İnsan Ne Zaman Yumuşar?

Bu hafta kaçındığım bir tarz olsa da “A Man in Full” dizisini izlemeye başladım. Henüz bitiremesem de bakalım nasıl ilerleyecek dedirtti bana. İkinci bölümün 23. dakikasındaki kritik ve propagandif tartışma bize hiç uzak değil ve siyah bir gence karşı beyazların ülkede nasıl zulüm gördüğü ile devam ediyor. Güçten düşen ile güçlenmeye başlayan arasındaki ilişkiyi ve ilişkisizliği de anlatıyor dizi. Yumuşama mı olacak yoksa sertleşme mi diye bakıyorum hâliyle. Dizi, yumuşak başlayan siyahın hapishanede sertleşmesi, sert başlayan beyazın yumuşaması ile devam ediyor şu ana kadar. Anılarında sert olduğu günleri arayan beyazın artık yürümesi bile dizine takılan ve uzaktan kumanda edilen bir aparata bağlı ama artık. Bakalım ne olacak…

Türkiye’ye de benziyor diyemem bu duruma ama insanın evrensel hikâyesine benziyor diyebilirim. Evren içinde bir yerde olduğumuza göre hızla gelebilirim şimdi Türkiye’ye…

Özgür Özel 2023 genel seçimlerindeki muhalefetin cumhurbaşkanı belirleme yöntemini ve sonuçlarını eleştirirken usturuplu biçimde cumhurbaşkanı adayı olabileceğini söylemiş oldu. Bu tersi olarak anlatılsa da kendini dayatma biçiminden vazgeçildiği söylense de ben öyle düşünemiyorum ne yazık ki. Bu konuşma sonrası kimi kalpsiz insanlarla verilen pozlar da bu fikrimi güçlendiriyor tabii. Reddederek kabul etme yöntemi diyebiliriz buna ve bu bir zorlama çıkarım değil. İzin veriniz, anlatayım: Bu olgunluk bu kendini geri çekme inceliği cumhurbaşkanı olmayacak da kim olacaktı… 

Mahkum edilen şey; istemek, iddialı olmak esas olarak. Oysa istemek, iddialı olmak, açık olmak bir suç değil ki. Aksine iddiasız görünüp mutfakçıyım ben deyip sürekli salonda gezmek sorun…

Kurucu partinin ikinci yüzyılda da Türkiye’yi yeniden kuracağını söyleyen iddiası cumhurbaşkanı olmayacaksa ondan daha etkili bir rol icat etmiş olmalı…

Özne ile parti gerilimi hep tartışılsa da partiyi dönemsel olsa da özneler belirler. O özne ile başka, bu özne ile başka bir parti olabilir. Olmuşlukları çoktur yani. O yüzden olmalı ki Erdoğan sonrası AKP ne olur diye konuşuluyor.

Demirtaş üzerinden biraz daha girmeliyim bu konuya. Demirtaş ile parti değişmedi aslında, pek çok kişi öyle ele aldı ama Demirtaş partinin fikirlerini popülerleştirerek anlatma yeteneğine sahipti. Başarı, bu açıdan anlatılacak bir partinin olması ve onu anlatacak öznenin olmasıyla geldi. O özneyi de zaten parti yetiştirmişti. Bu konu yazının sonuna doğru Özel’le ister istemez bir kıyaslamaya dönüşecek. Kıyaslama insan ilişkilerinde iyi olmaz dense de çocuklardan farklı olarak yetişkinlerin durumunu anlamak açısından iyi bir kriter bence. Uzatılmamış bir kıyas yapmaya çalışacağım.

Ana muhalefetin yeni genel başkanı onca yıl sonra AKP’yi ikinciliğe itmiş ve birinci parti olmuşken -Kılıçdaroğlu süreci başlattı biliyorum-  Erdoğan ile de DEM Parti ile de Bahçeli ile de görüşebilen ve etkili olan biri yeni dönemi kimlerle nasıl kuracağını da göstermiş oluyor. Olmuyor mu?

