Kentler, insanlığın karmaşık dokusunun en yoğun yaşandığı mekânlar olarak sadece fiziksel yapılarıyla değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal zenginlikleriyle de ön plana çıkıyorlar. Ancak bu zenginliklere her yurttaş erişemiyor. Kentlerdeki kültür ve sanata erişimi etkileyen bir dizi faktör bulunuyor. Gelir düzeyi, ekonomik durum, nüfus yoğunluğu, okur-yazarlık oranı ve ulaşım gibi faktörler, kültür sanat alanındaki faaliyetlere katılımı doğrudan etkiliyor.
Ancak dünya genelinde bu anlamda başarılı olan, eşitsizlikleri azaltarak ve kültür-sanat erişimini genişleterek örnek oluşturan kentler de var. Bu başarının ardında, yerel yönetimlerin etkili politikaları, toplumsal katılımı teşvik eden programlar ve sanatsal faaliyetleri destekleyen altyapı yatırımları bulunuyor.
Türkiye’de de ise bu konuda hâlâ iyileştirilmesi gereken alanlar bulunuyor. Yerel yönetimlerin daha fazla kaynak ayırması, sanat ve kültür etkinliklerine katılımı teşvik eden politikaların oluşturulması ve kültürel mekânların erişilebilirliğinin artırılması, bu alanda atılacak adımlar arasında.
“SUÇLAMAMIZ GEREKEN DOĞRU ARACI BULAMAMIŞ OLAN KENDİMİZİZ”
Bu dosyada, kültür ve sanata erişimi çeşitli açılardan ele alarak, tiyatrocu Orçun Masatçı ve sanat tarihçisi Irmak Melek ile konuştuk. Masatçı, kültür-sanata erişimin önünde pek çok engel olduğunu aktarırken bunların en başında üretilenin duyurulmaması olduğunu dile getirdi. Gelir düzeyi ve ekonomik durumun da kültür ve sanata erişimi ciddi düzeyde etkilediğini belirten Masatçı, “Profesyonel bir oyunun seyirciye sunulma maliyeti oldukça yüksek. Bu anlamda bağımsız tiyatro yapan topluluklar oldukça zorlanıyor. Bağımsız derken sponsorsuz-reklamsız oyunlardan bahsediyorum elbette. Bu, bazen bir tercih de olmuyor açıkçası. Bilinçli olarak bu yolu tercih eden politik tiyatrolar gün geçtikçe koşulların kötüleşmesiyle seyirciden de uzaklaşıyor. Seyircinin eskiden var olan bilinçli tercihini bu dönem ne yazık ki görmekte zorlanıyoruz ama burada suçlamamız gereken onlar değil doğru aracı bulamamış olan kendimiz olmalıyız diye düşünüyorum.” dedi.
“HIZLANDIRILMIŞ BİR ESTETİĞİN VE ŞİŞİRİLMİŞ BİR GÖRSELLİĞİN HAKİMİYETİNE GİRENLER…”
Daha maliyetli bir ürünün her zaman daha kaliteli anlamına gelmediğini vurgulayan Masatçı, önemli olanın insanların hayal kurmaya nasıl baktığı olduğunu ifade etti. “Televizyon ve sosyal medyayla hızlandırılmış bir estetiğin ve şişirilmiş bir görselliğin hakimiyetine girenler hayal gücünü biraz daha arka plana iterek hazır bir çerçeve arıyorlar.” diyerek sözlerine devam eden Masatçı, şöyle devam etti:
“Bu arayış üreteni dekoru ve kostümü daha şaşaalı oyunlar üretmeye itiyor. Gelir seviyesinin önemi burada kendini arayışta belli ediyor. Ne izlemek istiyorum sorusuna ‘avm alışverişinden sonra’ ya da ‘oyundan sonra iki bira içeceğimiz bir yere’ diye cevaplar oluşturanların tercihleri, sanatı hızlı tüketilen bir şey hâline getiriyor ne yazık ki.”
