Yıl 1857… New York’ta bir grup kadın işçi, “Eşit işe, eşit ücret” diyerek greve çıktı. Fabrikada çıkan yangında 129 kadın işçi hayatını kaybetti.
O günden bu yana, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü sadece bir anma günü değil, kadın hakları mücadelesinin sembolü haline geldi. Peki, 2025 Türkiye’sinde durum ne? Kadınlar hâlâ aynı talepler için mücadele etmek zorunda mı?
Ne yazık ki, evet!
Son yıllarda Türkiye’de kadın hakları konusunda büyük tartışmalar yaşanıyor. Kazanılmış haklar birer birer törpülenirken, kadınlar hukuki güvencelerinin zayıflatıldığı bir döneme tanıklık ediyor. En çarpıcı örneklerden biri İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı oldu. Oysa bu sözleşme, kadına yönelik şiddeti önlemek için bağlayıcı hükümler içeriyordu. Çekilme kararının ardından kadın cinayetleri azalmadı, aksine artış gösterdi. Hukukun kadınları koruması gerekirken, kadınlar artık hukuktan yeterince koruma göremediklerini hissediyor.
Şiddet, Cinayetler ve Cezasızlık
Hemen her gün bir kadın cinayeti haberiyle güne başlıyoruz. Fail erkekler, indirimli cezalarla adeta ödüllendiriliyor. Kravat takana “iyi hal”, öfkelenene “haksız tahrik” indirimi… Kadınların yasal haklarını kullanabilmesi için bir yandan yasal engellerle, diğer yandan toplumsal baskılarla mücadele etmesi gerekiyor.
Kadın cinayetleri konusunda mevcut yasalar dahi uygulansa kadınlar bakımından koruma mekanizmaları bir nebze olsun iletilmiş olurdu. Ancak yasaların var olan halleriyle dahi uygulanmadığı bir yerde bunun hiçbir anlamı yok. 6284 sayılı Kanun kadını koruma amacı taşıyor ancak ne mahkemelerde etkin bir şekilde uygulanıyor, ne kollukta. Bir kere İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkış, kadınların hukuki güvencesini büyük oranda zayıflattı. Oysa hukukun ve devletin görevi kadınları korumak ve şiddeti önlemektir.
Bir başka tehlike de nafaka hakkına yönelik saldırılar. “Süresiz nafaka” söylemi üzerinden kadınların ekonomik güvencesi hedef alınıyor. Oysa boşanmış bir kadının ekonomik olarak ayakta kalması zaten zor. Türkiye’de kadın istihdam oranı yalnızca %30 civarında. Yani dört kadından sadece biri çalışıyor. Eşit ücret, eşit fırsatlar sağlanmadan nafaka hakkının kısıtlanması kadınları daha da savunmasız hale getirir.
Kadınlar Siyasette ve Ekonomide Nerede?
Türkiye’de kadınların siyasi temsili de hâlâ çok düşük. 1934’te seçme ve seçilme hakkını kazanan kadınlar, günümüzde hâlâ eşit temsiliyet hakkından mahrum. Kadın milletvekili oranı %20’lerde kalıyor. Belediye başkanları arasında kadın oranı ise daha da düşük. Peki, eşit temsil sağlanmadan, kadınların sesinin duyulması nasıl mümkün olacak?
Ekonomi cephesinde de durum iç açıcı değil. Kadın istihdamı hâlâ düşük, iş yerlerinde cam tavan sendromu devam ediyor. Kadın girişimciler desteklenmiyor, iş dünyasında üst düzey kadın yönetici oranı oldukça düşük.
Çözüm Ne?
O halde ne yapmalı? Öncelikle hukuki mekanizmaları işler hale getirmek gerekiyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmeli. Bu, kadınların en temel güvencesidir.
6284 sayılı Kanun etkin uygulanmalı. Koruma kararları hızlı ve etkili biçimde alınmalı.
Kadın istihdamı artırılmalı. Kadınların ekonomik bağımsızlığı güçlendirilmeli.
Siyasi temsil güçlendirilmeli. Kadınların karar mekanizmalarındaki yeri artırılmalı.
Eğitim politikaları gözden geçirilmeli. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi zorunlu hale getirilmeli.
Son Söz: Haklarımızdan Hayatlarımızdan Mücadelemizden Vazgeçmiyoruz!
8 Mart, sadece kutlama günü değil, bir mücadele günüdür. Kadınlar haklarını kimsenin lütfu olarak almadı, mücadeleyle kazandı. Bugün de mücadele sürüyor. Kadınların eşit haklara sahip olmadığı bir toplumun ilerlemesi mümkün değil.
O yüzden buradan bir kez daha seslenelim: Eşitlik istiyoruz, adalet istiyoruz, haklarımızdan, hayatlarımızdan, mücadelemizden vazgeçmiyoruz!