Ne ben ne “sen” ne de muhtemelen iktidar dahi beklemiyordu sanırım Hakkari ’ye kayyım atanacağını. Biliyorum, iktidardan habersiz mi olur böyle bir şey demekte pek haklısınız. Esas olarak değil tabii ama süreç hızla ilerledi ve daha öncekilerde olduğundan biraz daha farklı olarak AKP Hakkari’ye kayyım atamaya sürüklendi diyebilirim. İzin verin anlatayım: Bazen nehir sizi sürükler. Direnseniz de o güçlü akış sizi çaresiz bırakır…
Hakkari’nin 31 Mart’ta seçilen belediye eş başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın seçimlere girmesine onay verip aynı dava sonuçlanmadan görevden almak tam olarak bunu izah ediyor. Ben bu satırları yazarken karar açıklandı ve 19 yıl 6 ay ceza verildi. Haliyle Soylu aklıma geldi (Sen yapacağını yap kanun arkadan gelir). Soylu’nun vaktiyle söylediği bu söz iradeyi anlatıyor olsa da aslında bir çaresizliği de sürüklendiğimiz yeri de gösteriyordu. Üstelik vaktiyle “Anayasal düzeni yıkmaya çalışmak…’’ diye başlayan cümlelerle yargılanmış pek çok solcu, Kürt varken yasaları işlevsizleştiren, yıkan yine kendileri oluyordu. Soylu sonrası hemen her gün İçişleri Bakanlığı’ndan gelen operasyon haberleri o kadar olağanlaştı ki kimse ilk zamanlardaki gibi durup üzerine pek konuşmuyor bile. Son haberlerden birisi çok sarsıcı olmasına rağmen pek gündem olmadı. Sadece İstanbul’daki okul çevrelerinde 4 bine yakın uyuşturucu satıcısı yakalandı.
Akış’ın yargılanmasına neden olan olaylardan biri de Ahmet Türk’e 2010 yılında Samsun’da yapılan saldırılara karşı tavır alması. İlgili haber şöyle başlıyor: Hakkari Belediyesi’ne kayyım atanmasına gerekçe yapılan davanın mütalaasında, Akış’ın yaptığı bir sohbet “örgütsel sohbet” şeklinde nitelendirildi. Ahmet Türk’e saldırı protestolar da suç sayıldı. Ahmet Türk, o dönem saldırganı affetmiş ve Türkiye’nin geleceği benden daha önemli demişti.
Şimdi kimi muhalifler tarafından katılamayacağım bir görüş çok söyleniyor ve durumu anlamak ne yapacağımızı bildirdiği için de tartışmayı pek önemli görüyorum. O da şu: ‘’Kayyum politikaları ile Kürtlerin seçme ve seçilme hakkı ellerinden alınıyor. Bu yüzyılda bu olur mu?’’ Yeni bir yüzyıla geçince değişen şey yılı yazdığımız rakam olur ama zaman değişti diye akıl da değişmez. Hatta bazen tersine akıl zamanla geriler de… Fakat akıl demokrasi ve adalet ile değişince bırakın yüzyılı bir yıl içerinde bile birçok yıl yaşanabilir. Kış aniden bahar olur mesela… Neyse, ne yazık ki genel kanı gibi düşünemiyorum. Düşünmeyi isterdim gerçekten ama kafamı kurcalayan meseleleri izah edemiyorum kendime. Kürtlerin seçme ve seçilme hakkı ellerinden alınmıyor, aksine bu haklarını Kürtler de halklar da tırnaklarıyla, onuruyla aldı ve korudu. Bedelini de ödedi. İstanbul’da Ankara’da dahi oy çuvallarının başında nöbet resimleri henüz çekildi biliyorsunuz. Bu hakkı Kürtler yılar öncesinden korumaya başlamış oradan İstanbul’a Ankara’ya da sıçramıştı onurunu koruma tavrı. Yani sorun bu hakkın olmaması değil. Üstelik bu analiz mücadeleyi de yok saymak olur farkında olmadan. Hatta seçimleri sürekli kaybettiğimiz zamanlarda sık paylaşılan “Seçimler halk için iyi bir şey