31 Mart’ta gerçekleşecek yerel seçimlerin ardından Türkiye, resmen 4 senelik bir “seçimsizlik” sürecine girecek. O da arada herhangi bir referandum ya da erken seçimin gerçekleşmemesi koşuluyla tabii. Hoş, herhangi bir referandum ya da erken seçimin gerçekleşmediği koşulda dahi İstanbulluların bir seçim daha deneyimleyebilme ihtimali de olası, zira hepimiz 2019’daki yerel seçimlerde AKP’nin 25 yıllık yerel yönetim iktidarının ardından İBB’yi Ekrem İmamoğlu’na kaybetmesiyle beraber hiçbir hukuki dayanağı olmaksızın mazbatayı teslim etmeyerek yalnızca İBB seçimlerini (ilçe belediyeleri ve muhtarlık dahil edilmeden) tekrarlattığını hatırlıyoruz.
Mühürsüz oyların dahi YSK kararlarıyla lehlerine sayıldığı güzide ülkemizde İstanbul özelinde böyle bir skandal 31 Mart seçimlerinin ardından bir kez daha tekrarlanır mı henüz bilinmese de İstanbul, yalnızca seçim kampanyası sırasında dahi skandallar kenti haline gelmiş vaziyette. Bu tablonun baş mimarı da şüphesiz verdiği birbirinden absürt demeçlerle renkli kişiliğini ortaya koyan Murat Kurum.
Bu seneki yerel seçimlerin kampanya süreci, 2023 genel seçimlerinde yaşanan hayal kırıklığının ardından fazlasıyla sönük geçti denilebilir. Muhalif seçmenin 6 ay önce alınan büyük yenilginin ardından bu seçimleri pek de önemsemediği ve havadaki hevessizlik sezilmekten öte tespit edilebilir durumda. Öte yandan, geniş anlamda siyasi partiler, dar ölçekte ise iktidar ve ana muhalefet özelinde konuşmak gerekirse dışarıdan gözüken, sanki tüm Türkiye’de gerçekleşen bir yerel seçim değil de tek başına bir İstanbul seçimiymiş gibi bir tablo. İktidarın en büyük hedefi 25 yılın ardından “5 seneliğine emanet ettiği” İstanbul’u geri almak, ana muhalefet ise tüm söylemini “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” şiarı üzerinde üzerinde kuruyor. Gerek İmamoğlu’nun son 5 senede sergilediği dinamik belediye başkanı performansı gerekse ana muhalefetin en öne çıkan ismi oluşu CHP cephesini moralli kılıyor gibi gözüküyor. İmamoğlu’nun kendine ve “16 milyon”a güveni tam. Ancak zannediyorum bu güveni tazeleyen bir kişi daha var ki o da, yine, Murat Kurum’dan başkası değil.
İmamoğlu’nun deyimiyle bu “acemi aday” seçim kampanyası sürecini o denli yüzüne bulaştırdı ki AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan memleketin 17 ayrı bakanına kadar herkes kendisinin yardımına koşuyor. Stratejik bir hamle olarak Kurum’un artık daha fazla konuşmaması ve ön planda olmamasının değerlendirildiği ise kulislerde konuşuluyor. Yani ne denir, insan hak vermiyor da değil. Zira insan Murat Bey’i izlerken yazı yazmakta dahi zorlanan Binali Yıldırım’ı mumla arıyor.
Murat Bey’in demeç yelpazesi ise çok geniş. 8 kilometrelik metro yolunu 8 adımla miting sahnesinde ölçmeye kalkışından adaylığını temellendirebilmek adına “Ben boğa burcuyum, bende liderlik şeyi var” demesine kadar, sanırım bu seçim sürecinin en şenlikli tarafı kendisiydi. Hele ki “Ekrem İmamoğlu dön de aynaya bak ama aynaları yok. Ayranı yok içmeye…” söyleminden sonra insanın neredeyse Binali Bey’den özür bile dileyesi geliyor.
