Öğretmenler Birleşiyor: Sözleşmeli Kölelik Düzenine Hayır

Bir eğitim-öğretim dönemi daha sona eriyor. Okullar kapanınca eğitimden uzaklaşan öğrencileri uzun bir yaz dönemi beklerken öğretmenler de yeni dönem başlamadan önce türlü sıkıntılarla mücadele ediyor. Bilhassa özel sektör öğretmenleri için, yaz tatilinin ufukta belirdiği bu günlerde buhranlı günler başlıyor.

Türkiye’de bilindiği gibi çözüm bekleyen pek çok toplumsal kriz arasında eğitim sorunlarını ayrı bir köşeye almak gerek. Bu sadece eğitimin toplumu biçimlendiren, ona yön veren yanından ötürü değil özel sektör-kamu ayrımı dolayısıyla emek sömürüsüne uğrayan yüz binlerce öğretmenin durumuna ilişkin bir saptama. 

2014’ten beri özel teşvik, destek ve vergi indirimleriyle özel okulların ve özel eğitim veren kurumların sayısındaki inanılmaz artış, sektörün büyüdüğü yönünde bir ekonomik algı barındırsa da aslında devlete ataması yapılmayan (atanmayan değil, ataması yapılmayan) öğretmenlerin yaşadığı sorunların çığ gibi büyümesine neden oldu. Son yıllarda teşviklerin de kaldırılması ve pandemi döneminde ortaya çıkan krizle birlikte özel okullar, giderek şirket yönetimine benzer bir yapı içinde hareket alanı buluyor. Özel okullarda Milli Eğitimin verdiği maaşlarla kıyaslanmayacak kadar düşük ücretle çalışan ve bu anlamda ucuz işgücü olarak görülen öğretmenler, eğitim ödenekleri ödenmeden, güvencesiz ve son derece esnek koşullarda, çoğu zaman mobbing baskısı altında, gelecek kaygısı içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Bütün bunların yanında bir de yıl sonu geldiğinde çalıştıkları kurumun onlarla sözleşme yenileyip yenilemeyeceği endişesine maruz kalıyorlar. Eğer işten çıkarılırlarsa sözleşme dönemini bilinçli bir tutumla geciktiren okul yönetimleri yüzünden işsiz kalma riskiyle yüz yüze geliyorlar.

Böylesine bir ortamda Fikir Gazetesi olarak özel sektör öğretmenlerinin sözleşme dönemi yaşadıkları sıkıntıya yeniden bakmaya ve sorunların nasıl çözülebileceğine ilişkin görüşleri öne çıkarmaya çalıştığımız dosyamızda Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası İzmir temsilcisi Zeliha Şemin Büyükyılmaz, sendika avukatı Erdoğan Akdoğdu ile görüştük. Ayrıca adını vermek istemeyen iki öğretmen sözleşmeli çalışmaya dair deneyim ve görüşlerini bizimle paylaştı.

ÖZEL SEKTÖRDE SÖZLEŞME DÖNEMİ NE DEMEK?

Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası İzmir temsilcisi Zeliha Şemin Büyükyılmaz öğretmenlerin yaşadıkları sıkıntıların temelinde yer alan sözleşmeli çalışma koşullarına dair sorularımızı yanıtladı. Her eğitim öğretim dönemi başında bir yıllık sözleşmeler imzalandığını söyleyen Büyükyılmaz, sözlerini “Nisan Mayıs, bazen de Haziran aylarında öğretmenler müdür ya da kurucu ile görüşür ve yeni dönemin şartları belirlenir. Bu aylarda belirlenen zam oranları Ekim ayında öğretmenlere yansıtılır. Eğer kurucu bir öğretmenle yeni dönemde anlaşmayı istemezse süreci uzatıp diğer öğretmenlerle görüşürken devam etmeyeceği öğretmeni en sona bırakır. Yeni döneme dair hiç bir şey imzalanmaz ise işyeri sizin iş akdinize son vermiş sayılır.” diye sürdürdü. Bu noktada öğretmenlerin ciddi bir tehditle karşı karşıya kaldığını belirten Büyükyılmaz, yaşanan sorunları “Çoğu zaman bu sürecin uzama hâli diğer okulların öğretmen ihtiyaçlarının sona ermesi ve öğretmenin işsiz kalmasına varabiliyor. Bu sürecin yarattığı güvencesizlik bir yana, diğer yandan da öğretmenler her yıl tekrar eden psikolojik savaş içinde eğitime devam ederler. Süreli sözleşmeler, yeterliliği tartışılsa da, her emekçinin güvencesi olan kıdem tazminatı hakkına ulaşımı da engelliyor. Öğretmenler her yıl sözleşme döneminde sadece bir evin kirasına dahi yetmeyen maaşlar için  performans değerlendirmesine tabi tutuluyor, fikirlerinin, sosyal medya paylaşımlarının hatta kıyafet tercihlerinin dahi değerlendirildiği bir süreci tekrar ediyorlar.” şeklinde açıkladı.

