Yazımın başlığını, Füruzan’ın yaşamına ve yapıtlarına dair yazılmış nitelikli yazılar ve kendisiyle gerçekleştirilen söyleşilerden oluşan 2008 tarihli o unutulmaz kitabın adından aldığımı belirtmeliyim önce. Işıltılı, güzel bir insan, değerli bir yazar ve harika bir dosttu Füruzan. 11 Şubat 2024’te evrenin sonsuzluğu içinde harfleriyle ölümsüzleşen Füruzan, edebiyatımızın en incelikli yazarlarından biriydi. Daha çok öykü yazarı olarak tanınıyordu ama roman, şiir, tiyatro oyunu, senaryo gibi türlerde de pek çok yapıta imzasını atmıştı.
Füruzan’la uzun yıllar önce edebiyat ve kitaplar dünyasında yollarımız buluştu. Saygı ve sevgi dolu güzel bir dostluk vardı aramızda. Birbirimize arada bir telefon eder, kitap fuarı döneminde İzmir’de ya da İstanbul’da buluşur, çay eşliğinde bol bol sohbet ederdik. Füruzan’la konuşurken ufkumun açıldığını duyumsar; onun yapıtlarını okumaktan ve kitapları üzerine yazılar kaleme almaktan mutluluk duyardım. Son zamanlarda hasta olduğunu, zor günler yaşadığını biliyordum. Füruzan o denli güçlü ve direngen bir kadındı ki bu durumu da atlatacağına inanıyordum. Onu ebediyen kaybettiğimi öğrendiğim o puslu şubat sabahında yüreğim incecik bir hüzünle doldu bir anda. Hüznümü ve kederimi biraz olsun dağıtabilmek için Füruzan’ın kitaplarını yeniden okuyup değerlendirmeye, yeni bir bakışla yorumlamaya ve kendisini bu yolla anmaya çalışıyorum bugünlerde.
Öykülerini ilk yayımladığı yıllarda ünlü karikatürist Turhan Selçuk’la evliydi. O, yalnızca Füruzan adıyla var olmayı yeğledi, sadece yetenekleriyle yükselmeyi önemsedi. Soyadını hiçbir şekilde kullanmadan,, yalnızca kaleminin gücüyle, topluma ve edebiyat çevrelerine kendini kabul ettirebilmek büyük bir başarıydı. Bu başarı, Füruzan’ın güçlü, bağımsız, özgür kişiliğinden ve nitelikli bir yazar oluşundan kaynaklanıyordu.
Füruzan’dan kalan boşluğun hiçbir zaman doldurulamayacağını biliyorum. Çünkü o, edebiyatımızın en özgün ve modernist yaklaşımlı öykü ve romanlarını yazan, dile farklı boyutlar ve yeni dokular kazandıran, incecik ayrıntılarda koskoca bir dünyayı, toplumu, toplumsal değişimi ve farklı yaşama biçimlerini göstermeyi başaran yaratıcı bir yazardı. Toplumu ve insanı yakından tanıyan gerçek bir aydındı; Cumhuriyet değerlerinin, laikliğin ve modernliğin yılmayan bir savunucusuydu.
Füruzan, nitelikli bir yazar olmasının yanında çok iyi bir okurdu. Füruzan’daki okuma tutkusu ve bu tutkudan gelen yoğun entelektüel birikim ve derinlik, yazdığı her satırda kendini gösteriyordu. Yaşamöyküsüne baktığımızda, küçük yaşlarından itibaren okumaya, sanata ve edebiyata tutkun bir Füruzan’la karşılaşıyoruz. Bir sohbetimizde, insan ruhunun derinliğine, insan hâllerinin çelişkili gerçekliğine ulaşan Çehov, Tolstoy, Dostoyevski, Gogol gibi yazarların yapıtlarını gençliğinden itibaren sürekli okuduğunu; hayatı, insanı ve edebiyatı anlamada Rus klasiklerinin kendisine farklı bir perspektif kazandırdığını söylemişti.
Balkan göçmeni bir ailenin kızı olan Füruzan, babasını erken yaşta yitirdi, yoksulluk çeken annesiyle birlikte zor yıllar yaşadı, ilkokuldan sonra okuma olanağı bulamadı. Kendi kendini yetiştiren, koşullara boyun eğmeyen kadınlardandı Füruzan. İnanılmaz kültür birikimiyle, sanata, edebiyata tutkunluğuyla her zaman ön planda olmayı başardı. Tiyatroya, sinemaya yoğun bir ilgi duyuyor; sinema tekniklerini öykü ve romanlarına uyguluyor, görselliğe, diyaloglara ve fragman yapısına dikkat ediyordu. Füruzan’ın Ah Güzel İstanbul, Benim Sinemalarım, Gecenin Öteki Yüzü gibi öykülerinin filme alınması, onların sinematografik özelliğinin birer göstergesiydi.
Füruzan, tanıdığım en derin yazarlardan biriydi. Görünenin arkasındaki gerçekleri yüreğiyle görüp sezebilen, ince ayrıntılardan hareketle etkileyici hayatlar ve mekânlar kurgulayan, canlı atmosferler yaratan bir yazardı. Hangi kitabını okusanız sizi oradaki atmosfere dâhil ederdi bir anda. Sezgileri yanında düş gücü de mükemmeldi.
