Yükseköğretim Kurumu Sınavı’na çok az kaldı. 8 ve 9 Haziran sabahı ülke çapındaki bilnlerce okulda öğrenciler gelecekleri için ter döküyor olacak. Ancak gençlerin yaşadıkları stres, gelecek endişesi, sınavda zaman yönetimi, hedefsizlik ya da sınava hazırlanmayı son yıla bırakmış olmak gibi birçok etken, gençlerin sınavı kazanmasında etkili rol oynuyor. Bu etkenlerin bir kısmı yalnızca gençleri değil ebeveynleri de benzer şekilde etkiliyor. Onlar da çocukları için benzer stres ve kaygıyı, gelecek endişesini yaşıyor. Kimi zaman gençlerin kaygısını ve stresini azaltmak için “Bu sınav o kadar da önemli değil ve her şeyin sonu değil” diyebiliyoruz ancak bu tür söylemler gençleri rahatlatmak için etkili bir yöntem olmayabilir. Gençlerin içinde bulundukları duygu durumunu, eğitim sisteminin ve sınavların yarattığı gerginliği en iyi bilen yine gençler olacaktır.
MADDİ VE FİZİKSEL KOŞULLARDAKİ ENGELLER
Sınavlarda başarılı olabilmek, belirlenen hedeflerden, motivasyondan ve sınava iyi hazırlanmaktan geçtiği gibi on binlerce liranın harcanmasına da bağlı. Öğrencilerin eğitim hayatı boyunca girdiği sınavların ve YSK gibi bir sınavın maliyeti hem öğrencileri etkiliyor hem de ebeveynlerin belini büküyor. Soru bankaları, dershaneler, deneme sınavları, ek ders ücretleri, yol ve yemek giderleri 200 bin TL’yi bulabiliyor. Ortaya çıkan bu maliyeti, maddi durumu yerinde olan aileler karşılayabilmekteyken düşük gelirli aileler için bunu karşılamak neredeyse imkânsız.
Tüm bunlara ek olarak fiziksel koşulların yeterli olmadığı alanlarda sınava hazırlanmak zorunda kalan öğrencilerin karşılaştığı zorluklar da var. Ev ortamının elverişsiz olması, dershaneye gidemeyen, ders çalışmaya uygun sessiz bir alana ulaşamayan gençlerin dışarıda çalışma imkânı olarak kullanabilecekleri gençlik merkezlerinin ya da kütüphanelerin kısıtlı olması sınava hazırlanma sürecini olumsuz etkiliyor.
ÜNİVERSİTE’NİN TEK KURTULUŞ OLARAK ALGILANMASI
Gençler, üniversite sınavına hazırlanırken meslek seçimi ve hedef belirleme konusunda yetersiz kalıyor. Bu, sadece okulların değil aynı zamanda eğitim sistemin yarattığı bir sorun. Eğitim sistemimiz, sınavlar üzerine kuruluyken ve sınavlar piyasa hâline gelmişken bir meslek sahibi olabilmenin tek yolunun üniversite sınavlarından geçmesi, bütün umutların buraya bağlanması çok acı.
İş bulabilmenin, meslek edinmenin yolunun sadece üniversiteye gitmek olduğu algısı beraberinde gelecek kaygısını ve iş bulabilme sorunlarını da getiriyor. Gençler elbette hedefleri doğrultusunda üniversiteye gitmeli çünkü üniversitenin kazanımları sadece iş sahibi olmakla sınırlı değil. Kaldı ki günümüz Türkiye’sinde üniversiteye gitmek, gençlerin iş sahibi olabilecekleri anlamına da gelmiyor. Üniversite sonrasında yaşanan işsizlik krizleri, istihdam sorunları, eğitim ve ekonomi ile bağlantılı sorunlar olarak karşımıza çıkıyor.
Tüm sistem merkezi sınavlar üzerine kurulmuşken, sınava hazırlık başlı başına bir piyasa olmuşken, bir meslek sahibi olabilmenin, iş bulabilmenin tek yolu üniversite eğitimiyken ve üniversitelerin eğitim kalitesindeki uçurum bu denli belirginken gençlere “Rahat olun” diyebilmek güç.