Çok değil kısa bir süre önce yan yana gelmeleri büyük tartışmalara neden olan durum şimdi sanki hiç öyle bir şey olmamış gibi oluyor. Bu öyle bir süreç ki: “Öyle olmadı mı yahu, ben mi yanılıyorum?” diye insanlar kendine dönüp sormak durumunda kalıyor. Politika hızla değişmiş diyemem bu duruma ama şöyle olmuş: politika sürdürülemez hâle gelince bu kısma geçilmiş. Yeni durumun öznesi de hâliyle kazanan kimse odur.

Sözler, dönemine göre anlam kazanıp kaybedebilir. Muhalefet kaybedenken doğru sözünün bir anlamı olsa da değeri olmayabilir toplumsal yaşamda. Söz ve değer sadece geçinebilmeyi ifade ediyor kapitalizmde…

Söz, hele ki içli sözler ancak zenginde, yani geçim derdi olmayanda anlam bulur böyle zamanlarda. O gün işsiz kalırsa akşam eve çorba götüremeyecek birikimsizler, çocuğuna söz değil yiyecek bulmak zorunda olduğunu bilir. Geçim derdi olmayan yerlerde söz anlam bulur, burjuvazinin sanatla ilgisi biraz da böyledir. Sanat sadece bir yatırım aracı değildir onlar için.

Özel’in, Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye için yapılan temaslarda, ”Ağzımızı açsak karşımıza Kavala çıkıyor. Saati soruyorsun sen önce Kavala’yı çıkar.’’ diyorlar demesine karşı Bahçeli ‘Özel’in kolunda saati yok mudur’ derken tam o sırada kolunda milyonlarca liralık saatlerini görüyorduk iktidara yakın kişilerin. Hatta vaktiyle 17.25’te kendisinin durdurduğu saati hatırlayan da vardır muhakkak.

Saat ve zaman herkes için aynı geçmiyordu ki ülkede. Sorsanız saat kaç diye kim bilir hangi zamanı söyleyecekti…

Seçim yenilgisi sonrası iktidar içinde yaşanan tartışmalar onu paralize ederken muhalefeti konsolide ediyor ve gündemi muhalefet belirlerken iktidarın belirlendiğinin de göstergesine dönüşüyor.

Yumuşama söylemlerini muhalefetin söylemesi doğal, iktidarınsa hiç değil. Zayıf olanın sertleşme istemesi yenilgiyi hızlandırmaya yarar bazen. Fakat bunu söylediğimde işler karışıyor biraz. Güçsüz olan güçlü dil de kurmak ve öyle de davranmak zorunda ki bir denge kurabilsin güçlü ile. Fakat bu dil tabii suni olur hâliyle. Bu açıdan yumuşama eleştirisi muhalefette değil iktidar içinde gerilim yaratması gerekirken iki tarafta da tartışmalar yükseliyor. Artık kürsülerden ‘sürtük’ diyebilmek pek mümkün olmayacak tabii, ‘Biliyorsunuz kendisi Alevi’ de denemeyecek. Baskı altında olanın yumuşaması olağandır ki zaten baskı da bunun için yapılırken ‘Baskılar bizi yıldıramaz’ sloganı da bu yüzden atılır. Yıldırma ihtimali var çünkü.

Fakat baskı yapanın yumuşaması baskı yapamadığı gibi yapmaktan vazgeçtiğini de anlatır. İyi ama niye ve neden baskı yapamaz hâle gelir hep baskısı ile tanınan, bilinen?

AKP ve MHP iktidarı Özel ile görüşmeleriyle birlikte ister istemez biraz olsa da değişecekmiş gibi görünüyor. Siyasette pazarlık ancak gücünüz varken yapılabilir. Vakti geçtiğinde yapılacak yumuşama, tasfiye olmayı hızlandırabilir. Bu açıdan yerel seçim zaferi genel seçim zaferine dönüşmek üzere. Hatta moral olarak dönüştü de…

Soma’da madenci katliamı sonrası ’İstifa edecek misiniz?’ sorusuna gülerek cevap veren şimdi niye gülmez olsundu ki…

Kavala için karar verilmişti. Verilmiş karara ilişkin ‘Kararı bağımsız Türk yargısı verecek’ denir mi? Yeni bir layiha vesilesiyle olsa da verilmiş bir karar, verilmemiş gibi konuşur muydu yoksa iktidar?

