Anayasa tartışmalarının Türkiye tarihi açısından yüz elli yılı aşan oldukça derin bir geçmişi var. Türkiye’de pek çok anayasa yürürlüğe girdi ve yürürlükteki anayasalar üzerinden uzun uzadıya tartışmalar yürütüldü.
Anayasalar üzerinde yapılan değişiklikler farklı tartışmaları gündeme getirirken anayasa hukukçuları ve siyasiler başta olmak üzere farklı alandan pek çok kimse anayasa tartışmalarına dahil oldu.
1982 yılında yürürlüğe giren ve değişiklerle birlikte günümüzde de yürürlükte olan mevcut anayasa üzerinden de tartışmalar devam ediyor. 1982 Anayasası yapılan değişiklikler nedeniyle kimi zaman “yamalı bohça” olarak nitelendiriliyor ve iktidardan muhalefete pek çok kesim tarafından tamamen değiştirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Ak Parti iktidarının son dönemde öne çıkardığı başlıklardan birisi de “sil baştan” anayasa değişikliği. Cumhurbaşkanı Erdoğan anayasa değişikliği konusunda çalışmaların sürdüğünü ve konunun temel gündemlerinden biri olduğunu farklı açıklamalarında dile getirdi.
Mevcut anayasa üzerinde en çok değişiklik Ak Parti iktidarı döneminde yapılırken buna rağmen Ak Parti iktidarının anayasayı sil baştan değiştirmek istemesi muhalefetin iktidara yönelik eleştirilerinin temel odağı olarak görünüyor. Ancak Erdoğan-Özel ve Özel-Bahçeli görüşmelerinin ardından siyasette “normalleşme-yumuşama” tartışmaları yeni anayasa yapım sürecinde muhalefetin ve iktidarın iş birliği yapıp yapmayacağı sorusunu da gündeme getiriyor.
Biz de yeni anayasa tartışmalarının siyasal bağlamını Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar ile konuştuk.
“DAHA ÖZGÜRLÜKÇÜ VE DEMOKRATİK BİR ANAYASAYA İHTİYACIMIZ VAR”
1982 Anayasası’nda pek çok değişiklik yapıldı ve mevcut anayasa için yer yer “yamalı bohça” ifadeleri de kullanılıyor. Üstelik değişikliklerin ezici çoğunluğu AKP iktidarı döneminde yapılmış görünüyor. Buna rağmen iktidarın “sil baştan” yeni bir anayasa yapma isteğini nasıl değerlendirebiliriz?
Evet, elimizde bir anayasa var ve bu anayasa sizin de tanımladığınız gibi “yamalı bohça”ya benziyor. Mevcut anayasanın bu haline neden “yamalı bohça” deniliyor? Çünkü birbiriyle tutarsız, farklı zamanlarda farklı saiklerle yapılmış değişiklikle dolu bir anayasa elimizdeki anayasa. Yeni bir anayasaya ihtiyacımız var mı? Hiç şüphesiz, tartışmasız yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Daha özgürlükçü, çok kültürlülüğe imkân veren, demokratik, sosyal, laik ve parlamenter demokrasiyi içeren bir anayasaya hâlâ ihtiyacımız olmadığını söyleyebilir miyiz? Elbette söyleyemeyiz.
Hiç şüphesiz şu andaki “yeni anayasa” tartışmaları ile mevcut anayasanın yamalı bohça hali birbirinin üzerine tam oturmuyor. Bir başka ifade ile AKP’nin -ya da Cumhur İttifakı diyelim- önümüze koyduğu anayasa değişikliği gündemi ile Türkiye’nin gerçekten ihtiyacı olan daha özgürlükçü bir anayasa gündemi örtüşmüyor. Yeni anayasa dediğimizde daha çok AKP’nin tekrar iktidarda kalabilmek için konuştuğu bir proje gündeme geliyor.
“ERDOĞAN İKTİDARINI SÜRDÜREBİLMEK İÇİN ANAYASAYI DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR”
İktidarın, özellikle son 10 yıldır, giderek otoriterleştiği yönünde söylemler gündeme geliyor. Yeni anayasa tartışmaları bu otoriterleşme söylemleri bağlamında nasıl okunabilir?
Bu otoriterleşme ile mevcut, devam edegelen, anayasa tartışmaları arasında bir bağ -hiç şüphesiz ki-kurulabilir ama bu konuyu derinlemesine analiz etmek için öncelikle 1982 Anayasası üzerinde yapılan değişikliklerin tarihine kısaca göz atmak elzemdir.