SENDİKAL ÖRGÜTLENME ŞART!

Öğretmenlerin yaşanan bu sıkıntılara karşı birlikte hareket edebilecekleri, örgütlenebilecekleri sendikaların çalışmalarını, öğretmenlerin Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasına karşı tutumlarını sorduğumuzda Zeliha Şemin Büyükyılmaz “Öğretmenlerin hemen hepsi sendika eylemliliklerini takip ediyor. Sendika üye sayısının 13 bine yaklaşmasının yanında üye sayısı her geçen gün artmakta.” dedi. “Süreli sözleşmelerin yarattığı güvencesizlik ve sınırları net çizilmemiş öğretmenlik meslek kanunu, öğretmenleri yasal hakları olan sendikaya üye olmak konusunda kaygıya düşürüyor. Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu sendikal faaliyetlere katılmak söz konusu olduğunda kurumlarında sorun yaşama, dolayısıyla işsiz kalma kaygısı yaşıyorlar.” 

Peki, öğretmenlerin sorunlarını çözmek için neler yapılmalı? Zeliha Şemin Büyükyılmaz’a göre Bakanlığa bu konuda büyük görev düşüyor. Yapılabilecekleri şöyle sıralıyor Büyükyılmaz: 

“Sınırları net çizilen, özel sektördeki sömürü koşullarını sona erdirecek bir öğretmenlik meslek kanunu ve bunun denetimi hızla sağlanmalı. Özel sektöre emek verenler de MEB personelidir ve atamaları MEB’e yapılır. Yetki, sorumluluk, ödül ve cezalar ile bunların uygulanmasında ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na bağlı çalışmaktadırlar. Ödül ve cezalar kanunu söz konusu olduğunda özel sektör öğretmenlerini kapsayan yasalar, kurumların hukuksuz uygulamaları ve güvencesizlik olduğunda öğretmenleri kapsamın dışına itmektedir.”

“BAKANLIK ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMALI”

Büyükyılmaz “Devletin ücretsiz, eşit koşullarda ve  nitelikli eğitimi vermemesi sonucu yerel belediyeler çeşitli eğitim kurumları, kurslar, kreşler açarak var olan açığı kapatmaya çalışmaktadır.” diyerek yerel yönetimlerin eğitim konusundaki sorumluluğunu vurguladı ve şöyle devam etti: “Fakat sosyal devlet anlayışı gereği eğitimde fırsat eşitliği sağlamak için açılan eğitim kurumlarının pek çoğunda da benzer güvencesizlikler görülmekte. Liyakatsiz atamalar, yönetim değişikliği sonrası kapatılan kurumlar, işsiz bırakılan öğretmenler, düşük ücretler… Kamu kaynakları ile eğitimde ihtiyacı karşılamak için başlayan uygulamaların başka bir sömürüyü yaratması, sorunun daha da derinleşmesine yol açmaktadır. Yerel yönetimler iyi bir planlama, liyakatli atamalar ile eğitimdeki öğretmen sömürüsünü ve giderek artan  rant düzenine karşı bilimsel, çağdaş eğitim modeli geliştirerek örnek bir uygulama ile kamucu bir bakış açısı için örnek  bir yol çizmelidir. Ayrıca yerel yönetimler kentlerde özel sektör öğretmenlerini ve kamudaki öğretmenleri, indirimli ulaşım gibi haklar konusunda eşitleyerek Milli  Eğitim Bakanlığı’nın ayrıştırıcı politikasına karşı muhalefetinin samimi olduğunu göstermelidir.”

Peki bu konuda bakanlığın bakışı nasıl, üretilen politikalar yeterli mi? Büyükyılmaz’a göre bu hususta da ciddi çelişkiler var. Bakanlığın özel sektör öğretmenlerini tanımaması, görmezden gelmesi sıkıntıların başında geliyor. Zeliha Şemin Büyükyılmaz bu durumu şöyle açıkladı:

“Bakanlığın sektörde çalışan yarım milyona yakın özel sektör çalışanını “öğretmen” olarak görmeme gibi bir söylemi var.  Devlet eğitim yükünden kurtulmak için özel sektörün önünü açıp kurum sahiplerini destekleyecek pek çok girişimde bulunurken, eğitimin en öncül paydaşı olan öğretmenlerin, koşullarımızı iyileştirecek hiçbir şey yapmıyor. iktidar attığı her adımda bu alandaki eğitim tüccarlarının yani patronların önünü açacak hamlelerini yasal kılıfa uyduruyor.  Bunu yaparken bakanlık ve üst bakanlıkların çeşitli açıklamaları ile  sermaye ile kol kola ticaret mantığı ile eğitim sermaye ilişkisini sürdürüyor. Bu kâr odaklı eğitim beraberinde öğretmenlerin gecelere kadar uzun mesai saatlerine maruz kalması, temel ihtiyaçlarını karşıladıkları insani çalışma koşullarının sağlanmaması ve emeğinin tam karşılığını alamaması gibi birçok problemi de beraberinde getiriyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimlerini yaparken öğretmeni gözetmesini, 2014 yılından önce zaten yasada var olan taban maaş hakkımızı geri getirerek öğretmenin yanında olduğunu ispatlamasını istiyoruz. Bizim şimdiye kadar görmediğimiz, Milli Eğitim Bakanlığı’nın özel sektör öğretmenleri için attığı somut adımlara ihtiyacımız var.”