Bu noktada çözüm belki de şu olabilir; gençler hedefleri doğrultusunda ve meslek seçimi konusunda adım atarlarken üniversite dışında da bir meslek edinmeye yönelebilir. Her çocuk ya da genç kendi becerisi, kendi ilgi alanı doğrultusunda, üniversiteye gitsin ya da gitmesin kendini güvende hissedebileceği ve geçimini sağlayabileceği bir mesleği daha küçük yaşlardan edinebilir. Temel derslerin yanında meslek edindirmeye dair ziraat, tarım, botanik, sanat, müzik, drama, yapı işleri, inşaat ve daha birçok alana dair eğitim alan öğrenciler bu mesleklerle erkenden tanışmış olacak. Ara eleman da sağlayacak olan bu tür derslerin olduğu bir eğitim sisteminde, öğrenciler yaşamdan kopuk olmayan, iş içinde eğitim alan ve iş içinde öğrenen öğrenciler olacak. Eğitim sisteminin yalnızca sınava ve öğrencilerin yarışına dayalı oluşundan kurtuluşu buna bağlı olabilir. Eğitim sistemi böyle bir reforma giderse gençlerdeki kaygı, gelecek belirsizliği bir nebze de olsa ortadan kalkacaktır. Bu noktada şöyle bir şey demiyorum: “Gençler üniversiteye gitmesin, herhangi bir mesleği küçük yaşlarda öğrensin ve çalışsın.” Burada ifade etmeye çalıştığım şey; gençlerin tek alternatif olarak YKS ya da başka sınavlara sıkışık kalmadığı bir eğitim sisteminin varlığı mümkün olabilir.
EBEVEYNLERİN TUTUM VE DESTEĞİ
Sınavların yaratmış olduğu gerginlikten dolayı öğrencilerin bir kısmı antidepresan kullanıyor. “Sınavı Kazanabilecek miyim?”, “Başarılı olabilecek miyim?”, “Ailemi hayal kırıklığına mı uğratacağım?” gibi kaygı temelli sorularla meşgul olan öğrenciler, geleceği sürekli sorguladıkları için psikolojik anlamda olumsuz yönde etkileniyor. Olumsuzluklarla baş edebilmek için ise ilaç kullanımına yöneliyorlar. Aileler için de çocuk için de ilaç kullanımı bu dönemde hoş görülebiliyor. Çünkü ortada bir sınav var ve bu sınav öğrencilerin hayatının merkezi hâline gelmiş. Sınavı böylesine önemli gören gençler için ebeveynlerin tutumu da gençlerin sınavlardaki başarıları üzerinde önemli rol oynuyor. Kimi ebeveynler baskıcı bir tavır sergilerken kimi ebeveynler daha ılımlı davranıyor ve bu zorlu sürece yoldaşlık etmeye çalışıyor.
Hem gençler hem de ebeveynler için zor olan bu süreçte ebeveynler kendi kaygılarını da kontrol edebilmelidir. Ebeveynlerin, çocuklarından yüksek performans beklemesi ve çocukları üzerinde baskı kurması tüm ailenin ruhsal ve duygusal dengesine zarar verir. Ebeveynler normal düzeyde hoşgörüye sahip, güven verici ve demokratik bir tutum sergilerse çocuklar öz güvenlerini kaybetmez.
Çocuklarla ve gençlerle empati yapmalıyız. Kendimizi onların yerine koymalı, onların yaşadığı güçlükleri, korkuları anlamaya çalışmalıyız. Söyledikleri ve hissettikleri şeyleri görmezden gelip, küçümsememeliyiz. Sınava hazırlık çalışmalarını takdir etmeli, başarı veya başarısızlık durumunda, hep yanlarında olacağımızı hissettirmeli ve onları inandırmalıyız. Sınav sonrasında karşılaşacakları olumsuzluklarda onları rahatlatmalı ancak rahatlatayım derken abartılı bir hoşgörü ile de yaklaşmamalıyız. Abartılı hoşgörü gençlerin “Evet, çok kötü bir durumdayım.” fikrine kapılmasına yol açar. Sınav öncesi ve sınav sonrası, çocuklara zaman ayırmayı ihmal etmemeli, onlara güvendiğimizi hissettirmeliyiz. Anlaşmazlıkları konuşabilmek, ceza vermemek, aile içi huzuru ve sakinliği yaratmak, hem gençlerin hem de ebeveynlerin psikolojisi açısından önemli.