1982 Anayasası kabul edildikten kısa bir süre sonra anayasa değişiklikleri gündeme geliyor ve ilk değişiklikler 17 Mayıs 1987 tarihinde yapılıyor. Anayasanın 67, 75 ve 175. maddeleri düzenleniyor. 67. maddede yapılan değişiklikle 21 olan seçme yaşı 19’a indiriliyor. 75. maddede yapılan değişiklikle 400 olan milletvekili sayısı 450’ye çıkarılıyor.
8 Temmuz 1993 tarihinde de değişiklik yapılıyor. 133. Madde değiştiriliyor ve radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek serbest hâle geliyor. Özel televizyonlara geçiş diyelim, onunla ilgili değişiklikler yapılıyor.
Daha sonra 23 Temmuz 1995 yılında bir değişiklik yapılıyor. Bu, Anayasada yapılan üçüncü değişiklik; hatırı sayılır değişiklikler yapılıyor bu kapsamda: 33, 53, 67, 68, 69, 75, 84, 85, 93, 127, 135, 149. ve 171. Maddelerde değişikliğe gidiliyor 23 Temmuz 1995 tarihinde. Bunun yanında başlangıç metninde de baştan aşağı bir değişikliğe gidiliyor. 12 Eylül Darbesi’ni olumlayan atıflar kaldırılıyor. Aynı zamanda dernek kurma hürriyetinde değişikliklere gidiliyor ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin getirdiği standartlar yakalanmaya çalışılıyor.
Anayasa’nın 143. maddesinde 18 Haziran 1999 tarihinde yapılan yapılan değişiklikle, DGM’lerde yer alan asker üyelerin yerine sivil yargıçların atanması sağlanıyor.
Ardından 13 Ağustos 1999 tarihinde bir değişiklik daha yapılıyor. Dikkat edelim AKP henüz iktidarda değil, AKP iktidara gelmeden yapılıyor bu değişiklikler. 13 Ağustos 1999 değişikliğinde 47, 125. ve 155. maddeler yeniden düzenleniyor ve “özelleştirme” kavramı gündeme geliyor. Kamu hizmeti imtiyaz sözleşmelerinde doğacak uyuşmazlıkların, ulusal ya da uluslararası tahkim yoluyla çözümlenebilmesine olanak tanınıyor. Ayrıca bu kapsamdaki Anayasa değişiklikleri ile Danıştay’la ilgili değişikliler de gerçekleştiriliyor..
2001 yılında bir değişiklik daha yapılıyor. Bu değişiklikte anayasanın pek çok maddesinde değişiklikler yapılıyor. Yirmiye yakın madde değiştirilmiş ve kapsamlı değişikliklerden birisi. Tek tek bu değişikliklerin kapsamından bahsetmek mümkün değil (13, 14, 19, 20, 21, 22, 23, 26, 28, 31, 33, 34, 36, 38, 40, 41, 46, 49, 51, 55, 65, 66, 67, 69, 74, 86, 87, 89, 94, 100, 118. ve 149. Maddelerde değişiklik yapıldı.)
Yedinci değişiklik de AKP’den önce yapılıyor. Ahmet Necdet Sezer’in milletvekillerinin özlük ve emeklilik haklarına ilişkin maddeyi referanduma götürme kararının ardından 86. Maddedeki düzenlemeyle ilgili bir değişiklik yapılıyor.
Özetle, AKP’nin iktidara gelmesinden önce de Anayasa’da kapsamlı değişiklikler yapıldı. AKP’nin iktidara gelmesinden sonra ilk değişiklik 26 Aralık 2002 tarihinde yapılıyor ve 76 ve 78 maddeler değişiyor. ”Milletvekilliği Seçilme Yeterliliği” başlıklı maddede yapılan değişiklik ile ”ideolojik veya anarşik eylemlere” ifadesi ”terör eylemlerine’‘ şeklinde değiştiriliyor.
AKP döneminin ikinci değişikliği, (10, 15, 17, 30, 38, 87, 90, 131. ve 160. maddelerinde değişiklik yapıldı.) 143. madde yürürlükten kaldırıldı. Anayasa Avrupa Birliği’ne (AB) uyum çalışmaları çerçevesinde değiştirildi.
21 Haziran 2005 tarihinde yapılan değişiklikle 133. maddedeki Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK) üye seçimine ilişkin düzenleme kabul ediliyor.