TABAN MAAŞ SORUNU

Özel sektör öğretmenlerinin gündeminde bir de taban maaş uygulaması var. Son düzenlemelerle özel sektör öğretmenlerinin maaşı kamuda diğer öğretmenlerin aldıkları maaşın epey gerisinde kaldı. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, taban maaş uygulamasının Meclise sunulacağını söylemişti. Fakat sonra bir televizyon programında buna yetkisi olmadığını açıkladı. Zeliha Şemin Büyükyılmaz, taban maaş konusunun 2014’teki düzenlemeden sonra öğretmenleri çok zor koşullarda çalışmaya ittiğini şöyle açıkladı:

“Taban maaş 2014 yılına kadar özel okul öğretmenlerine yasal güvence sağlayan bir hak olarak tanımlıydı. 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9. maddesinin 2. fıkrası 14/03/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6528 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlükten kaldırılan maddede, ‘Okullarda yöneticilik ve eğitim öğretim hizmeti yapanlara, kıdemlerine göre (emekliler hariç) dengi resmi okullarda ödenen aylık ile sosyal yardım kapsamındaki ek ödeme tutarlarından az ücret verilemez.’ hükmü yer almaktaydı. Bu maddenin kaldırılmasının ardından Millî Eğitim Bakanlığına bağlı faaliyet sürdüren özel öğretim kurumlarında çalışan yüz binlerce öğretmen düşük ücretlerle, güvencesiz koşullarda çalıştırılmaya başladı.” 

“26 MAYIS’TA TABAN MAAŞ HAKKIMIZ İÇİN ANKARA’DA OLACAĞIZ”

Büyükyılmaz, bu sorunun çözümü için sendikanın çalışmalarına dair yapılanları aktardı: “Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası olarak bizler bu yasal güvencesizliğin önüne geçilebilmesi için 5580 sayılı Kanun’un ilgili maddesi tekrar yürürlüğe girmesini, 2014 yılında Özel Öğretim Kurumları Kanunu’ndan çıkarılan “Taban Maaş” uygulaması geri getirilmesini talep ettik ve ediyoruz. Bu talebi güçlendirmek için Türkiye’nin her yerinde eylemlilikler gerçekleştirdik. 29 Ocak’ ta Ankara’da gerçekleştirdiğimiz eylem ve kararlılığımız sayesinde Taban Maaş Yasası’nın hazırlanması ve bu sürece Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın da müdahil olması konusunda siyasi ve bürokratik girişimlerimiz önemli bir aşama kat etti. Yaptığımız eylem sonrası Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeniden düzenleme sözünü verip nisan ayını işaret ettiği aşama, mücadelemiz için önemli bir adımdır. Sendikamız geçtiğimiz günlerde “Taban Maaş” konusundaki kararlılığını yinelemek için tüm illerde on beş bin imza toplayarak Bakanlığa giderek sürecin takipçisi ve çözümün ortağı olduğunu gösterdi. 

Geldiğimiz aşamada bakanlık verdiği söz ile ilgili açıklama yapmadığı gibi bakan Yusuf Tekin katıldığı programlarda 2014 yılında görev yaptığı bakanlık tarafından kaldırılan Taban Maaş Yasası’nın yetkisinin dışında olduğunu belirmiştir. Açlıkla ve güvencesizlikle sınanan binlerce eğitim emekçisinin talebine kulak tıkayan bakanlık verdiği sözlerde de açıkça geri adım atmıştır. Bizler kararlılığımızı göstermek için yeniden ülkenin her yerinden gelecek arkadaşlarımızla 26 Mayıs’ta Ankara’da meclis önünde haklı talebimizi gür bir sesle dile getireceğiz. Mutlaka ‘Taban Maaş’ ve meslek onurumuzu yeniden kazanacağız.”

BU KOŞULLARDA EĞİTİMİN NİTELİĞİNDEN NASIL BAHSEDEBİLİRİZ?