Murat Bey’in kendisi ne denli gülünçse; oldukça büyük bir depremin gerçekleşmesi öngörülen, çarpık kentleşmenin başkenti İstanbul’a 6 Şubat depremlerinin yarattığı yıkımın baş mimarlarından biri olan dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olan kendisinin aday gösterilmesi gülünç bile değil. Haliyle döneminde yurtta gerçekleştirilen çoğu doğa katliamının altında da imzası var.
İster “İstanbul’a alan Türkiye’yi alır” diyelim ister Türkiye’nin metropolü ve en büyük belediyesinin sosyoekonomik anlamda kritik rolünden ve beraberinde açacağı rant kapılarının büyüklüğünden bahsedelim, Murat Bey gaflardan gaf beğenince Erdoğan ve havarileri de can havliyle yardımına koştu tabii. Öyle bir telaş söz konusu ki başkent Ankara açısından neredeyse “dinazor adam” İbrahim Melih Gökçek kadar büyük bir skandal olan Turgut Altınok’a can simidi dahi atan yok. Altınok başkentte çırpınadursun, yurt genelinde seçim güvenliğini sağlamakla yükümlü İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, İstanbul’da Kurum’a oy istiyor. Kalan 16 bakan da aynı şekilde Erdoğan’ın emrine amade, boğa burcu oluşu üzerinden belediyeye talip olan Murat Kurum için çırpınmakla meşgul.
İmamoğlu ise 2019’da seçim hukuksuzca yeniden yapıldığında nasıl yılmadıysa yine hiçbir şekilde yılmayacağı konusunda oldukça net. Ertuğrulgazi Mahallesi’nde gerçekleştirdiği halk buluşmasında “17 tane bakan. İstanbul’da siyaset yapıyor. Şimdi 17 bakan artı aday; etti 17+1… ama bir kişi daha var. O da geliyor. Yakındır, gelecek. Bekliyoruz vallahi, gel, bekliyoruz. Buyursun gelsin. İstanbul’a bekliyoruz. İstanbullu misafir ağırlamayı sever mi? 23 Haziran’da, 806 bin kere nasıl misafir ettiyse, şimdi daha büyük rakamla misafir edecek” diyerek Erdoğan ve şürekâsına hodri meydan dedi misal.
Anlayacağınız deyim yerindeyse bir garip seçim dönemi geçirdik. Kilometreler adımlarla ölçüldü, “liderlik şeyi” burçlar üzerinden değerlendirildi, koca bir ülke 81 ili, 922 ilçesiyle yurt geneli bir seçime girmiyormuşçasına bir İstanbul hikâyesi yürüdü gitti. Seçim söylemleri konusunda genel tablo ise gerek muhalet gerekse iktidar açısından 2023 genel seçimlerini aratmadı desek yeridir. Yine bu seçim hayat memat meselesi ilan edildi, yine yurttaş cevabı sandıkta verecek dendi, yine hassas terazide “AKP’ye yaramasın” hesapları yapıldı. Hatta “Bunlardan kurtulmak için herkesin bizi desteklemesi lazım” söylevi artık o denli ön plandaki hiçbir adaydan herhangi bir vaat dahi duymadık desek yeridir. Kısacası, sadece aday isimlerine sıkışmış bir seçim süreci daha kendine ayrılan sürenin sonuna geliyor böylece.
Tek adam iktidarı yine türlü türlü oyunlarla kanun ve yasaları dilediklerince bükerken her şeyin sonuçlanmasına kalan zaman da azalıyor. “Trafoya kedi kaçtı” hicvinin, yerini mühürsüz pusulaların oy sayılmasından iktidarın kazanmadığı seçimin keyfi bir şekilde yenilenmesine kadar türlü türlü hinliğe yerini bıraktığı koşullar içerisinde durum, tıpkı o eski şarkıda geçtiği gibi: “Organize işler bunlar, başımıza işler bunlar, senin benim dinlemez İstanbul’u dişler bunlar.”