29 Ekim 2005 tarihinde 11. değişiklik yapılıyor. Bu değişiklikte, 130, 160, 161, 162. ve 163. maddelerde yeni düzenlemeye gidiliyor. 13 Ekim 2006 tarihinde yapılan değişiklikle 30 olan milletvekili seçilme yaşı 25’e indiriliyor… 10 Mayıs ve 31 Mayıs 2007’de değişikliler yapılıyor. 16 Ekim 2007 ve 9 Şubat 2008 tarihlerinde de değişiklikler yapılıyor…
Bir değişiklik de darbenin 30. yılında 12 Eylül 2010’da yapılıyor. Bu pakette de birçok değişiklik gündeme geliyor. Kapsamlı ve referandumla yapılıyor. Aynı zamanda. Yüzde 57,9 “Evet” oyuyla gerçekleşiyor bu değişiklik. 2018 yılında yapılan değişiklik de en bilinen değişiklik belki de. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne imkân sağlayan değişiklik.
Dönüp baktığımızda 1982 Anayasası’nın üçte ikisi dünden bugüne değişmiş görünüyor. Ama en başta dediğim gibi tüm bu değişikliklerde bir tutarlılık olmadığı için -kimisi parlamenter sistemle ilgili, kimisi Avrupa Birliği ile ilgili, kimisi hakları genişleten kimisi daraltan değişiklikler- anayasanın kendi içinde bütünlüğü de kalmamış oluyor.
Şimdi, otoriterleşme bağlamına gelecek olursak son on yıldır gerçekleşen otoriterleşme eğilimi ile bu anaysa değişikliğinin elbette ilgisi var. Bu otoriterleşmenin Gezi Direnişi’nin ardından ayyuka çıktığını, görünür hâle geldiğini söyleyebiliriz.
Otoriterleşme eğilimiyle bugünkü anayasa değişikliği tartışmaları arasında temel bağlantı, mevcut cumhurbaşkanımızın iki defa seçilmiş, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine imkân verildiğinden sonra üçüncü defa seçilmiş olmasıdır.
Sonraki seçimlerde de Erdoğan kazanıyor. 18. Anayasa değişikliğinin ardından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğinde deniliyor ki “Sistem değişti” o yüzden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiği için o dönemin lafıyla “Kontörü sıfırladık şimdi birden başlıyoruz” deniliyor. Gerçekten hukuka çelme takmak gibi bir şey bu. Halbuki hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencisinin bu temel probleme bu şekilde cevap vermesi dersten kalmasına sebep olacaktır.
Yeni bir rejimden bahsedebilmek için tam da Fransızlardaki anlamıyla kullanıyorum -biliyorsun Fransızların cumhuriyeti numaralandırmasının sebebi “Yeni bir anayasa yeni bir rejim yeni bir cumhuriyet” der Fransızlar- şimdi Anayasa’nın değişmesi ayrı bir şeydir anayasa değişikliği ayrı bir şeydir.
Söz gelimi, 1982 Anayasası’nın 97 maddesini değiştirdik… Neyi değiştirirseniz kaç maddesini değiştirirseniz değiştirin 1982 Anayasası’dır bu. İsterseniz bir sonraki sene 97 maddesini yine değiştirin… Örneğimize devam edelim, bir 2025 Anayasası yapıyoruz. Bu anayasanın 99 maddesi 1982 Anayasası ile aynı olsun. Ne olursa olsun, farklı bir anayasa olur…
Şimdi bir önceki seçimlerde “Anayasa değişikliği oldu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtik” gibi söylemlerle ki CHP ve diğer muhalefet partileri de buna bir anlamda ortak oldu ve üçüncü bir kere Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. Şimdi artık bu şans da kalmadı. Yani nereye geçeceksiniz, halkı neyle kandıracaksınız?
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ın aday olabilmesinin iki yolu var. Ya anayasanın değiştirilmesi ya da erken seçim. Herhalde parti kurmayları bu ekonomik ortamda erken seçime gidilmenin çok da efektif bir durum olmadığını düşünüyorlar, dolayısıyla yeni bir anayasanın ortaya konması gerektiğini düşünüyorlar.
Yeni bir anayasanın kabul edilmesi durumunda -söz temsili adına 2025 Anayasası diyelim- hiçbir hukuki problem olmaksızın iki kere daha seçilme hakkı verecektir müstakbel adaylara bu yeni Anayasası. Örneğin, Ahmet Necdet Sezer de iki defa daha seçilebilir; Atatürk de seçilebilir iki, defa deha; Süleyman Demirel de -eğer ikisi de yaşasalardı- seçilebilirlerdi.
Otoriterleşmeyle alakalı tarafı bu. Tayyip Erdoğan iktidarını devam ettirebilmek için anayasayı değiştirmeye çalışıyor. Anayasa değişikliğinin otoriterleşmeyle ilgisi tam olarak burada.