Bütün bu zorlayıcı koşullar içinde üzerinde asıl durulması gereken konuysa eğitimin niteliği. Öğretmenlerin içinde bulunduğu güvencesiz çalışma ortamından başta öğretmenler, ardından da  hem doğrudan hem dolaylı olarak öğrenciler etkileniyor. Zeliha Şemin Büyükyılmaz eğitimin ‘özel’leşmesine dikkat çekerek öğretmenin sömürüldüğü paralı eğitim ortamının sıkıntılarını şöyle açıkladı:

“Eğitim, tüm öğrencilere eşit koşullarda ve ücretsiz verilmesi gereken temel bir hak. Eğitimin alınır satılır bir metaya dönüşmesi kurumda idarecileri işveren, veli ve öğrencileri -memnuniyeti sağlanması gereken- müşteri hâline getiriyor. Hâl böyle olunca veliler verdikleri tonlarca paranın hakkını almak isteyerek eğitim her aşamasına müdahil oluyor, patronlar ise deyim yerindeyse ‘müşteri kaçırmamak’ için öğretmene baskı yaparak sınıf içi iletişimin veli tarafından yönlendirilmesine izin veriyor. Eğitim sürecine eklenen tüm bu girdiler sınıf içi demokratik ortamın yaratılması, çağdaş, bilimsel ve evrensel değerlere sahip bir eğitim süreci planlamanın olanağını ortadan kaldırıyor.”

“İTİRAZLARIM YÜZÜNDEN GÜNAH KEÇİSİ BEN OLDUM, SÖZLEŞMEYE ÇAĞRILMADIM”

Sözleşme döneminde pek çok öğretmen kurumlarıyla sorun yaşıyor, çoğu kez üzeri örtük biçimde mobbinge ve baskıya maruz kalıyor. Sözleşme döneminin sonunda işten çıkarılan ve pek çok okul öğretmen alımlarını bitirdiği için zor durumda kalan yüzlerce öğretmen açıkta kalabiliyor. Bu sorunu yaşayan öğretmenlerden biri olan Mert Bey,(*) yaşadığı deneyimi ve görüşlerini bizimle paylaştı:

“Özel okullarda genel anlamda okul idaresinin ve patronların her dediğini yapan ve kendi zümresi ile yaşadığı sorunları bir üste olduğu gibi aktaran bir zümre başkanı profili var. Eğer branşdaşı arkadaşı bir itirazda bulunuyorsa günah keçisi olmaktan kurtulamıyor. Bu durum benim başıma geldi. Zümre içinde kararlaştırılan çalışmalarla ilgili, mobbinge varan düzeyde zorlamalar gerçekleşiyordu. Özellikle de görev tanımımızda olmayan işlerle ilgili keyfi uygulamalardı bunlar. Çalıştığımız grupta epey genç öğretmenler de var, mesleğe yeni başladıkları için herhangi bir yaptırım olabileceği korkusuyla zümre başkanının kraldan çok kralcı tutumuna karşı gelemiyorlar, seslerini çıkaramıyorlardı. Özellikle zümre başkanının şu şu yapılacak, şöyle yapılacak, olmazsa tutanak tutulur, şöyle sorunlar çıkar diye gözdağı verdiği bazı durumlar oldu ve sessiz kalamadım. İtirazlarımı hem zümrede hem de ayrıca kendisine ilettim. 

Dönem boyunca bölüm başkanının çalışma koşullarıyla ilgili zorlamaları, üstten bakan mobbinge varan tavırları devam etti. Bir de özel okullarda okul yönetimi genelde hangi öğretmenlerle devam edeceğine zümre başkanının sözüyle karar verir. Öğretmenle doğrudan iletişime geçmezler. İşleyişte yaşanan sıkıntıları, zorla yaptırılan çalışmalara karşı itirazlarınızı dile getirirseniz günah keçisi ilan edilirsiniz.  Bu durum da sözleşme döneminde su yüzüne çıkar. Bana da böyle oldu. Bölüm içinde işleyişle ilgili itirazlarım bölüm başkanını rahatsız etti ve günah keçisi ben oldum. Sözleşme dönemi geldiğinde görüşmeye çağrılmadım. Sonra da benimle anlaşma yapılmayacağı tarafıma iletildi. Gerçi anlaşma olsaydı bile gelecek yıl için sunacakları teklif, asgari ücretin çok az üstü bir rakamdı. Üstelik düşünün sonraki yıl için önerilen bu ücret, haftalık 40 saati ve tüm esnek ek çalışmaları kapsıyordu.

Ben bu süreçte şanslıydım, başka bir okuldan gelen teklifi değerlendirme fırsatım oldu, ancak çoğu öğretmen bu kadar şanslı olmayabiliyor. Öğretmenler genelde çaresizlikten kendilerine dayatılan yoksulluk sözleşmelerini kabul ediyor. Eğer öğretmenler dayatılan bu açlık ücretlerini ilk elden toplu bir şekilde reddedebilseler, okulun idaresi ve patronları önerdikleri ücretleri gözden geçirmek zorunda kalırlardı. Çoğu öğretme onca yoğun çalışmaya rağmen ekonomik durumunu düzeltmek için okuldan alamadığı ücreti dışarıdaki bir kurstan ya da özel derslerden almak zorunda kalıyor. Ama öğretmenlerin büyük kısmı buna zaman ve imkân da yaratamıyor. Kaldı ki böylesine bir çalışma temposu da hem zihinsel hem fiziksel açıdan sürdülebilir değil.

