“Vazgeçilmez Olan Tek Şey Demokrasinin Korunmasıdır”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile bayramdan önce görüşeceğini açıkladı. İki liderin görüşmesi merakla beklenirken, siyasette yumuşama veya diğer bir ifadeyle normalleşme adımlarının sınırları da tartışılıyor. Liderler kırmızı çizgileri ile ilgili açıklamalar yapıyorlar. 31 Mart Yerel Seçimleri’nden CHP’nin birinci parti olarak çıkması da erken seçimlerin ara ara konuşulmasına neden oluyor. Diğer yandan CHP’nin yerel yönetimlerde bundan sonra neler yapacağı dikkatle takip edilirken, özellikle iktidar kanadında yeni anayasaya dair tartışmalar da yürütülüyor.

Tüm bunları Siyaset Bilimci Prof. Dr. Gülgün Erdoğan Tosun ile konuştuk.

“CHP’NİN ÇAĞRISI DEMOKRATİK KRİZİN ÖNLENMESİNE YÖNELİK BİR ÇAĞRIDIR”

CHP Lideri Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaretinin ardından, Erdoğan’ın da Özel’e yapacağı ziyaretin takvimi belli oldu. İkilinin bayramdan önce görüşmeleri bekleniyor. AKP ve CHP arasındaki yumuşamanın veya normalleşmenin sınırları ve tarafların kırmızı çizgileri nelerdir? Nelerden vazgeçmeyecekler?

Normalleşme talebi ilk olarak CHP lideri Özgür Özel’den gelmişti. Bu talep 14 ve 28 Mayıs 2023 genel seçimleri ile 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde iktidarın stratejik olarak izlediği kutuplaştırma siyasetinin halkta yarattığı yorgunluk ve bıkkınlığı önlemekti. Normalleşme’den kastedilen Özel’in geçtiğimiz günlerde düzenlenen Rize Çay Mitingi’nde de ifade ettiği gibi “muhalefetin dozunun düşürülmesi” değildi. Normalleşme sürecinin muhalefet açısından siyasi ve hukuki olmak üzere iki önemli alanda etki yaratabileceğini söylemek mümkün. 

İlki daralan siyaset alanının genişletilmesidir. Kutuplaştırıcı siyasetin en önemli etkilerinden biri toplum olma duygusunu ortadan kaldırarak muhalefetin siyaset yapma alanını daraltmasıdır. İktidarın popülist uygulamalarına karşı muhalefetin öne çıkardığı adaletsizlikleri biz/onlar, dost/düşman ayrımına dayalı duvara çarparak tuzla buz olabilir. Kutuplaşmış ve cephelere ayrılmış bir toplumda muhalefetin karşı cepheye söylemlerini ulaştırması Normalleşme ve kutuplaştırıcı siyaset dilinin yumuşamasıyla birlikte farklı cephelerde yer alan toplumsal grupların yeniden aynı toplumun parçası olduklarının idrak edilmesi, kendi yankı fanuslarında önceden kulak tıkadıkları muhalefetin sözlerine kulak kabartmalarının sağlanmasıdır. Rize mitingindeki “çay ittifakı” söylemi bu yorumu teyit eder niteliktedir.

İkincisi hukukun üstünlüğünün sağlanmasıdır. Muhalefetin en önem verdiği konuların başında Türkiye’nin demokratik kurum ve kurallara bağlılığının sağlanması gelmektedir. İktidarın ve Cumhur İttifakı ortaklarının düşmanlaştırıcı söylemleri yargılaması devam eden Gezi Davası, Can Atalay kararı gibi bazı konularda toptancı bir anlayışı hakim kılabilmektedir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarının kutuplaştırıcı siyaset diliyle kamuoyu önünde tartışma konusu haline getirilmesi hukukun üstünlüğü ilkesine zarar verme potansiyeline sahiptir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel bu durumu “31 Mart’ta Kazanan Türkiye İttifakı”nın omuzlarına yüklediği bir sorumluluk olarak değerlendirmektedir. 

Siyaset bilimi açısından Sartori’yi hatırlatmadan geçemeyiz. Sartori’ye göre, siyasi aktörlerin kendilerini zıt kutuplarda konumlandırmaları halinde, ideolojik kamplaşmanın keskinliği nedeniyle ortaya çıkacak merkezkaç dinamikler demokrasiyi paramparça edecektir. Bu nedenle kutuplaştırıcı güçlerin dizginlenmesi gerekmektedir. CHP’nin çağrısı tam olarak demokratik krizin önlenmesine yönelik bir çağrıdır. Her iki taraf ve toplum açısından vazgeçilmez olan tek şey demokrasinin korunması ve demokratik süreçlerin işler halde tutulmasıdır. 

