Bir Kuyruk ve Ötesi

77. Cannes Film Festivali’nin bitmesine sayılı gün kaldı. Son birkaç gündür festivalde gösterilen filmler, yarışan oyuncular, ödüller ve adaylıklar kadar konuştuğumuz naçizane bir görüntü var, o da Cate Blanchett’in kuyruğu! 

Usta Oyuncu, ödül törenine uzun kuyruklu bir siyah bir elbiseyle katıldı ve kırmızı halıda yürürken eteğin kuyruğunu havaya kaldırarak iç astarın beyaz ve yeşil işlemesiyle birlikte, kırmızı halıyı da görüntüsünün bir unsuru haline getirerek bir Filistin bayrağı “imgesi” oluşturdu. Tabii İsrail lobisinin başta kültür sanat camiası olmak üzere Batı üzerinde kurduğu bir diğer “demir kubbe” o denli kuvvetli ki, Blanchett kadar başarılı ve göz önünde bir sanatçının verdiği iki üç saniyelik ipucundan hallice bir görüntü bile insanları heyecanlandırmaya yetiyor

Zira özellikle son birkaç ayda gördüğümüz manzaralarda Filistin ile dayanıştığı için yaka paça gözaltına alınan öğrenciler, sahnede Filistin’e destek verdiği için Avrupa’nın en büyük şarkı yarışmasından diskalifiye edilen yarışmacılar, Filistin’e dair en ufak bir çağrışımda bulunabilecek tüm objeleri içeriye sokmayı yasaklayan bienaller ve daha fazlası… Tüm bu ablukanın kenarından göz kırpan bu denli ufak bir “eylem” gerçekten takdire şayan mıdır ya da Blanchett ve diğer ustalara düşen protestolar gerçekten bu mudur?

Filistin soykırımı olağandışı vahşetiyle tüm dünyanın gözü önünde seyrededursun, Batılı hükümetler demokrasi ve ifade özgürlüğü konusunda korkunç bir tavır sergiliyorlar. Aydınlanmanın beşiğinde de “üçüncü dünyanın” kolluk kuvveti saldırıları, sansür duvarları ve siyasi engellemeleri kendine yer bulur oldu. Bu ablukadan en büyük payını alan da şüphesiz ana akım medya ve “yüksek” sanat. İsrail lobisinin deyim yerindeyse kıskacındaki kültür sanat dünyası, Siyonistlerin ağına takılan hiçbir kuşu da uçurtmuyor. Dolayısıyla yukarıda da söylediğim gibi festivallere “herhangi bir siyasi sembolle katılmak yasak.” Meaili, tahmin ettiğiniz gibi, Filistin yanlısı protesto ve eylemlerde bulunmamak. 

Yine de tüm bu sansür ortamının hakkından gelecek eylem de kırmızı halıda yürürken eteğin kuyruğunu düzeltir gibi yaparken birkaç saniyelik nereye çeksen oraya gidebilecek bir poz vermek mi, açıkçası ben emin değilim. Ortada bilinçli bir protesto olup olmadığından emin dahi olamadığımız bu eylemden ötesini Blanchett, ya da bir başkası, yapamaz mıydı mesela? Ya da yapılmamış mıydı zamanında? Marlon Brando, Amerikan film endüstrisinin Amerikan yerlilerine karşı sergilediği taraflı tutum gerekçesiyle Oscar ödülünü, sahneye bizzat Amerikan yerlilerden Sacheen Littlefeather’ı çıkararak reddetmemiş miydi? Ya da Vietnam Savaşı sürerken Amerika’daki kültür sanat festivalleri ve ödül törenleri şaşaalı protestolara ev sahipliği yapmamış mıydı mesela?

Şüphesiz bu sorulara yanıt aramadan önce o yılların sol rüzgârları esen politik iklimiyle günümüz tek kutuplu dünyasının gün geçtikçe daha da sağa kayan ve muhafazakârlaşan ortamı arasındaki farkı şerh düşmekte fayda var. Cüneyt Arkın’ın bile Maden filmini çektiği yıllardan bahsediyoruz zira. Ancak yine de ne mevcut siyasi dinamikler ne de yukarıda tarif etmeye çalıştığım tüm bu abluka eylem ve eyleme konusunda bu denli geri düşmeyi gerektirecek bir ortam yaratmıyor diye düşünüyorum. Bu tarz göz yanılsamalarına başvurup zekâ kullanarak egemenleri alt etmeyi gerektirecek somut koşulların Cannes Film Festivali’nde Blanchett için olgunlaştığını düşünmüyorum çünkü. 