olsaydı egemenler onun olmasına izin vermezdi!” mealinde paylaşımlar yapılırken de bunun bir tür depresif ve mücadeleyi terk edin ifadesi olarak gördüm hep. Niyet bu olmasa da somut sonucu bu oluyordu ve seçimlerden böylece uzaklaşan kimi muhalif tavırları iktidar muhakkak büyük bir sevinçle karşılıyor olmalıydı. Geçmişte sol ve sosyalistler de (tartışmalar bir yana) Meclis’ten uzak durduğunda Meclis’teki tüm partilerin “Yaşasın!” dediğini illa bizzat yanlarında olup duymam mı gerekiyor anlamak için. Meclis’e kendi vekillerimizle de girdikçe, belediye seçimlerinde sınırlı yerlerde değil her yerde etkili olup seçimleri kazanıp hayal ettiğimizi sadece teori olmaktan çıkarıp yapma pozisyonuna geçtikçe sistemin de nasıl gerildiği şimdi daha net görünür oluyor. Kısacası bir şey kim ve ne için kullanıldığına bağlı olarak farklılık gösteriyor ve işlevi de anlamı da değişiyor.
Bugün Ahmet Türk en yaşlı üye sıfatıyla Türkiye Belediyeler Birliği seçiminde Divan Başkanı olarak koltuğa oturduğunda “Bundan ne olur” demeyiniz rica ederim. İktidar da zaten onun orada oturmamasını, Mardin’de yine ve yine seçilmiş olmamasını diler ve isterdi. Yıllarca sendika kurma mücadelesi verip egemenlerin zoru ve dışlaması karşısında sendikayı terk etmeye çağırmak nasıl bir çağrı olur…
Kayyum atadığınızda yani bir hareket yaptığınızda eş zamanlı olarak başka bir sözü de ifade etmiş olursunuz istemeden de olsa. Burada çarpıcı olan demediğiniz şeyi de söylemiş olmanızdır. Dediğiniz ve yaptığınız şey, onlardan gayrı olan şeyle ilişkinizi de içerir çünkü.
Kayyum atamak için dahi istemediğinizin seçilmiş olması gerekir ama kayyum bundan daha da çok iktidarın istenmediğinin de göstergesidir. Seçimleri de halkları da etkileyemediklerinin yani en azından o yerelde iktidar olmadıklarının göstergesi olur. Her seferinde aynı şey oluyor, yine kayyum atadılar, ne değişti de diyemem. Her seferinde başka bir şey oluyor aynı görünse de. Aksi halde nasıl izah ederim Kürtleri de Kürtçeyi de artık yok sayamamalarını. Arada muhakkak söylemeliyim: Hatırlarsınız Ahmet Türk ile Devlet Bahçeli el sıkıştığında çok eleştirilmişti. Oysa bu tokalaşma yok sayan açısından zor bir durumdu. Yok saydığının elini tutmak zorunda kalmak onun var olduğunu kabul etmekten de öte hissetmek durumuna gelinmişti. Nihayet artık bu meselede en geri siyasetçiler bile “Kürt kökenli, Kürt kardeşlerimiz” diyor.
Kürtler bu mücadele esnasında derdini anlatmak için diplomasiyi de dili de kültürü de geliştirirken iktidar olmanın rehavetinde olanlar tıpkı Soma’da işçilere yaptıkları gibi bu defa Meclis’te DEM Parti’li vekillere karşı tekmelerini geliştiriyordu. Tam o esnada bilmem kaçıncı defa Erdoğan’ın Kültür de başarısız olduklarından yakındığını duyuyor YouTube ve Netflix’ten şikayetini dinliyordum. Tekme kültürleri gelişmişti oysa. İktidarda tekmeciler ve çiğlik iyice yerleşirken DEM Parti’deyse Ahmet Türk gibi olgunluk ve aklı selimlik, tüm toplumu dert etme hali öne çıkıyordu. O da şöyle diyordu zaten: “Bu siyaset sadece Kürtleri değil bütün Türkiye halklarını derinden etkiliyor ve Türkiye halklarını demokrasiden uzaklaştırıyor.”