Adaleti siyaset belirler buralarda evet…

‘Bir süre önce hain dediğine bir süre sonra kahraman demişler’ ülkesi burası… Ya da tam tersi…

Sadece siyasette değil günlük yaşamda da söz, hareketi değil hareket, sözü belirliyor. Yürüme fikrinin verdiği başka, yürümeye çıktığınızda fikriniz başka. Yürüdüğünüzde yolda göreceklerinizin fikrinizi değiştirme ihtimali başka, yolda göreceklerinizi düşünüp hareketi tahmin etmek başka.

Bahçeli’nin Özel’le görüşmeden önce konuşması ile görüşmesi arasındaki temel fark da bu. Görüşme öncesi sert konuşan birinin bu hareketi yani görüşme eylemini reddetmesi muhtemeldi ama öyle olmadı. Ağır sözlerin karşılığı aynı doğrultuda hareket ile karşılık bulmadı ve görüşme yapıldı. Oysa Bahçeli ile Kılıçdaroğlu yedi senedir görüşmüyorlarmış yaşları da sınıfları da mekânları da uygun olduğu hâlde…

Kaybeden sağın sözlerine değil hareketlerine bakmalı yani demek istediğim. Ki zaten sözleri yurt dışında da tam tersi olmuyor muydu? Sisi desem yeterli olur sanırım anlatmaya. Kazanan sağ ise daha tutarlıdır, sert konuşur sert yapar zayıf gördüğüne karşı. Soma diyeyim mi yine ya da Ermenek mi Roboski mi? Bu dünyada olmadı ama öte dünyada oynayabilsin diye mezarına misket bırakılan Berkin Elvan için ne dendiğini mi diyeyim? Cemile Çağırga mı diyeyim yoksa bir buzdolabı ne içindir diye kederle düşünmeden?

Yurt dışında yaptıkları inceliği yurt içinde yapmıyor, dil ve davranışları içeride kabalaşıyorken kaybetmeye başlayınca yurt dışında yaptıklarını yurt içinde de yapmaya başlıyorlar. 

İyi ama insanın ilkeleri, kaybedip kazanmasına mı bağlıdır? İnancınız mesela bir başkasının da sizinle aynı şeye inanıp inanmamasına mı bağlı. Esas olarak değil ama siyasette, sağ politikada bağlı. Bağlı olduğu için bana saygı duyacaksınız dediklerini çok duyuyoruz. Oysa inancına öznenin kendisi saygı duyar. Bir diğerinin saygısı ise yine kendi inancı ile ilgilidir. Arada söylemek zorundayım inançlar da döneme göre sürekli değişir ne kadar değişmez dense de. Aynı inanç şu kültürde başka bu kültürde başkalık gösterebilir. Nazar boncuğunu İslam’a içkin sananlar da vardır ama içkin olmadığını bilerek kullanan İslamcılar da vardır değil mi? Bu sol için de böyle ama. Almanya’da başka Fransa’da başka mesela… Neyse konu dağılmasın, ben zaten bu dağılmalara hep meyyalim, siz de uyarınız beni lütfen… Yani saygı o dönemin güçlüsü kimse hep ona istendi, zayıfa değil. Oysa güçlü yasaları da kolluk güçlerini de kullanandır ve istemediğini hain ilan da edebilir. Etmez mi yani? Yasalar kadar ruhunuz da böylece istenmiş oluyor ama bu bir durumu da açığa çıkarıyor. Yasaları dönemsel olarak yapma hakkına sahip olan otomatik olarak saygıyı da kazanmış olmuyor ki baskı da bu yüzden yapılıyor diye onuncu kez kez yazmış oldum bir yazı içinde…

Bu olmadığı için de baskı artırıldı ancak bu da insanları ‘yer altına’ itti. Fikrini sakla! Saklanan, söylenmeyen fikir derine, kuyulara söylenir oldu. Ki bu da Kral Midas var demektir. Gerçek fikir akla değil kalbe söylenir oldu. Kalp ile akıl arasında kopukluk oluştu. Akıl belirleyici oldu. Oysa sağın iddiası kalbin galebe çalmasıydı. Kalpsizliği de böylece sağ var etmiş oldu.