Füruzan’ın yapıtlarını okudukça insanın ve toplumun derinliklerine açıldığımı; çelişkilerin, hüzünlerin, kederlerin içinden yeni umutlara yol aldığımı duyumsarım. Bu yazınsal yolculuğa, titiz bir dil işçiliği, ayrıntı ustalığı, mekân-eşya-insan arasındaki etkileşimin özenli anlatımı, görsel zenginlik, sinematografik akışkanlık gibi başka pek çok özellik eşlik eder. Onun eserlerinde, genç yaşta eşini kaybetmiş, yapayalnız kalmış yoksul anneleri, suskun küçük kızları, güngörmüş yaşlı kadınları, başka hayatlara özlem duyup kötü yola düşen genç kızları, hayalleri, düşleri, rüyalarıyla insanı; insanımızı tüm canlılığıyla yüreğimin içinde duyumsarım.
Bir yazımda belirttiğim gibi, “Kış mevsimi, Füruzan’ın öykülerinde, çatılardan sarkan buzlarla, odada bir yanı kızararak yanan taşkömürü sobasından dalga dalga yayılan sıcaklıkla, bahçelerde ağaç dallarını, toprağı örten sessizlikle, serçelerin kar üstündeki güçsüz adımlarıyla, içe işleyen bir çocuk üşümesiyle, başlı başına bir hüzün kaynağı gibidir. Bu üşümeler, yalnızlıktan süzülüp gelir. Lodoslar eser öykülerin sayfalarında. İstanbul, kenar mahalleleri, yoksul ahşap evleri, eski bahçeleri, yıkık duvarlı eski konaklarıyla bir tablonun içinden çıkıyormuşçasına canlanır. Füruzan’ın öykülerini okudukça insan gerçeğine, kadınlık hâllerine, çocukluğun o naif dünyasına; başka hayatlara açılır, dünyamızı adım adım genişletiriz.”
Füruzan, Kırkyedililer romanında, karlı buzlu kışlarıyla, masallar anlatan yaşlı nineleriyle, evleriyle, mahalleleriyle, yaşam ve folklor zenginlikleriyle Erzurum’u dile getirir. Gül Mevsimidir adlı kısa romanında Mütareke dönemi İzmir’ini bütün incelikli güzellikleriyle anlatır. Üstelik, bu yapıtlarını yazdığı sırada Erzurum’u da İzmir’i de bir kez olsun görmemiştir. Füruzan, okuma ve araştırma tutkusunu hayal gücüyle birleştirmiş ve edebiyatımıza böylesine unutulmaz yapıtlar kazandırmıştır.
Füruzan’ın eserlerinde sevgi önemlidir; o, öykü ve roman kişilerini yargılamadan, kötülemeden anlatır. Hemingway’in yazarlara yönelttiği sözünü örnek almış gibidir: “Bir yazar olarak yargılamamalı, anlamaya çalışmalısın.” Bir söyleşisinde şunları dile getirir Füruzan: “Yazarken ben insanlara nefretle yönelmem. Buna olanak yok. Nefret edilecek insan olayını işleyebilirim, onu nefretle yine de ele almam. Koşullar bir insanı umulmayan yerlere, kötülere, yalanlara doğru itebilir. O durumların kişilere verdiği hıncı, kini unutmamak gerek. Yani, sosyal yapı, katmanlar, sınıf ayrımları beni sürgit ilgilendirdi. O açıdan, yazdıklarımda bu bakış öndedir.” İnsana ve topluma öncelikle sınıf perspektifinden bakmayı yazınsal ilke olarak kabul eden Füruzan, öykü, roman ve röportajlarında göçmenleri, yoksulları, emekçileri, Almanya’daki işçilerin yaşantılarını, 1968 kuşağı devrimcilerinin acılarını, insani bir duyarlılık ve birey-toplum diyalektiği içinde dile getirdi; daima edebiyatımızın vicdanı oldu. Füruzan, toplumun kıyısında kalan, önemsenmeyen, görünmeyen hayatların iç kesimlerine yazınsal pencereler açarak o hayatları görmemizi ve anlamamızı sağladı. Hizmetçi kızların, beslemelerin, kimsesiz kız çocuklarının hüzünlü hayatlarını, kadın ezilmişliğini sınıfsal açıdan işlemeye özen gösterdi.
Füruzan, yıllardan beri yeni bir öykü kitabı yayımlamıyordu ama çevresine, yazmaya devam ettiğini, öyküyü bırakmadığını söylüyordu. Nihayet doksan yaşına doğru Akim Sevgilim adlı yeni kitabıyla son bir selam göndererek okurların bir kez daha takdirini ve hayranlığını kazandı.
Füruzan’ı yitirdik ama o, bütün iyi yazarlar gibi, edebiyatın sonsuz zamanına yazdığı ölümsüz öyküleriyle yaşamaya, var olmaya devam edecek.
AmirAli Najjariyeh: Müziğe Tutkuyla Bağlı Bir Sokak Sanatçısı
Semih Çelenk: “Öncelikli İş Büyük Bir Seyirci Havuzunu Var Etmek Olmalı”