Bu süreçte yapılabilecek en sağlıklı, faydalı şey; paylaşmak isterlerse çocuklarımızın, gençlerimizin kaygılarını, üzüntülerini, endişelerini, fikirlerini dinlemek olacaktır. Yaşadıkları zorlukların anlamsızlığını gençlerden daha iyi bilemeyiz. Çünkü onlar yıllardır bu sürecin içindeler, olan biten her şeyin farkındalar.
YKS gibi sınavların ve üniversitelerin, dünyada ve Türkiye’de bir dizi memnuniyetsizliğin ve huzursuzluğun giderek yoğunlaştığı bir alan hâline geldiği aşikar. Başarının, muhakkak bir üniversiteyi kazanmak olduğu ve her yere bir üniversitenin açıldığı Türkiye’de üniversitenin zorunluluk fikri aynı zamanda üniversitelerin niteliğini de kaybettirdi. Böylesine bir zorunluluk olmasa ve eğitimin niteliği, okul öncesi basamağından itibaren sağlam temellere oturtulsa çok daha güvenilir bir eğitim sistemine sahip oluruz. Bir sorun yumağından ibaret olan sınavlar, nesilleri merakla değil ezberle öğrenmeye koşulladı. Binlerce tarih ya da matematik sorusu çözen çocuğun aslında sadece tarihteki belirli olayları ya da matematik formüllerini ezberlemesi sınavlardaki başarısının göstergesi oluyor. Çocuklar okulda, dershanede, kütüphanede her gün binlerce soru çözüyor. Çok soru çözmek, çok çalışmak yeterli oluyor mu? Zamanlarını ve emeklerini israf ettikleri sonuçlarla baş başa kalan öğrenciler, sınav sonrasında da başka kaygılar yaşıyor.
Okullarda öğretilen derslerin yaşama aktarılamaması ve felsefi olarak ele alınıp öğrencilerle konuşulamaması büyük bir sorun. Okullar, ders anlatımında sadece bilgi aktarımı yapıyor. Çocuklara, sınavda çıkacak olan konuları ya da soruları ezberleten bir eğitimin içindeyiz. Çocukların felsefi düşünme becerilerini geliştirecekleri “soru sorma, sorgulama, analiz etme, araştırma” gibi kazanımlar okullar tarafından göz ardı ediliyor. Eğitim sisteminin sınav odaklı olması, felsefi düşünmeyi gereksiz kılıyor. Sınav sistemi, düşünmenin, sorgulamanın ve idrak etmenin önünü açacak şekilde olmalı ve sınavlardaki sorular, çocukların ezberlediği bilgileri ölçmemeli.
Çocuklar ve gençler deneyimledikleri bu eğitim sisteminin içinde merakını yitirmeye başladı. Sınavlar tamamen önemsizdir diyemem elbet çünkü ülkemizin eğitim sistemi ve ekonomik gerçeklik inkar edilemez. Gençlerimiz, diledikleri üniversiteye gidebilmeli, diledikleri işe sahip olabilmeli. Sadece hayal ettikleri üniversiteye, mesleğe giden yol bu kadar yıpratıcı ve sancılı olmamalı. Dilerim tüm bu sancılı yolda gençlerimiz umudu, merakı hiç kaybetmez. Tam da bu noktada Küçük Kara Balığın annesine söylediği şu sözler aklıma geldi: “Gerçekten de hayat, yaşlanıncaya dek küçücük bir yerde dolanıp durmak mı yoksa dünyada hayatta kalabilmek için başka bir yol var mı bilmek istiyorum…”