O yüzden bir öyle bir böyle söylemeleri olağanlaştı. O yüzden sağcı olsalar da bir solcunun bildiği ve iddia ettiği gibi yani hareketleri fikirlerini belirledi.

Ne söylediklerine değil ne yaptıklarına bakıyorum uzun zamandır. Yaptıkları ise güçlü olup olmamalarına göre elbette. Yumuşama söylemi de böyle…

Özel ile görüşme işini biraz daha açmalıyım. Kılıçdaroğlu görüşse mesela aynı şey olmazdı. Kaybetmiş bir sağ ile görüşmek başka, kazanmış bir sağ ile görüşmek başka. Hoş, kazanmış sağ, kaybetmiş sol ile görüşmez aksine daha da aşağılardı. Öyle de olmuştu.

Söz ile hareket arasındaki bağı kurmak zor elbette. Ancak o yüzden ideolojiniz vardır zaten. İdeoloji ancak ondan bahsedenin yaptıklarıyla hayat bulur. 

Pazarlık ancak güçlüyken olabilir onlar için. Normalde dün DEM Parti ile görüşen benimle görüşemez denmesi gerekirdi. DEMleniyorsunuz diyenlerin şimdi bizi DEMleyemezsiniz diyememesi dönemin de bitmesi ile ilgili olmalı.

CHP ve DEM Parti’nin elle tutulur olarak hissedilen dilde yaptığı incelikli değişikliği, ilişkilerinin değişmesi, yani hareketlerin değişmesi ile izah edilebilir. Şöyle söylesem daha doğru olacak: AKP olduğu yerden dilde geri çekilerek, MHP ise dili değiştirmeden görüşüyor. CHP ve DEM Parti ise kazanmışlığını daha ileri taşımak için dilini daha kapsayıcı olarak genişletiyor. Bu defa dil hareketi, teori pratiği değiştirir mi göreceğiz. 

27 DEM Parti belediyesine kayyum atanması isteğini dillendirenlerin esas derdi de bu. Eski durum yeni bir durum olmamış gibi sürsün, yoksa tasfiye oluyoruz…

CHP ve DEM Parti’nin açık olarak kazandığını herkes görüyor. Yeni durumun örtük kabulü de Özel ile görüşmeleri kabul ederek oluyor.

CHP’nin Saraçhane, DEM Parti’nin de Beşiktaş’ta 1 Mayıs’a katılması bir gösterge tabii… 

Ortak hedefe iki ayrı ana koldan… 

Neden sonra Tuncer Bakırhan’ın Saraçhane’de 1 Mayıs açıklama yapması da öyle…

Yazının konusu 1 Mayıs olmadığı için tartışmalara girmeyeceğim ama kısaca söylemeliyim: Sol ve sosyalistler kitleselleşme politikasından vazgeçmiş görünüyor, eleştirilerini de ağırlıkla CHP’ye yükleyerek onu belirleyici gördüklerini de söylemiş oluyorlar. 

Özel’in 6 Mayıs’ta Deniz Gezmişleri anması ve mezarları başında konuşma yapması bu durumu pekiştirmek isteyen CHP politikasını daha net anlatıyor…

Geçmişte de sosyalistlerin önemli bir kısmının politika yapmayı tercih ettiği partinin CHP olduğunu biliyorsak bunun daha da ivmeleneceğini düşünmem için çok sebep var. TİP’i ise henüz tam olarak anlayamadığımı söylemeliyim. Görebildiğim kadarıyla, kitleselleşme politikasından çıkıp içe dönme politikasına neden geçti bilemiyorum.