CHP 31 Mart Yerel Seçimleri’nden birinci parti çıktı. Genel Başkan Özgür Özel, seçmenin bir talebi olmadan erken seçim çağrısı yapmayacaklarını belirtti. Fakat bu günlerde erken seçim de konuşuluyor. Değerlendirmeniz nasıldır? 

Türkiye’de erken seçimin 31 Mart yerel seçimlerinden hemen sonra gündeme gelmesinin muhalefet ve iktidar kanatlarının kendi içinde değerlendirebileceğimiz iki önemli nedeni var kanımca. Bunlardan ilki ana muhalefet partisi CHP’nin 2002’den bu yana ilk kez iktidara önemli bir fark atarak seçimden birinci parti olarak çıkmış olmasının kamuoyunda iktidarın meşruiyet algısının zedelenmiş olmasıdır. CHP oylarının Türkiye coğrafyasındaki dağılımı CHP’nin “kıyıların partisi” olma kimliğinden hızla “Türkiye partisi” olma kimliğine geçiş yaptığını göstermektedir. Yıllardır CHP’nin adı olmayan illerde partinin kazandığı tartışmasız başarı parti taraftarlarının erken seçim için istekli olmalarını sağlıyor. Söz konusu meşruiyet algısının zedelenmesinde seçim sonuçları kadar etkili olan bir başka faktör ekonomik krizin giderek derinleşmesidir. 28 Mayıs 2023’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tur öncesinde 20 TL ile zirveyi gören dolar kurunun seçimden sonraki 1 yılda (%50 artışla) 32 TL’yi bulması bu ekonomik krizin grafiklere yansıyan görünümüdür. Enflasyonun üç haneli rakamlara yaklaşması, emeklilerin açlık sınırı altındaki maaşları iktidarın ekonomiyi yönetme becerisine dair kamuoyunda ciddi bir algı değişikliğine yol açmıştır. Sonuçta ekonomik krizin etkisiyle bir erken seçim beklentisi hem halk hem muhalefet kanadında ortaya çıkmış gibi görünmektedir.

İktidar kanadı açısından bakıldığında ise ikinci önemli unsur mevcut Cumhurbaşkanının mevcut anayasal düzenlemelere göre yeniden aday olma koşulunun erken seçim kararına bağlı olmasıdır. Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili olarak 2023’deki tartışmalara iktidar kanadının verdiği yanıt 2023’deki adaylığın son adaylık olduğu yönündeydi. Mevcut anayasaya göre sadece bir erken seçim olması halinde mevcut Cumhurbaşkanı üçüncü kez aday olabilir. Dolayısıyla muhalefetin ve iktidarın erken seçim tartışmalarına dayanak olan argümanları farklı nedenlere dayanmakla birlikte sonuçta aynı yola çıktığını söyleyebiliriz.     

“HANGİ ANAYASA TARTIŞMASI ÜZERİNDE UZLAŞMA SAĞLANABİLİR?”

Anayasa tartışmaları yeniden başladı. 2002’den bu yana yapılan referandumlarla anayasa defalarca değiştirildi. Bugünkü politik ortamda hangi anayasa tartışması üzerinde bir uzlaşma sağlanabilir mi?

Türkiye’de neredeyse AKP iktidarıyla bir gelenek haline getirilmiş olan referandum yöntemiyle anayasa yapma ilkesinden kesin olarak vaz geçilmelidir. 2002’den bu yana yapılan referandumlarla defalarca anayasa değiştirilmiş olmakla birlikte, geçirilen 22 yılın ardından yoğun bir şekilde anayasa tartışmalarının devam etmesi kendi içinde uzlaşmaz bir çelişki barındırmaktadır. Türkiye benzeri Otoriter Popülist rejimlerin ayırıcı özelliklerinden biri referandumlarla gerçekleştirilen anayasa değişiklikleridir. Bu rejimlere ilişkin yapılan araştırmalarda bu referandumlar David Landau tarafından “suistimalci anayasacılık” olarak nitelendirilmektedir. Landau’ya göre, “Suistimalci anayasacılık, anayasal değişim mekanizmalarının demokrasiyi tahrip etmek amacıyla kullanılmasını içerir. Onlarca yıldan beri, askerî darbe gibi demokrasiyi devirmenin klasik metotları gözden düştüğü için, otoriter ve yarı-otoriter rejim kurmak için anayasal araçların kullanılması giderek yaygınlık kazanmıştır. İktidardaki güçlü başkanlar ve partiler, anayasal değişmeyi, onları görevlerinden almayı çok güçleştirecek ve onların iktidarlarını kullanılmasını denetlemeye yönelik mahkemeler gibi kurumları etkisiz hâle getirecek şekilde inşa etmektedirler.” Bu anlamda Türkiye’deki anayasa tartışmaları Anayasa yapım sürecini deforme ederek, onu toplumsal uzlaşma belgesi olmaktan çıkarmakta ve iktidarın popülist araçlarından biri haline getirmektedir. Bugün ülkenin içinde bulunduğu demokrasi krizini de, ekonomik krizi de, emeklilerin sorunlarını da, atanamayan öğretmenleri de bir anaya tartışma döngüsü içinde buharlaştırmak ve görünmez kılınmak istendiğini söyleyebiliriz. Muhalefetin de üzerinde durduğu nokta budur. Yoksulluk, işsizlik, yüksek enflasyon, artan fiyatlar, insanların yoksullaşması birer sorun olarak ortada dururken, anayasa tartışmalarının yapılmasını CHP lideri Özel “sis etkisi” olarak tarif ederek, mevcut sorunların görmezden gelinmesinin doğru olmadığını belirtmektedir. 