Yıllardır işgal altındaki topraklarda açık bir cezaevindeymişçesine bir yaşam sürdüren Filistinlilerin, bayraklarını açamadıkları için bayrağın renginde olan karpuzu kendilerine sembol seçmelerine sebep olacak koşullar Blanchett için söz konusu değil mesela. Ya da törene alınmayacağı için cübbesinin içine Filistin bayrağı saklamak zorunda kalacak bir üniversite öğrencisi değil kendisi. Dolayısıyla da tüm bu “detaylar” yeniden o soruyu gündeme getiriyor desek yeridir: Fazlasını yapamaz mıydı?

Gerçekten, yapamaz mıydı? Yapamazlar mıydı? Yapılamaz mıydı? Blanchett kırmızı halıda “gerçek” bir bayrak açsa yaka paça törenden atılmazdı diye düşünüyorum mesela. Veyahut, velev ki atılsaydı? Atılmayı göze alamaz mıydı? Filistin’le dayanışmaya talip olacak esaslı bir sanatçının, öğrenciler ve akademisyenler şiddetle gözaltına alınırken, daha da direkt konuşmak gerekirse Gazze’de her gün binlerce insan katlediliyorken, bir iki hır gür, üç beş törenden men edilme, birkaç film projesi iptali göze alması gereken bedeller değil midir? Veya bunların hiçbirini göze almak istemiyorsa şayet, Filistin bayrağı sokmanın yasaklı olduğu bir festivale katılmayacağını belirten açık bir mektup yazsaydı, çok daha hakiki bir duruş sergilemiş olmaz mıydı? 

Sanıyorum tüm bunlar o kadar da olanaksız değil. Mücadele etme biçimlerinin; slogan atma, yürüyüş tertipleme, barikat zorlama gibi demirbaş denilebilecek geleneksel yöntemlerden çok daha ötesini kapsadığını düşünüyorum. Aynı zamanda toplumun her kesiminden insanın, bizzat kendi bulundukları alanda, “kendilerince” eylemlerde bulunarak başkaldırmalarının, kendi kimliklerini mücadeleye katmalarının yabana atılamayacak kadar kıymetli olduğunun kanaatindeyim. Dolayısıyla şüphesiz ki usta bir oyuncudan bir film festivalinde bir siyasi parti lideriymişçesine bir demeç vermesini ya da slogan atmasını beklemek gerçekçi olmadığı gibi haksızlık da olur. Ancak apaçık bir soykırıma tanıklık ettiğimiz şu günlerde her birimizin, hele ki sanatçının payına düşen de PR çalışması olarak bile yorumlanmaya açık bir frikikten de ötesidir. Bu yazıyı da Filistinli Yazar-Şair Muhammed El-Kürd’ün “Yağmur yağacak” adlı yazısından bir kısımla kapatalım. Çevirisi  Cüneyt Bender’e ait: 

Şüphesiz işgalin ve sömürgeleştirmenin hedefiyiz, koşulların ürünleriyiz ama bundan çok daha fazlasıyız da. Kanlı tarihimizin her döneminde vahşete uğradık, yas tuttuk, mülksüzleştirildik, sürüldük, aç bırakıldık, katledildik, hapsedildik ama dünyanın bütün dehşetine rağmen olanlara boyun eğmeyi reddettik. Her katliam ve istilaya karşılık, savaşmak için derme çatma veya ağır silahlarını (molotoflar, tüfekler, sapanlar, roketler) ellerine alan erkekler ve kadınlar oldu, oluyor. Mücadele hep vardı, yaseminler de. (…) Amansız hava saldırılarının ve yerle bir edilen şehirlerin yarattığı tahribatın ortasında, dikkatimizi çiçek açan yaseminlere vermek beyhude görünebilir. Ancak her şeye bakmayı, her şeyi aramayı önce kendimize borçluyuz. Büyük resmi tüm ayrıntılarıyla görmeyi… Ne kadar ölümcül, hain ve acımasız olsa da Nakba sonsuza dek sürmeyecek. Dünya değişiyor çünkü değişmek zorunda. Tohumlar cehennemde bile filizlenebiliyorsa, devrim de filizlenebilir.

 

Filistin Dayanışmasına Ortak Olmak: Filistin İçin Bin Genç

Vietnam’dan Filistin’e, Gençlik Savaşa Karşı Direniyor

Slavoj Žižek: İsrail – Filistin savaşındaki gerçek bölünme çizgisi…