₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Katılım Hakkının Güçlü Silahı: Stratejik Planlama

Türkiye’de belediyelerin 50.000’den fazla nüfusları varsa stratejik planlama yapmaları zorunlu. Peki bu stratejik planlama dediğimiz şey nedir ve ne işe yarıyor? Gelin hem stratejik planlamanın ne olduğuna hem de Türkiye’de bunun nasıl algılandığına birlikte bakalım. Katılım hakkı için önemli görülen bu olgunun aslında Türkiye’de ne durumda olduğunu birlikte tartışalım. 

SEÇİM SONRASI İLK 6 AY

Türkiye’de seçimler yapıldıktan sonraki altı aylık süre belediyelerin seçilen başkanı ve ekibinin yöneteceği beş yıllık sürecin planlanması için ayrılmaktadır. Bu süreç içerisinde belediyeler kendi organlarında yaptıkları ön hazırlıklar sonucunda il/ilçe sınırlarında yaşayan vatandaşların da katılımlarıyla birlikte önlerindeki beş yıllık süreçte neler yapacaklarını, nasıl ilerleyeceklerini ve en önemlisi önceliklendirmelerini belirlemek için çalışıyorlar. Bu dönemin sonunda ortaya çıkan “Stratejik Plan” ise belediyeler için bir ana kaynak olarak konumlanıyor. Yapmak istediklerinden bu isteklerin öncüllerinden, etkilerinden ve bütçelemesinden bu plan içerisinde bahsediyorlar. Süreç içerisinde bu plana sadık kalmaları ve bu doğrultuda hareket etmeleri bekleniyor. Bu da belediyelerin yapacaklarına dair aslında bir öngörü elde edilmesini sağlıyor. Ancak günün sonunda bu araç gerçekten de amacına hizmet ediyor mu? 

BELEDİYELERİN KATILIMA AYIRDIKLARI VAKİT

Yukarıdaki soru fark ettiğiniz üzere aslında bir retorikten ibaret. Türkiye’de belediyeler stratejik planlama dönemlerini uzun erimli bir şekilde planlamak yerine geniş ve sonrasında sorun yaratmayacak bir formda hazırlayarak bir “görev” yerine getirme duygusuyla hareket ediyorlar. Geniş kitlelerin katılımını organize etmenin zor bir süreç olduğunu ve iyi planlanmadıkça verimli bir sonuca varmayacağını söylemek zor değil. Bu nedenle aslında bu konuda tecrübe sahibi isimlerin belediyede yer alması ve bu çalışmaları yürütmesi oldukça etkili oluyor. Ancak bu tür isimlerin olması da tek başına bir çözüm olmamakta. Bu kişilere aynı şekilde sağlıklı ve yeterli yetkiler de vermek gerekiyor. Belediyelerde genelde süreç burada tıkanıyor. Yeterli insan kaynağı konusunda belediyelerin ellerinin çok rahat olmadığını görüyoruz. Yeterli insan kaynağı bulmak ve bu alanda o insan kaynağını anlamlı şekilde kontrol etmek başlı başına bir iş olsa da bunu ortaya koyabilmek adına da elbette sağlam bir siyasi irade gerekiyor. Burada bu iradenin ortaya konduğu belediyelerin sayısı ise oldukça azalıyor. Oldukça sağlam ve kapsayıcı stratejik planlar gördüğümüz belediyeler var, onların hakkını teslim etmekle birlikte bu durumun yaygın olmadığını da üzülerek söylemem gerek. 