Hangi anayasa tartışması üzerinde uzlaşma sağlanabilir? Türkiye’yi demokratik ayarlarına geri döndürecek, Parlamentoda iktidar ve muhalefetin sayısal üstünlüklerine göre değil, eşit sayıda temsilci verecekleri kurullar eliyle, ülkedeki yetkin akademisyenlerden destek alarak ve sürece sivil toplum kuruluşlarını da öneri getirme anlamında aktif olarak sürece katarak gerçekleştirilecek bir anayasa değişikliği üzerinde uzlaşma sağlanabilir. Muhalefet açısından önemli bir başka nokta “uyulmayacak” anayasa değişikliklerinin yapılmamasıdır. 

31 Mart Yerel Seçimleri’nin üzerinden iki ay geçti. Bu seçimlerde CHP Büyükşehirler dahil belediye başkanlıklarını artırırken, AKP ise ikinci parti konumuna geriledi. Ülkede neredeyse ikili bir iktidar görünümü var. CHP’nin iki aylık sürede yerel yönetimlerdeki çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelecekteki iktidar yolu yerel yönetimlerdeki başarıdan mı geçer?

Yerel seçimlerle ilgili olarak Türkiye’de siyasete damgasını vurmuş sözlerden biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olan “İstanbul’u yöneten Türkiye’yi yönetir” sözüdür. Bu söz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın 2019’daki iki seçim ve 2024 yerel seçimleriyle kazanmış olan Ekrem İmamoğlu’nun şahsında kendi kendini gerçekleştirecek kehanet gibi görünmektedir. İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir gibi büyükşehirlerde başarılı CHP yönetimlerinin varlığının diğer kentlerde de yerel seçimleri CHP’nin kazanmasının önünü açan bir faktör olduğu söylenebilir. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara’yı iktidar partisinden alan CHP’nin bu kentlerdeki başarılı belediyecilik uygulamaları 2024 zaferinin hazırlayıcısı olmuştur. Gelecekteki iktidarın da belirleyicisi olacağını söyleyebiliriz. 

Ancak 2019 ile 2024 arasında konjonktürel olarak en önemli farklılık ekonomik krizin derinleşmesidir. Merkezi iktidarın ekonomik krizle başa çıkma araçlarından biri olarak uygulamaya koyduğu tasarruf tedbirlerinden en fazla etkilenen kurumlar belediyeler olacaktır. Ancak merkezi iktidarın belediyelerin ihtiyaç duyduğu kaynaklar üzerinde uygulayacağı aşırı kısıtlamaların genel seçimlerde dönüp kendilerini vurması kaçınılmazdır. İktidarın içinde bulunduğu en büyük açmaz ekonomik kriz koşullarında belediye kaynaklarından yapılacak kesintilerin kendilerine verebileceği zarardır. 

İki aylık bir süre belediyeleri değerlendirmek açısından oldukça kısıtlı bir zamandır. Seçimlerden bu yana geçen süreçte yeni seçilen başkanların belediyeyi tanıması, borçlarına, alacaklarına ve her türlü varlıklarına vakıf olmaları belli bir süre gerektirmektedir. Seçimle gelinen görevlerde genel olarak 100 gün kuralı vardır. Yeni seçilen belediye başkanlarının 100 günlük sürede yapabildikleriyle halkın karşına çıkarak hesap vermeleri ve samimi bir diyalog kurmaları beklenir.

Mete Kaan Kaynar: “Erdoğan İktidarı için Yeni Anayasa İstiyor”

9. Yargı Paketi: Hedefte Basın ve İfade Özgürlüğü mü Var?

Profesör Babuşçu: “Hükümet Çerez Parasına Kadar Düştü”