Bizim Tayyip Erdoğan’ın 5-6-7-8 kez seçilmesi için değil, daha özgürlükçü, sosyal, laik ve çoğulcu bir anayasa olsun diye yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Birileri daha çok seçilsin diye değil. Aksi takdirde anayasayı değiştirelim, “Tayyip Erdoğan ölene kadar seçilebilir.” diye madde ekleyelim sorun çözülsün…
“MUHALAFET BİR ÖNCEKİ SEÇİMDE ÇOK CİDDİ BİR YANLIŞ YAPTI”
2024 yerel seçimlerinin ardından birinci parti olan CHP, beklenilenin aksine iktidar paydaşlarıyla “normalleşme-yumuşama dönemi” bağlamında görüşmeler yaptı ve görüşmeler sürecek gibi görünüyor. Sizin de belirttiğiniz gibi muhalefet, Erdoğan’ın yeniden seçilmesi bahsinde “İktidara ortak oldu” diyebiliriz. Muhalefet yeni anayasa yapım sürecinde iktidara destek verir mi?
Bir önceki seçimde çok ciddi bir yanlış yapıldı. Milet İttifakı’nın bileşenleri, “Ya biz şimdi Anayasa Mahkemesi’ne gidersek Erdoğan’ı tekrar mağdur konumuna getirmiş oluruz. Biz bu topa hiç girmeyelim, bu anayasa hiç çiğnenmiyormuş gibi yapalım. Nasılsa kazanırız” dediler.
Ama işte gördük ki bu iş zincirleme bir “şöyle olursa böyle olur” gibi varsayımlarla ilerlemiyor. Yineliyorum, Erdoğan’ın üçüncü defa seçilmesi bir hukuk fakültesi öğrencisine sorulsa ve “Seçilir!” dese, o öğrenci derslerden geçemez. Ama şimdiki tartışmalarda gördüğüm kadarıyla, ana muhalefet partisi bu topa yaklaşmayacak gibi duruyor.
İktidar bloğu ise 1921 Anayasası’nı referans göstererek farklı toplumsal kesimleri yanına çekmeye çalışacak. 1921 Anayasası çok sorunlu bir anayasa. 1921’in Ocak ayında başlayan ve 1924 yılında sona eren bir anayasadan bahsediyoruz. Bu anayasada devletin şekli belli değildir, cumhuriyet belli değildir, konvansiyonel sistem vardır.
“1921 Anayasası ruhu” falan filan söylemleri var. Bu otoriterleşmeyi devam ettirebilmek için kartları açma, tüm tuşlara basma durumu var. Şimdi burada bir özerklik meselesi var. “Kürt siyasetçilere sempatik gelir de acaba bizi desteklerler mi” gibi bir düşünce var… Kürt siyasetçileri kucaklarken muhafazakâr-milliyetçi kesimleri kucaklamak mümkün mü sorusu da gündeme gelir tabii ki. 1921 Anayasası’nda “Devletin dini” bahsi var bir de yanlış hatırlamıyorsam ikinci maddede… Bunu da göz önünde bulundurmak gerekir.
Sen söylemeden ben söyleyim, 1921 Anayasası tam bir yama anayasasıdır. Bunu, onu, küçümsemek için söylemiyorum. Onu bir “yama” yapan nedir? Her yeni anayasa bir önceki anayasayı lağveder. 1876 Anayasası ile 1921 Anayasası arasında böyle bir bağ kurulabilir mi? 1876’ya bir ek, bir tamamlayıcı bir yama gibidir.
O günün Türkiye’sinin şartları ile hem de başka bir anayasaya eklemlenerek ortaya çıkan bir anayasanın bugünün Türkiye’sinde yeni bir anayasa bağlamında değerlendirilmesi tam bir çılgınlık olur. Bunun çok büyük bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum. 1876 bile derde derman olur, 1924 olur, 1961 -tabii abartıyorum ama- 1921 bugünün ihtiyaçlarıyla ve modeliyle uyuşacak bir anayasa değildir
Son olarak, yeni anayasa tartışmaları siyasi gündemi daha fazla meşgul edecek mi? Yeni anayasa yapılabileceğini düşünüyor musunuz?
Ben böyle yeni bir anayasanın önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar yazılabileceğini düşünmüyorum. Demirel’in sözlerine atıf yaparak siyasette 1 yıl çok kısadır, 1 gün çok uzundur diyebilirim.
Ama yine de görünen köy derler ya, yolun bize gösterdiği şey yeni bir anayasanın yazılıp referandumla önümüze gelmesinin çok mümkün görünmediğidir.