Masatçı, dünyada kültür-sanat erişimi konusunda başarılı olan kentlerde etkili olan faktörlerin başında ekonominin geldiğini dile getirdi ve şöyle devam etti:
“Sonra kültür ve sanatın o kentte su, elektrik, kanalizasyon kadar ihtiyaç görülmesi. Böyle kentler var dünyada. Örneğin Avignon ve Edinburgh bu kentlerin başında gelir diyebilirim. Avrupa’nın birçok yerinde tiyatro hâlâ başroldeki yerini koruyor. Bunu sadece sanat anlamında söylemiyorum, bazı kentler festivallerle birlikte koca bir kenti büyük bir tiyatro alanına çevirmeyi başarabilmiş. Tiyatro o kentlerde yaşayanlar için geçim kaynağı olmuş. Festivaller dönemi o kadar etkili olmuş bu kültür turizmi kentte kepenk açan herkese yaramış.”
Ayrıca İzmir’de 16 yıldır gerçekleştirilen Türkiye Tiyatro Buluşması’ndan söz eden Masatçı, kentin çeşitli ilçelerinde gerçekleştirilen festivale 300’ü aşkın genç tiyatro insanının katıldığını ifade ederek, “Her festivalden sonra kentin esnafının mutluluğu bir yana, orada yaşayan gençlerin hayata bakış açışında ve sanata yöneliminde belirgin farklılık oluyor olumlu anlamda. Bu, kentin yönetimine de sirayet ediyor, onlar da bu şekilde dizayn etmeye başlıyorlar. Selçuk ve Karaburun İzmir’de iki başarılı örnek çıkarabilir. Tüm dünyaya olmasa da Avrupa’ya Ortadoğu’ya etki eden ciddi festivaller çıkarılabilir. Kentin tamamı bir festival alanı hâline getirilebilir. Biz bunu hayal ediyoruz yıllardır ve hayallere inancımız tam.” dedi.
“BELEDİYELERİN GÜÇLÜ AĞLARI VAR, BU AĞLAR KULLANILSA…”
Alışagelmiş yapıların yeniden inşasının kentler için çözüm üretmediğini dile getiren Masatçı, yerel yönetimlerin üzerine düşen sorumluluklarından bahsetti:
“Örneğin çözüm, İzmir Şehir Tiyatrolarını baz alacak olursak, kentte sanat üreten herkesin kendini bir parçası hissettiği bir yapının olanaklarını yaratmak olmalıydı. Kentlerde proje üreten insanların ortaklaşmasını, karşıt fikirde bile olsalar, kentin ve sanatın gelişimi açısından bir araya gelerek tartışacağı platformları bulmak da en az üretimlere destek olmak kadar önemli. İlk soruda verdiğim cevapla aynı şeyleri tekrar etmek gibi olmasın ama belediyelerin güçlü ağları var. Bu ağlar oyunların duyurusu için kullanılırsa, bir oyun satın almaktan daha faydalı olabilir. Bence yerel yönetimler, üretenlerin kendilerini rahat hissedeceği toplanma alanları yaratabilirler. Çalışmalarını yapacakları alanları onlara tahsis edebilirler.
Bir örnekle anlatayım: Sema Pekdaş, Konak Belediye Başkanlığı’nda tiyatro kütüphanesi açmıştı. Perşembe-cuma-cumartesi günleri bir gününü mutlaka yerel tiyatrolara ayırarak çok uygun fiyattan bilet satıyor, oyunların bütçelerini de kendi sağlıyordu. Abdül Batur geldi ve Mehmet Ulusoy festivali dâhil her şey ortadan kalktı. Burada bu sorunun muhatabı sadece üretenler değil aynı zamanda yerel yönetime talip siyasi partilerdir. Siyasi partiler arasında kültür-sanat politikası konusunda ‘hadi gelin bize söyleyecekleriniz neler var?’ diye sanatçılarla görüş alışverişinde bulunan bir parti ne yazık ki yok. Yok denecek kadar az değil bakın, yok! Birkaç kez bunu yapma girişimde bulunan partiler oldu. CHP gibi HDP gibi… Ama bunu sürece yayamadılar. Bu öyle bir kez yapıp kapatılacak bir gündem maddesi değil ne yazık ki. Her sene yapılması gereken, hem sanatçının hem de siyasetçinin denetlenmesini ve kent gelişimine katkısını artıracak bir yöntem.”