Bir başka AKP vekili ise DEM Parti’li bir vekilin elinden kaptığı kayyumlara karşı demokrasiyi anlatan kâğıdı yırtıyordu. İradesinin sonuçlarını yok saydıklarının var olan yazısını okumuş ve haliyle olmaması gereken bir hırsa kapılıp sinirlerini bozmuştu anlaşılan.
Bu sinir ve yıpranma meselesini biraz açıp hızla kapatayım. İktidarın yönetemediğinin bir diğer göstergesidir bu. Güçlü olduğunu, iktidar olduğunu söyleyen ancak yönetemediğinde, başaramadığında sinirlenir ve bu durum devam ederse de yıpranmış biri olarak daha da fevrileşir. Oysa bu durum zorda olan için geçerlidir normalde. Nihayet iktidarın arkasında yasa var, kolluk kuvveti var, yargı var, para var. Tüm bunlara rağmen sinirleri niye yıpransın ki…
Buradan Demirtaş’a geçmeliyim. 451 kişiyi temsilen birkaç yurttaş Demirtaş’ı birdenbire ziyaret ediverdi. Ziyareti anlamaya çalışırken Demirtaş’ın verdiği cevaba bakarak durumu anlayabilirim diye düşündüm. İktidara, “Ama bu iktidar kültürünü yaratamadı. Bitti. Yaratamayacak da. Erdoğan’ın bir tane şairi yok. Hakkında yazılmış, bir tane tarihe kalacak şiir yok. Sinema yönetmeni, romancısı, oyun yazarı yok. Olamaz. Olamayacak. Onca devlet olanağına rağmen, çok istemelerine rağmen bunu başaramadılar. Çünkü sanat özgürlük işidir. Özgürlüğün değerini anlamayanlar, zihinsel tutsaklıklarını fark edemeyenler sanat yaratamazlar. Solun ürettiği sanattan özlü sözleri, sloganları bile çalmaya çalışan hırsız tayfa ne yazacak, ne üretecek?” demiş.
Durunuz lütfen, henüz burada bitmiyor. Öncesinde: ‘“Türkiye’de Kemalizm kendine göre bir kültür yarattı. Okullarıyla, sanatıyla… Batının evrensel değerlerine yaslanmanın da bunda bir payı vardı’’ diyor.
Demirtaş’tan sonra Erdoğan’ın “Küresel kültür…” diye kürsülerden şikayet ettiğini de aklınızda tutunuz lütfen.
Kemalizm ve cumhuriyetin özellikle 1924 sonrasındaki kimi uygulama ve politikaları sol ve sosyalistler tarafından çok eleştirilse de kritik bir şeyi söylüyor Demirtaş. Cumhuriyet’in kuruluş döneminin hemen sonrasında Avrupa’ya kültür-bilim-sanat eğitimi için gönderilen gençler gerçekten de eğitim sonrası Anadolu’da bir ile, kasabaya döndüler. Onlardan biri de Can Yücel’dir mesela pek sevgilimiz olan. İdealleri ve tutkuları olmasa insan döner mi Londra’dan, Paris’ten? Hoş, aynı dönemlerin hemen ertesinde katledilen mesela Sabahattin Ali’yi de ayrıca konuşmalı bittabi. Henüz 3 Haziran’da andığımız sevdalımız Nazım’ı da, tevkifatları da 6-7 Eylül’ü de Struma gemisini de ve daha pek çok şeyi… Söylemem o ki güncel siyasete uyarlarsak Demirtaş sıkı eleştirisine rağmen CHP ile olur ama AKP ile asla olmaz çünkü kültürleri yok demiş oluyor zannımca. Onları ayrıca İslam kültüründen de ayırıyor ve şöyle diyor: “Oysa (heykel, resim gibi alanları bir yana bırakırsak) tarihten gelen dev bir İslam sanatı birikimi var. Bunlar onun da cahili. Bilmiyorlar.”