Bu yoksulluk ve açlık sözleşmeleri, özel okullarda ders veren öğretmenleri öğrenci ve veli üzerinde küçük düşürücü bir duruma sokuyor. Veli dilediği gibi öğretmeni azarlayabiliyor, öğretmen de öğrencinin akademik ve davranış durumuyla ilgili gerçekleri söyleyemiyor. Öğretmen bu ortamda katlanmak zorunda kalıyor, bütün gününü patronların okulunda geçirmek zorunda, benim paramla çalışıyorsun diyen saygısız öğrencilerin olumsuz davranışlarını sineye çekiyor  ve bir çok angarya işi görev sayıp yapmak durumunda kalıyor. İşte en büyük güvencesizlik bu.”

“BEN NEDEN HAFTALARCA SÜREN BU GERGİN DÖNEMİ YAŞIYORUM?”

Uzun yıllar özel okullarda çalışmış bir başka öğretmen olan Nuray Hanım (*) da özel sektör öğretmenlerinin sözleşmeli çalışma sürecinde yaşadıkları zorlukları kendi deneyimlerinden yola çıkarak aktardı.

“Özel okul öğretmenleri sözleşme dönemi geldiğinde, kurum sonraki dönem onunla çalışmak isteyecek mi bilmediği için ciddi bir belirsizlik duygusu yaşıyor.  Sonuçta bir aile düzeni var, sonraki yıl ekonomik olarak nasıl planlanacak, yeni bir iş araması gerekecek mi? Bu sorular yanıtsız kalıyor ve maalesef okul idareleri, yöneticiler, insan kaynakları vb. öğretmene vaktinde bilgi vermiyor. Üstelik  garip bir şekilde çok iyi öğretmen olmanız filan hiç önemli değil. Kaç yıllık deneyiminiz olursa olsun özel sektörde işler böyle işlemiyor. “Hiç kimse vazgeçilmez değil, sen gidersin yerine başkası gelir.” Felsefe bu. Yani isterseniz çok iyi öğretmen olun, sonraki yıl için okul sizinle anlaşmayabilir. Bu belirsizlikle yaşamak çok huzursuz edici. Ve ne yazık ki sözleşme dönemi bu sebeple tam bir sinir harbi içinde geçiyor.”

Bu noktada akla şu soru da geliyor: “Peki kurum neden alanında çok iyi olan bir öğretmenle bile anlaşmayabilir?” Sonuçta önemli olan eğitimin kalitesi değil mi? Nuray Öğretmen bu soruya şöyle yanıt veriyor: 

“Çünkü kişi sayısını azaltacaktır ve iş yükünü artıracaktır. Bir kişi ona daha az maliyet getirsin düşüncesi vardır. Ya da o öğretmen yıllardır orada çalışıyordur, onu çıkarıp daha düşük ücretle çalışacak bir öğretmen  alacaktır. İşin kötüsü normalde ocak-şubat gibi başlayıp bitmesi beklenen bu süreç mayıs-haziranda hâlâ devam ediyor. Örneğin ben, Mayısın sonuna geldik, hâlâ sözleşmeye girmedim Ve bu nedenle önümüzdeki yıl ne yapacağıma karar veremiyorum. Okulun benden bir sebeple memnun olmadığını öğrenirsem hiçbir yere başvurmadığım için açıkta kalacağım. Oğlum bu yıl ilkokula başlayacak. Ben neden haftalarca süren bu gergin dönemi yaşamak zorundayım?”

Elbette bu durum kurumun öğretmenle anlaşmak istemesiyle bitmiyor. Bu kez de sözleşmenin dayattığı sorunlar karşımıza çıkıyor. Nuray Öğretmen bu konudaki deneyimlerini şöyle aktardı:

“Okul bizimle anlaşmak isterse önümüze bir sözleşme koyuyor ancak bu sözleşmede yazan maaş, bizi, bugün ülkemizde öğretmenlik dışında düzenli mesaisi olan herhangi bir mesleği yaptığımızda zaten kazanabileceğimiz, üstelik ekstra yorulmamızı, bunca çalışma içine  girmemizi gerektirmeyen bir tercih yapmaya yönlendiriyor. Yani mesela ‘keşke şu anda A101’de çalışmaya başlasam’ gibi bir duygu geliyor. Bu duygunun sebebi: Özel okul öğretmenlerinin çok esnek çalışması. O sözleşmede çoğunlukla ek ders ücreti, veli toplantıları, ekstra toplantılar, etkinlikler hiçbir zaman ayrı bir ücretle belirtilmemiş. Bir paket program gibi sanki. Ki maaşı almaya sonraki ekim ayında başlayacağız. Şu anda baktığımızda makul gibi görünen ama ülkenin  ekonomisi göz önünde bulundurulduğunda ekim ayında asgari ücrete düşmüş bir maaşa imza atmak zorunda kalıyoruz. Yani geçim sıkıntısı bizim hayatımızın mottosu. Biz zaten bununla yaşamayı kabul etmişiz. 