“İZLEYİCİ OLARAK KİMİ ELE ALDIĞIMIZI NET BİR ŞEKİLDE ORTAYA KOYMAK GEREKİYOR”
Sanat tarihçisi Irmak Melek ise, her kenti oluşturan dinamiklerin farklılaşabildiğini ve dolayısıyla metropollerle daha küçük kentleri kıyaslamanın ya da sanata erişim konusunda benzer çözüm önerileri sunmanın işe yaramayabileceğini dile getirdi. Her kentin özgül koşulları içinde değerlendirme yapmak gerektiğini ifade eden Melek de, Masatçı gibi kentte yaşayanların sanata erişimine ilişkin temel faktörün ekonomi olduğunu aktardı:
“Fakat çok ana hatlarıyla bakacak olursak öncelikle o kentte yaşayanların sosyo-ekonomik durumları sanata erişim konusunda temel bir faktör. Bununla birlikte kültür-sanat üreticilerinin, büyük sanat kurumlarının sanatı neyin aracı olarak kıldıkları da yine aynı temelden önem kazanıyor. Çünkü eğer sanatı bugün piyasaya endeksli bir ‘’yatırım aracı’’ olarak kurgularsanız erişeceğiniz/erişmek istediğiniz kitle zaten kendisini ortaya koyacaktır. Bu durum ister istemez sanatsal içeriğin kendisini de belirleyecektir. Orta-üst sınıfın beğenilerine hitap eden sanatsal üretimler sanat piyasasını domine etmeye devam edecektir. Bu tarz bir kültür sanat politikası içinde hâlihazırda sanat izleyicisi olarak bile görülmeyen alt sınıftan insanlar ise bu denklemin dışında kalacaktır. Dolayısıyla sanatsal üretimlere erişimi tartışırken izleyici olarak kimi ele aldığımızı net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor. Aksi takdirde çözüm arıyormuş gibi davranıp sorunun çevresinde dolanarak tekrar bilinenin okunduğu bir yerde konumlanabiliriz.”
İnsanların geçim derdiyle boğuştuğu bir iklimde sanata erişimi konuşmanın oldukça lüks kaçtığını dile getiren Melek, aynı zamanda tam da bu yüzden insani bir ihtiyaç olarak karşımızda durduğunu söyleyerek, “Bu kadar boğucu bir atmosferde herkes rahatlamanın yollarını arıyor. Kültürel ve sanatsal etkinliklerin aslında böyle de bir işlevi var. Fakat yine dönüp dolaşıp kültür-sanat politikalarının nasıl kurgulandığına geliyoruz. Eğer kentlerin çeperlerinde yaşayan daha yoksul halkın kültürel ve sanatsal faaliyetlere erişimiyle ilgili bir odağınız yoksa bu faaliyetleri genele yaymak da imkânsız hâle geliyor. İnsanların üç vesaitle erişebileceği, bir de üzerine para ödeyerek girebileceği bir etkinliğe, sadece etkinliğin niteliği üzerinden katılım beklemek oldukça gerçek dışı bir tutum. Kaldı ki samimi de değil.” dedi.