Kayyum atamanın bir nedeni de özellikle DEM Parti’li yurttaşlarca CHP’ye yapılacak olası ağır ve güçlü eleştiriler sonucu aralarının gerileceğini hesap etmek de olabilir bir yandan da. Ama yine de benim sadık kaldığım “iktidarın sürüklenmesi” fikrimi değiştirmiyor bu. Sürüklenirken bunları da ayrıca düşünüp “bunlar da olsa fena olmaz” demiş olabilirler demek istiyorum yani. Hatta 1 Mayıs tutuklamalarının da CHP ile tartışma yaratmak için yapıldığı düşünülebilir. CHP ve DEM’in tüm muhalefeti konsolide etme durumu gayet net çünkü. Şimdilerde kendini ve pozisyonunu artık saklamasının manasının kalmadığını gören Akşener, Erdoğan ile Saray’da görüşürken önceki dönemdeyse özellikle HDP ve CHP’nin bırakın görüşmesini selamlaşmasını bile engellemeyi bir düzeyde başarmıştı. CHP’nin HDP ile görüşmesini Akşener içeriden Bahçeli dışarıdan engellemeye çalışırken, AKP’nin ise HDP ile görüşmesine ilişkin olarak Bahçeli’nin “Meclis’teki bir parti ile elbette görüşülebilir” demiş olmasını da aklınızda tutunuz. Aynı kişiler CHP’nin HDP ile olası görüşmesine ise sürekli olarak “terörle iş birliği” olarak nitelendirmiş ve bu propaganda CHP’yi “ürkekleştirmişti” gerçekten. Görüşme kavramının anlamı kişiye ve partiye göre değişiyor. Ancak bu 31 Mart seçimlerinde CHP ile DEM’in kent uzlaşısı yapması kati olarak CHP’yi birinci parti yaparken halkların uzlaşıya, ortak yaşama, eşitliğe çoktan hazır olduğunu da gösterdi.
Dönmeliyim yine kayyum meselesine biraz daha derine. Devlet Bahçeli’nin de sık sık DEM Parti ve öncülü HDP de kapatılsın demesi bu partilerin ne kadar etkili olduğunu söylediği kadar var olduğunu da belirtir. Böyle olunca geçmişteki yok sayma politikalarının tam aksine çok daha ileri bir tavır bu. Kayyum atadığınız anda aslında oy hakkı sizde ama güç de bende demiş olursunuz. Fakat güç her zaman meşruluğu içermez. O halde İsrail Devleti’nin zulmünü gerçekte eleştiren değil anlayan ve anlatan bir akla sahip olduğunuzu da söylemiş olursunuz. Güç bende! Meclis’in duvarında ne yazıyordu? Aynı meclis ve belediyeler onların istemediği özneler kazanınca nasıl da anlam değiştiriyor. Şimdi ve artık bu hakkın kullanılması değil sonuçlarının neye yol açtığı büyük dert onlar için. Hakkı geri alamazlar ama sonuçlarını geri almaya çalışıyorlar. Demirtaş’la özdeşleşen dik durma, tabutumu dahi dik tutun tavrının başarıyla sonuçlanması esaslı sorunları. Demirtaş’ın hâlâ cezaevinde olması onun başarılı olmadığını değil aksine başarılı ve etkili olduğunu anlatır ki CHP ile yapılan kent uzlaşılarıyla CHP’nin birinci AKP’nin ikinci parti olmasını da başka türlü izah edemem. Lider ancak halk dönüp ona bakıyorsa etkili olabilir. Yoksa halkın dönüp bakmadığı ne çok “lider” var…
Dönülüp bakılmasın, gözlerden ırak olsun diye cezaevine konulan nasıl oluyor da daha çok hem de senelerdir bu etkide olabiliyor oturup düşünün. Akşener için ise dönüp bakın diye Saray’da ağırlansa da neden ve nasıl kimse oralı olmuyor onu da düşünün…
Önceki dönemde İYİP, DEM yerine kendini koyup biz başardık dese de neyse ki bu seçimde gerçek durum herkes tarafından açıkça görülmüş oldu.