“MUM GİBİ ERİYELİM BİZ, YOK OLALIM; ÇÜNKÜ KUTSAL BİR MESLEK YAPIYORUZ”

Ama pek çok insan gibi benim hayatımda mesela en önemli şey aile birliği, bizim kurumda veli toplantıları akşam saatlerinde yapılıyor. Zoom üzerinden 18.00’de başlıyor 22.00’ye kadar sürüyor. Bir dönemde beş akşam demek oluyor bu benim için beş sınıfa girdiğim için. O gün okuldan yorgun argın gelmiş, akşam yemeği yemek isteyen, küçük bir çocuğun  oyun talebine karşılık vermek isteyen, aslında dinlenmesi gereken çünkü ertesi gün de sabah erkenden gittiği okulunda 6-7 saat derse girecek bir anne, bir birey olarak ben bu saatlerde veli toplantısına katılıyorum ve bundan herhangi bir ek ücret almıyorum. Yine okula başka bir etkinlik ya da çalışma için çağrıldığımda da ek ücret almıyorum. Bu yüzden en büyük sıkıntı asgari ücrete denk gelen maaşlara imza atmamız.  Aldığımız maaşa her şey dâhil. Çünkü bizim varlık sebebimiz o okulda çalışmak. Böyle bir algı var. Patronlara göre sürekli okula nasıl daha hizmet edebileceğimizi düşünmemiz gerek, böyle algılamamız isteniyor, çünkü bunun altındaki en temel nokta, tırnak içinde söylüyorum öğretmenliğin kutsallığı, yani kutsalız biz, kutsal meslek yapıyoruz,  insan hayatına dokunuyoruz biz. Mum gibi eriyelim biz, yok olalım filan. Böyle bir zihniyetle yaklaşılıyor o yüzden sözleşmeler  gerçekten çok korkunç. O sözleşmeye imza atmak için bir: Çaresiz olmalısınız. İki: çocuğunuzu özel okulda okutmak isteyen bir öğretmen olduğunuz için çocuğunuzun alacağı bursu düşünerek hareket etmelisiniz. Üç:  çaresiz olmalısınız.”

Nuray Öğretmen de Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasına üye. Bu anlamda öğretmenlerin hakları için birlikte mücadele etmesi gerektiğini düşünüyor. Bununla birlikte Nuray Öğretmene göre sorun idarecilerle öğretmenler arasındaki bir çatışmadan ileri gelmiyor. Şöyle açıklıyor bu konudaki görüşünü:

“İdari kadromuz gerçekten nitelikli, iyi insanlardan oluşuyor. Gerçekten öğrenci merkezli, hani o ‘mum gibi eriyelim’ düşüncesindeki öğretmenlerin idarede de yer aldığı bir kurumda çalışıyorum. Aslına bakarsanız işin çekilebilir olan tarafı da bu.  Ancak sermayesi dışarıdan gelen vakıf okulları gibi olmadığımız için asgari ücretin bir tık üstüne denk gelen maaşlarla ve yoğun bir iş yüküyle mücadele ediyoruz. Okuldaki herhangi bir idarecinin de bu mücadele içinde yer alması gerektiğini düşünüyorum. Bizim müdür yardımcılarımız da akşam 8’lere kadar dersler veriyorlar. Onlar da bizim gibi. Dolayısıyla  buradaki sorun aslında öğretmen-idareci arasında olmuyor. Patron-çalışan biçiminde bir karşılaşma söz konusu. Bu açıdan sendika çok kıymetli. Ben iki buçuk yıldır Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasına üyeyim, fakat ne ironik ki yoğun çalışma koşullarım dolayısıyla ve tabii ki küçük çocuğuma zaman ayırmam gerektiği için sendika faaliyetlerine aktif olarak destek veremiyorum. Bununla birlikte kendi ihtiyaçlarımdan kısarak maddi olarak destek olmaya çalışıyorum. Çünkü sendika gerçekten büyük bir mücadele yürütüyor. Her alanda herkesin o süreçte olmasını isterim. Sözleşme dönemi okullarla görüşmeden tutun da hakları yenen, mobbing uygulanan öğretmenlerin okullarına bizzat girip “muhatap kimse karşımıza çıksın” diyecek kadar güçlü bir sendikamız var.”