Yeni dönem, sadeleşerek kuruluyor. Sadeleşme konsolidasyon ile oluyor. Her iki partinin de kendisine yakın olanlar tarafından eleştirilmesi dahi bunu anlatıyor. Eleştirdiğin yer baktığın yerdir de. Eleştirdiğin yer belirleyici olduğunu bildiğin yerdir de…

Yeni dönem sökün ediyor iktidarın üstüne. Amed diye bir yerin olmadığının söylenmesine karşılık sadece siyasette değil sporda da Amed’in tırnaklarıyla şampiyon olması tüm göstergeleri tamamlıyor. Ve bu şampiyonluk, baskı görenin şampiyonluğu olduğu için diğerleri ile arasındaki devasa farkı da anlatıyor. Her şampiyonluk aynı değildir. Şimdi oturup seyredecekler Amedspor’un maçlarını Birinci Lig’de, onu yok sayanlar. Bu dönem geçmiş dönemde yok sayılanların var olduğunun kabul edilmesinin ötesinde olacak. Hüdapar’a verdiğimiz desteğin sonuçlarını neden sonra göreceksiniz, anlayacaksınız diyen Soylu’yu hatırlayınız. DEM Parti Batman’da nasıl kazandı tüm zorluklara rağmen, unutmayınız. Batman Petrol Spor’un da Amed gibi şampiyon olması da durumun sadece Amed’le ve siyasetle sınırlı olmadığını da gösteriyor. Onları yok sayanlar yavaş yavaş yok oluyor siyasette…

Deniz’i de Nazım’ı da kendi durumlarına göre İktidar da CHP de anıyor. Her iki anma aynı şeye işaret etmiyor. Aynı söz bir dilde başka, bir dilde daha başka anlamlara gelebiliyor. Yumuşama iktidarın dilinde başka, muhalefetin dilinde başkadır muhakkak. Ve tabii CHP ile dahi olmaz bu iş diyen ve sosyalist parti kuranların dilinde daha başka…

Bu defa 2015’ten daha başka bir yenilgi yaşıyor iktidar. Yenilginin yerleşikliği diyebilirim buna. MHP ile kazanılan uzatmaların bitişi de denilebilir. İşin garip yanı bu uzatmalar olmasa muhalefete düşüp tekrar iktidar olmak için propaganda yapabilirlerdi ama artık bu mümkün değil. Sonuna kadar tüm haklarını kullanmış ve hiç hoşlanmadığı yumuşama diline geçerek zayıfladığını kabul etmiş, güç ile etrafına topladığı insanlara artık güçsüzüm demiş bir iktidar var. Onun elinden tutan MHP şimdi de tutar mı bilemiyorum.

Demirtaş durduğu yerde dilini de bozmadan, sakince ama kararlı olarak durandı. O rahatlığı güçlü inancından da ileri geliyor olmalıydı ki tüm ülkeyi de inandırmıştı. Kendine inanan karşısındakiyle tartışmaktan, diyalog kurmaktan kaçınmaz gerçekten. Kaçınmak bir zayıflık işaretidir. Özel’in Bahçeli ile de Erdoğan ile de görüşmesi bu açıdan güçlü ve özgüvenli ama bu özgüvenin artık suçlu-suçsuz herkesle görüşmeye dönmesi berbat bir pragmatizmin işareti  olarak da görülebilir. Çizgisizlik, tavırsızlık olarak okunur. Oysa tıpkı Demirtaş gibi çizgisi olan partinin politikasını popülerleştirerek anlatmak kazanmakla ilgili olabilir. Herkesle görüştüğünüzde herkesle görüşmüş olmazsınız. Hiç kimseyle görüşmemiş olursunuz. Sembolik olarak Erdoğan ile Bahçeli’yle görüşmek zaten lider partisi olan herkes için yeterli olmalıdır. Ayrıca kişisel çıkarı peşindeki kalpsizleri ağırlamak bugüne kadar aklı kadar ve ondan da çok kalbiyle de duran tüm muhaliflerin kalbini kırar. 

Prof. Çarkoğlu: Erdoğan, Özel ile Görüşerek İmamoğlu’nu Ekarte Etti

Solun Başarısı: İpleri Siyasal İletişimin Eline Vermek

Çoklu Zafer