Belediyeler seçim sonrası dönemde ilk başta “tebrik”leri kabul ettikleri ziyaretlere sahne oluyor. Bu ziyaretler olmasının mantığını anlamakla birlikte belediye başkanlarının ilk aylarının çok önemli bir kısmının bu mesaiye gittiğini söylemek gerek. Bu noktada planlama dönemi başkandan bağımsız olarak da ilerleyebilir diyenler olacaktır. Hakları da var elbette başkanın tüm süreci bilfiil başında yürütmesini beklemek abes olacaktır. Ancak başkanın bir irade göstermesi ve sürecin o şekilde başlaması gerekmekte ve bu başlangıç iradesi ziyaretler, tebrikler ve adaptasyon süreci derken oldukça önemli bir kısmında gerçekleşemiyor, sarkıyor. Bu sarkma durumu da oldukça etkili kullanılması gereken altı aylık sürecin önemli bir kısmını eritiyor. Genelde ilk iki ay geçtikten sonra başlıyor süreç. Bu da dört ay kalıyor demek. Anlamlı bir katılımın sağlanabilmesi için mahallelerin, il/ilçe sınırlarının anlamlı şekilde bir modellenmeye ihtiyacı var. Bu modellenme sonrası insanların ihtiyaçlarına göre farklı gruplarla aslında bire bir görüşmeler, odak gruplar ve katılımı sağlayan başlangıç adımlarının atılması gerekiyor. Sonrasında bu katılımcı süreçlerden elde edilen ilk verilerin işlenmesi, anlamlı hâle getirilmesi ve raporlanması gerekiyor. Bu aşamada halledildikten sonra belediye politikalarını inşa etmek için kendi kurumlarını çalıştırmaya başlıyor ve bir sonuç çıkıyor. Sağlıklı olanı bu süreçlerin şeffaf ve katılımcılık ilkesi gereği yoruma açık, geribildirim alan bir şekilde ilerletilmesi gerekiyor. Ancak kısıtlı sürenin buna imkan vermesi mümkün olmuyor. 

Bu süreci özetlerken altı ayın tamamına yayılan bir süreci ele alsak dahi aslında fiili durumda ilk üç ayın sonunda taslak bir bütçenin çıkması ve belediye meclisinde görüşülmesi gerektiğini de duruma eklersek fiili olarak planlamanın bir anlamı olması için ilk üç ay içerisinde bir taslağın elde edilmiş olması gerekliliği karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca planlama dönemindeki ilk aylarda siyasi iradeyi göstermeye zamanı kalmayan (kabuller, tebrikler ve adapstasyonla harcanan iki ayı düşünerek) belediye başkanları da sağlıklı bir süreci işletememiş oluyor. Günün sonunda belediye sınırları içerisinde yaşayan insanların o beş yıla ilişkin temel bir dokümana katkısı ya sınırlı kalıyor ya da hiç olmuyor. Bu da yapılanların tepeden planlanmasına ve aslında ihtiyaçlarla örtüşmeme sorununu açığa çıkarmasına neden oluyor. En güçlü katılımcılık silahlarından biri olarak görülen stratejik planlama dönemi günün sonunda birçok belediye için “hızlıca” halledilmesi gereken bir “göreve” dönüşüyor. 

ÖZETLE

Elbette başta dediğim gibi çok sağlıklı örnekler ortaya koyan belediyelerimiz yok değil ancak maalesef azınlık durumunda. O nedenle bu konuyu etraflıca ele almak ve belki de başkan adaylarına aday oldukları ilk andan itibaren bu sürecin önemini hatırlatarak nasıl ve ne şekilde yapabileceklerine ilişkin kapasite güçlendirmeleri yapmak gerekiyor olabilir. Elbette adaylık süreçleri de son anlara kalınca kampanya sırasında buna yine sıra gelmeyebilir ancak bu durum bu sorunu görmezden gelmemize neden olmamalı. Bir belediyeyi yönetmeye talip olanların öncelikleri arasında yönetmeye aday oldukları yeri yaşayanlarıyla birlikte planlamaya da yer ayırmış olmaları gerekmekte. En güçlü katılım araçlarımızdan biri olan ve doğrudan hayatımıza somut, gündelik olarak temas eden yerel yönetim alanında kullanmamız gereken stratejik planlamayı biraz daha gündeme getirmek için uğraşmalıyız.

 

Şimdi Sosyal Belediyecilik Zamanı

Dost Belediyeciliği Değil, Hemşehri Hukuku

Nasıl Bir Sosyal Belediyecilik

Önceki İçerik
Sonraki İçerik