Nuray Öğretmen, öğretmenlerin sendikal çalışmalarda bir araya gelmesinin zor olduğunu söylüyor. Bu konuda dikkat çektiği noktalar şunlar:

“İşçiler, sağlık çalışanları hızla birleşebiliyor ama öğretmenlerde bu böyle değil maalesef. Her şeyi bildiğimizi zannetme durumumuzdan mı, yoksa zaten her zaman işçi statüsünde çalışmaya alıştığımız için mi, yani dershanelerle başlayıp özel okullara geçerek, yani ölümü gösterildikten sonra sıtmaya razı edildiğimiz için midir bilmiyorum, bizde zaten bunun böyle olması, hayatımızı zaten bir yere adamamız gerektiğine dair bir ön kabul var. Şu an hele yaşı bizden büyük olan öğretmen arkadaşlarımın bu konuda daha askeri bir disiplin içinde kuruma hizmet etmeye çalıştıklarını görüyorum. “Çok gördük biz bunları, zamanında çok cop yedik, hiçbir şey değişmiyor, bak her şey daha kötü oldu” şeklinde bir ön kabul var ve o çok zor yıkılıyor. Daha fazla mücadele etmek gerektiğine dair insanları ikna etmek çok zor, ben de bu konuda zorlanıyorum kendi çevremde.  Ama benden genç, örneğin 90’lı arkadaşların çok daha farklı bir yaklaşımı var: Benim bütün hayatım burası değil ve ben sadece burada yaşamak için çalışmıyorum, bu doğru değil, sağlıklı bir şey değil gibi tavırları çok daha net ve hemen hayatlarına alternatif yöntemler geliştirmeye çalışıyorlar. O arkadaşlarda sendikalaşmak çok daha hızlı oluyor.  

Özel okul öğretmenlerinin yaşadığı sıkıntıların çözümü için hangi adımlar atılmalı sorumuza Nuray Öğretmen şöyle yanıt veriyor:

Öncelikle Milli Eğitim Bakanı, KPSS’ye girmiş ve atanmamış insanları kendi öğretmeni olarak kabul etmeli. Dışlayıcı tavrıyla bizi doğrudan patronların önüne atıyor. Milli Eğitim Bakanının öncelikle şöyle demesi lazım: “Evet, ben mezun ettim, benim ülkemde benim eğitimcim olarak yetiştiler, onlar devlete atanmadılar, zaten devlete atanmayı talep etseydik de atanamayan öğretmenler listesine girecektik muhtemelen ama fark etmez, bir sebeple annesi babası hastaydı, bulunduğu yerden ayrılma şansı yoktu mesela, bir sebeple asla tercih etmedi ve burada kaldı bu öğretmen. Çok iyi okulların  bölüm birincilerinden tutun da çok nitelikli doktorasını da tamamlamış akademik seviyedeki insanlar bugün devlete atanmayıp özel okullarda çalışmayı seçebiliyorlar, bu bir tercih meselesi. Sen beni tercih  etmedin devlete atanmadın dolayısıyla benim öğretmenim değilsin şeklinde bize yaklaşan bir milli eğitim bakanıyla zaten tüm Türkiye bir olsak bu işe bir çözüm bulamayız önce o bakanlığın kendine gelmesi ve bakanın öğretmenlerine alan açması gerekiyor kendi kafasında. Patronlarla yaptığı anlaşmalardan öteye gidebilirse tabii.  Milli eğitim bakanlığının bu konudaki bakışı ve politikası patron yanlısıdır. Bizim gibi bir yığın kitle onun patronlara köle olarak müştemilatlarında çalışmak üzere sunduğu bir kitledir. Bakanlığın bakış açısı bu biz onun öğretmeni değil birtakım patronların işçisiyiz. Yani burada bir çark işliyor, bizim bu çarkın içinden çıkmamız için kendi haklarımızın peşine düşmemiz gerekiyor. Bakanlığın üzerine düşeni yapması gerek, bu yüzden de sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin bu konuda etkin çalışma yapıp kamuoyu baskısı oluşturması gerek.”

Sürecin bir de hukuki boyutu var, sözleşme döneminde hakkı yenen, çeşitli sıkıntılara maruz kalan öğretmenlerin haklarını aramak için yasal açıdan neler yapması gerektiği konusunu İzmir Barosu’ndan avukat Erdoğan Akdoğdu ile görüştük. Özellikle öğretmenlerin kurumlarıyla hukuki anlamda yaşadıkları sorunları sorduk. Erdoğan Akdoğdu sorumuzu şöyle yanıtladı:

“Sektörün kendisi öğretmenler açısından güvencesizlik ve esnek çalıştırma köleliği ile malül. Uzun çalışma saatleri, ödenmeyen ek ders-nöbet ücretleri, olmayan yıllık izinler, maaşsız geçen yaz ayları. Bunlar sözleşme dönemlerinin en büyük krizleri arasında. Gene erken başlayan ve 1 gün içerisinde imzalanması istenen sözleşmeler.  Öğretmenlere adeta mobing yaşatılır gibi tekli odalara konup önüne konan sözleşmeyi imzalaması isteniyor. İmzalanan sözleşme nüshalarını, hocalara vermeyen pek çok kurum var. Sözleşmeyi inceleyip imzalamak isteyen hocalara ‘kara koyun’ muamelesi de işin ayrı bir kısmı. Hoca ya devam eden dönem sözleşmesini feshetmekle tehdit ediliyor ya da sözleşme süreci sürüncemede bırakılıp hiçbir kurumda iş bulamasın isteniyor. Biliyorsunuz patronların büyük bir lafı var: “BİZ BİR AİLEYİZ.” En büyük günahlar da aile içlerinde yaşanır çoğunlukla. Bu sektör içinde de durum farklı değil. ‘Beş patrona bir öğretmene’ ama sorsan ailedir kurum.”

Peki öğretmenler yaşanan sorunları yargı sürecine taşıdıklarına neler oluyor? Nasıl bir süreç karşılarına çıkıyor. Akdoğdu Bu süreçlerin  böyle yaşanmasının sebebi olarak zaten bakanlık ile patronların kolkola oluşuna dikkat çekiyor ve açıklıyor: “Arabuluculuk süreci ve orada teklif edilen komik ödeme teklifleri, taksit talepleri. Gene ‘gidin dava açın’ yaklaşımı. Dava süreçleri mahkemelerde toplamda iki yılı buluyor ve bugün alınması gereken hak iki yıl sonra ekonomik koşullarda eriyip anlamsız bir hâl alıyor. Resmi Gazete’de yasal faiz daha yeni yüzde 24’e çıkarıldı ki banka faizleri yanında bu komik bir artış. Gene sözleşmelere konulan afaki cezai şartlar da hocaların boynuna takılan ayrı bir pranga. Milli Eğitim Bakanlığı gibi, kurumların patronlara cevaz vermesinin sonuçları tüm bunlar.”

Bu yaşanan danışıklı dövüş içinde kurumlar sözleşme sürecinde kendi kazanç ve çıkarları için öğretmenlerin özlük haklarında pek çok noktayı görmezden geliyor. Akdoğdu bu süreci şöyle açıklıyor: 

Her şey sermaye için sevgilim diye 14 şubat sevgililer günü geyiği vardır bilirsiniz. Diyeceksiniz hukuki görüş istedik ama nerelere geldik. Başta özlük hakları, taban maaşı hakkı, yıllık ücretli izin hakkı, ek ders, nöbet ücreti hakkı vs. tüm bunlar eğitim camiasının burjuvaları için tırpanlanmış durumda. Bir işverenle bir çalışanın eşitliği “biçimseldir”. Zira aslolan sermayenin kâr marjıdır. Bu mantalite etrafına örmeniz gerekir her şeyi. En başta hukuku. Hukuk da sözleşme süreçlerinin temeli.  Kişisel fikrim, açık veya kapalı mobbing süreci aslında sözleşme süreçleri. Ne ile karşılaşacağınızın garantisi yok. Yarın sabah işsiz uyanabilirsiniz ve “Git hakkını mahkemede ara” sürüncemesi ile karşı karşıya kalabilirsiniz.”

Bütün bunlar ışığında öğretmenler hak ihlaline uğramamak için ne yapmalı? Akdoğdu’ya göre sendikalı ve örgütlü olmak elzem. “Bu konuda mütevazı olamayacağım” diyor ve devam ediyor: Özel Sektör Öğretmenleri sendikası üyesi olmak lazım. Çünkü büyük bir mücadele hattının örgütleyicisi oldular. Özveri, emek, yoldaşlık, mütevazılık ve cüret dolu bir süreç yaşattılar. Mesleğin onurunu temsil ediyorlar. ,haklarını öğrenmeleri gerekiyor. Sendika temsilcileri, sendika avukatları ile koordinasyon, bu süreçlerde kıymetli. Her şey olup bittikten sonra sendikaya ulaşmanın geri dönüşü zor oluyor maalesef ki. Sözleşmelerini anlayarak incelemeliler. Süre istemeliler inceleme için, zümre zümre veya tekil hak ve taleplerini yazılı iletmeliler kurumlarına. Sürecin e-postalar ve yazışmalar ile götürülmesi hak kayıplarının  önüne geçmek için önemli.”

_______

(*) Görüştüğümüz öğretmenler isim kullanılması konusunda çekincelerini dile getirdikleri için müstear isim kullanılmıştır.

Atan(a)mayan Öğretmenler Konuştu: Mülakat Kaldırılsın

Kentin Yükselen Sınıf Profilleri: Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası

Öğretmenler ve Öğrenciler İçin Kamusal Eğitimin Karnesi