İktidar için esas sorun bu onurlu tavrın diğer yerlere de yayılıp “Böyle de kazanabiliyor, ülkenin geleceği değiştirilebiliyormuş’’ diye zaten hep bildiği bir şeyi somut olarak görmesi ve bu tavrın hızla yayılması. CHP ile görüşme ve etkileşim tam olarak budur.
İnsanlar gibi kurumlar da hata yapar ve sürüklenir. Nihayet kurumlar kendi başına yaşamaz. İnsanın neyi varsa o kurumlarda da onları görürsünüz. AKP’de gördüğünüz Osman Gökçek mesela tam olarak AKP’nin çaresizliğini ifade eder Ferit Şenyaşar’a tekmesi. Oysa zayıf olanlar yasaları da belirleyemediği için elinde sadece öfkesi kalır ve öfkelenmesi bu açıdan anlaşılırdır. Fakat burada iktidar olduğu halde, yasaları istediği gibi değiştirebildiği halde, kolluk kuvvetleri emrinde olduğu halde bu durumda olmaları sinirlerinin yıpranıp aslında hakim olmadıklarının da göstergesi haline geliyor. Sürüklenme dediğimde biraz budur. Unutmadan söylemeliyim bu tekme atma meselesi Ahmet Kaya’ya çatal atma meselesini de akla getirmiştir muhakkak. Tüm bu yaşadıklarımız AKP’nin yönettiğinin değil tersine yönetemediğinin ilanıdır da. Yönetebiliyor olsa kayyum da atamasına gerek kalmazdı. Soma da İşçilere tekme mi atılırdı yönetebiliyor, sakinleştirebiliyor, etkili olabiliyor olsaydı.
Eğer korkular yurttaşların fikrini de belirlemişse baskı politikaları işe yarar ancak bir eşik aşıldıysa artık zor ve zulüm onu yapanı mahkum eder daha da aşağı çeker. Şimdi CHP ile DEM’in ortak başarısı ile 31 Mart seçimleriyle net bir zafer elde ediliyorken ve adı da Zafer olan bir kedimiz de varken CHP neden DEM’den uzaklaşsın ki…
Erdoğan güç karşısında her zaman ve muhakkak uzlaşıyor. Tüm dış politikaları böyle sonuçlandı. İç politikalarda da artık gücün kendisinde değil de halkta olduğunu gördüğünde ve bundan emin olduğunda da aynı şeyi yapacaktır. Bu açıdan Özel ile bırakın görüşmeyi adını bile ağzına almak istemezdi normalde. Demirtaş ile görüşeceğini bildiği Özgür Özel’den bahsediyoruz…
Demirtaş ilr görüşecek olanla görüşmek durumunda kalmak… İşte AKP’nin sıkıştığı ve sürüklendiği yer burası. Bundan bir hafta önce Kılıçdaroğlu’nun da Demirtaş’la görüştüğünü hatırlayınız.
Tüm bu baskı ve zor karşısında politika yapmak, uyanık olmak bir zorunluluk kadar Kürtlerin ana dilidir de. En politik ve analitik seçmen DEM Parti’li yurttaşlar diye daha çok konuşur durursunuz.