“YERELLERDE İŞLER YAPMAK KÜLTÜREL VE SANATSAL FAALİYETLERİ YAYGINLAŞTIRMAK İÇİN ÖNEMLİ”
Melek ayrıca, kültür-sanat mekânlarının kentlerdeki konumlarının ve bu mekânlara ulaşımın kolaylığının insanların boş zamanlarını değerlendirmek için seçtikleri aktivitenin ne olacağını doğrudan etkilediğini söyleyerek şunları dile getirdi:
“Burada boş vakitten kastım insanların kendilerini, hem zihinsel hem de fiziksel olarak yeniden ürettikleri bir zaman aralığı. Kültürel ve sanatsal aktivitelerin bu bağlamda, zihinsel olarak besleyici yanının eğlence sektöründen farkını vurgulamak gerekiyor. Bunun peşine düşebilmek için ise ayrıca mesai yürütmek gerekiyor. Fakat çoğu insan haftada bir gün izin yapabiliyor. O bir günü de dinlenmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıyor. Zamanları bu kadar sınırlıyken, bu zamanın çoğunu, sırf sanatsal bir etkinliğe katılmak için yolda harcamalarını beklemek pek de gerçekçi değil. Elbette neye erişimi daha kolaysa ona yöneleceklerdir. Özellikle metropollerde yaşanan trafik sorunu da yine aynı noktadan insanların seçimlerini belirliyor. Özellikle nüfus yoğunluğu fazla olan kentlerin merkezlerinde yoğunlaşan kültürel ve sanatsal faaliyetler yerine kent çeperlerinde de etkinlikler düzenlemek bu sorunu büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. İnsanlar kendilerini ait hissettikleri, onların bir parçası olan mekânlarda düzenlenen etkinliklere daha çok katılım gösteriyorlar. Bu daha önce karşılaşmadıkları bir şey olsa bile. O yüzden yerellerde işler yapmanın kültürel ve sanatsal faaliyetleri yaygınlaştırmak için önemli olduğunu düşünüyorum.
Okur-yazarlık oranı ise bana kalırsa entelektüel iddialarını ispatlamak isteyenlerin çokça kullandığı bir ezber. İnsanları ‘şu cahil, bu bilmiyor’ diye etiketlemeyi çok seviyoruz. Burada da ele aldığımız bütün maddi koşullardan soyutlayarak insanlar üzerine varılan yargıları çok da ciddiye almamak gerekiyor. Burada sorun olarak ele alınması ve asıl konuşulması gerekenin dışarıda bırakılanlar değil dışarıda bırakanlar olduğunu düşünüyorum.”
“EL SİSTEMA, BİRÇOK ÇOCUĞUN VE AİLENİN HAYATINI SANAT YOLUYLA DEĞİŞTİRMEYİ BAŞARMIŞ”
Öte yandan dünya genelinde de benzer sorunların olduğunu ifade eden Irmak Melek, yıllardır uygulanan doğru örneklerden bahsetti:
“Karşımıza refah düzeyi yüksek kentlerde insanların kültürel ve sanatsal faaliyetlere erişiminin kolay olduğu bir tablo ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım görece doğru olsa da bu etkinliklere erişen insanların kim olduğunu sorguladığımız zaman başarının ölçüsü değişebiliyor. Özellikle artan göçmen nüfusunu düşününce. John Berger, Her dönemde sanat, yönetici sınıfın ülküsel çıkarlarına hizmet eder, der. Dolayısıyla bu alanda yapılan işlerin başarısını değerlendirirken dünyaya hangi perspektiften baktığınız doğrudan etkili oluyor. Kendi adıma başarılı bulduğum bir örnek ise Venezuela’da kurulan El Sistema. Suç oranı yüksek ve dezavantajlı olarak nitelendirilen bir bölgede kurulan bu orkestra ve koro, 1975 yılından beri birçok çocuğun ve ailenin hayatını sanat yoluyla değiştirmeyi başarmış bir oluşum. Hem kurulduğu yer itibariyle hem de sanatla uğraşmayı bir lüks olmaktan çıkarıp herkesin erişimine açmasıyla aslında burada tartıştığımız konuların da hemen hemen hepsine bir yanıt veriyor. Tabii burada devlet desteğinin de olduğunun da belirterek yine kültür-sanat politikalarının öneminin altını çizmek gerekiyor.”