6284 ile ilgili eğitimler maalesef etkisini yitiriyor. Biz onlara sürekli güncellenmesi için biraz baskı unsuru olmaya çalışıyoruz. Erkek şiddeti çok bahanesi olan bir şey maalesef. O gün bir maçın kaybedilmesi, yemeğin beğenilmemesi kadının giyiminden hoşlanılmaması gibi. Aslında tamamen kendisiyle ilgili, karakteriyle ilgili ya da işte çocukluğundan gelen travmalar ile ilgili yaşadıkları. Biraz da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin verdiği görev dağılımındaki adaletsizlik. Bütün bunları bir araya getirince erkek kendinde bunları hak görmeye başlıyor. Bu yüzden de ev içinde şiddetli kaçınılmaz oluyor ve dediğim gibi hani bunun önüne geçmek için de kesinlikle samimi ve güvenilir çözümler aranmıyor, bulunmuyor.” 

Engelli bakımı aylığı gibi aile yılı sistemi ile kadınların eve kapatılmasını teşvik edildiğini belirten Keskin, deprem, pandemi gibi felaketlerde ya da ekonomik krizler dönemlerinde çalışan kadınların eve gönderildiğini, ekonomik özgürlüklerinin ve güvencelerinin ise ellerinden alındığını belirtti.

Kadınların ev içi emeğinin görmezden geldiğini vurgulayan Keskin, çalışan kadınların yaşadıkları zorluklara dair şunları söyledi:

“Deprem bölgelerinde  halen iş gücü konusunda çok büyük sıkıntılar yaşanıyor. Kadınlara ücret verme konusunda çok büyük sıkıntılar var. Kayıt dışı çalışma çok fazla.   Normalde biz eşit işe eşit ücret alamıyoruz , daha yüksek pozisyondaki yerlerde de aynı şeyle karşılaşıyoruz. Ne yazık ki bir adım ileri gidemiyoruz. Maalesef  dünya genelinde  gittikçe  tek adamcılık,  tek bir lider üzerine kurulu sistem yaşanıyor. Şu anda bir kere kadınlar halen yaşadıkları şeyi anlamlandıramıyor. Önce onların ne yaşadıklarını anlamlandırması lazım. Onlara  bunu anlatabilmek lazım. bunun yaşla, eğitim seviyesi alakası yok. Tamamen  öğrenilmiş. Ailede görülen yılların getirdiği bazı birikimler. Birçok şeyi şiddet olarak bile algılayamayız ve bu uyanış maalesef hiçbir zaman gerçekleşmiyor bazen de çok geç gerçekleşiyor”.

“Yeterince bilinçli değiliz”

“Öncelikle ne yaşadıklarını bilmemiz ve onlara da bunu anlatabilmemiz lazım. Ne yapabilecekleri konusunda da yeterince bilinçli değiller. Bilseler de kendilerinin ya da ailesinin başına bir şey gelmesinden endişe ettikleri için geri duruyorlar.  Çünkü şüphelinin ya da sanığın çok komik cezalar aldığını çok kısa sürede serbest kaldığını ve bunun daha sonra kendisine ve ailesine tehdit olarak geleceğini örneklerde görüyorlar. Hani burada şikayetçi oldu gitti ama başına bu geldi aynısı benim başıma gelir mi endişesi taşıyorlar. Bizim öncelikle kadınları bu endişelerinden kurtarabilmemiz ve onların adliye geldiklerinde ya da şikayetçi olduklarında  onları tatmin edici cezalar verebilmemiz lazım. Adalet olmazsa bütün sistem çöker. Öncelikle o adalete güveni de geri getirmemiz lazım. Çok ciddi sistem değişikliği yapmamız lazım. Hakimlerin avukatların Adliye’de çalışan emniyette çalışan personelin baştan sona kağıt üstünde değil gerçekten eğitilmesi lazım. “

8 Mart’ı afişler üzerinden okumak…

8 Mart: “Kadının adı hâlâ yok”

Yaşasın 8 Mart !