Türkiye yaz aylarına normalleşme ve yeni anayasa gibi pek çok gündemle girerken, DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın ile Türkiye’nin ve siyasetin gündemini konuştuk.
AKP ve MHP’nin, siyasi darbelerle, devletin zor ve baskı araçlarını kullanarak, yargıyı sopa haline getirerek iktidardaki ömrünü uzatma çabasında olduğunu kaydeden DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın, bugünkü iktidarın meşruiyetini kaybetmiş bir iktidar olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in planlanan görüşmesi geçtiğimiz salı günü gerçekleşti. Özel’in Erdoğan’a AKP Genel Merkezi’nde ziyaret etmesinin ardından, bu kez Erdoğan Özel’i CHP Genel Merkezi’nde 18 yıl aradan sonra ziyaret etti.
Erdoğan ile Özel arasında siyasette normalleşme konuşulurken DEM Partili Hakkari Belediyesi’ne ise kayyım atandı. Hakkari Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış, Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 19 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. “Silahlı terör örgütünü yönetmek”, “Silahlı terör örgütüne üye olmak” ve “Örgüt propagandası yapmak” iddiası ile yargılanan Akış, tutuklanarak cezaevine konuldu.
DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın ile siyasette normalleşmeyi, DEM Parti belediyelerindeki kayyım endişesini ve erken seçim tartışmalarını konuştuk.
“TÜRKİYE OLAĞAN KOŞULLARIN YAŞANDIĞI BİR ÜLKE DEĞİL”
31 Mart Yerel Seçimleri’nin ardından CHP Lideri Özgür Özel ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında siyasette yumuşama veya normalleşme yolunda görüşmeler yapılıyor. AKP ve CHP arasındaki normalleşme adımlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında olağan koşullarda siyasette, elbette ki diyalog kurmak ve görüşmeler yapmak hem gereklidir hem de önemlidir. Buna kuşku yok. Böylesi bir durumda, yani olağan koşulların mevcut olduğu bir ülkede biri iktidarda biri muhalefette olan iki siyasi parti lideri arasında gerçekleşen bir görüşme, bu denli sansasyonel bir haber olmazdı. Ama ne yazık ki Türkiye olağan koşulların yaşandığı bir ülke değil. Türkiye’yi bu hâle getiren de AKP-MHP iktidarıdır.
Bu görüşmeler sürecine verilen isim bile AKP-MHP iktidarının Türkiye’de yarattığı rejimin normal dışı bir karaktere sahip olduğunun göstergesi sayılır. Erdoğan bu görüşmeyi “yumuşama” kavramı ile tanımlamıştı. Bu kavram da aynı şeyi ifade ediyor. Türkiye’de bugün itibariyle sert ve normal olmayan bir rejim var. Biz “AKP-MHP iktidarı OHAL rejimini olağanlaştırıyor” derken tam da bunu kast ediyorduk işte. Bütün bu süreç, Türkiye’de bugünkü rejimin baskıcı karakterinin, bu normal dışı rejimin failleri tarafından da itiraf edilmesi açısından önemli bir şey. Önce bunu not etmiş olalım.
Erdoğan’ın yürüttüğü görüşmeler serisine gelince, bu trafik bize dokuz yıl önceki 7 Haziran seçimlerini ve o seçim sonrasında AKP tarafından yürütülen “istikşafi görüşmeler” sürecini hatırlattı. Erdoğan yine bir seçim kaybetti ve yine istikşafi görüşmeler, yani keşif gezileri yapıyor. Erdoğan’ın amacı ülkeyi ve siyaseti normalleştirmek değil, mevcut iktidarın zayıflayan hegemonyasını yeniden güçlendirecek yöntemleri keşfetmek. Ülkede tüm toplumun beklediği ve Türkiye’nin ihtiyacının olduğu şekilde bir “normalleşmenin” ya da “yumuşamanın” olmayacağını, iktidar son bir ay içinde tüm dünyaya gösterdi. Kobanî kumpas davasında verilen karar, İstanbul’daki 1 Mayıs gösterilerine katılan ve tutuklanmış olan insanlar için yüzlerce yıl hapis istemiyle dava açılması, Van’da tutmayan siyasi darbenin bu kez Hakkari’de sahneye konması, bu siyasi darbenin ardından neredeyse Türkiye’nin yarısında ilan edilen gösteri ve protesto yasağı, uygulanan fiili OHAL rejimi, cezaevlerindeki tecrit ve ağır hak ihlalleri AKP-MHP iktidarının “normalleşme” ve “yumuşama” maskesini çabucak düşürdü. Maske düşünce herkes bir kez daha gördü ki görünen yüz, aynı karanlık yüz.
İktidar, bir normalleşme hedefliyorsa önce hukuk zeminine dönmeli. Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM kararlarının uygulanmasına koyduğu engelleri geri çekmeli. Yargıyı iktidarın sopası olmaktan çıkaracak adımlar atmalı. Cezaevlerindeki tecrite son vermeli. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini kullanmalarına devlet zoruyla engel olmaktan vaz geçmelidir. Görüşmeler yapmak ve diyalog elbette önemlidir ama “normalleşmenin” gereği olan pratik adımlar atılmadıkça bu görüşmelerin bir yararı olmaz.
“İKTİDAR, KAYYIM REJİMİNE UMUT BAĞLAMIŞ DURUMDA”
DEM Partili Hakkari Belediye Başkanı tutuklanarak yerine kayyım atandı. İktidarın kayyım politikası, siyasette normalleşmenin konuşulduğu şu günlerde değişmedi mi? DEM Partili diğer belediyeler için de kayyım endişeniz var mı?
Aslında Van Belediye Eş Başkanımıza yapılan siyasi operasyonla kayyım sürecini yeniden başlatmak istediler. Van’da hedefledikleri sonucu alamayınca planın sonraki aşamasına geçmiş görünüyorlar. Ne Van Belediye Eş Başkanı ne de Hakkâri Belediye Eş Başkanı hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı var. Üstelik iktidarın muhalif dövme sopası haline getirilmiş olan yargı bile henüz karar vermemişken İçişleri Bakanlığı’nın alelacele kayyım ataması, aslında yargıya iktidar tarafından verilmiş bir talimattır. Böylece iktidar yargıya, “benim yaptığım icraatın yargısal zeminini oluştur” demiş oluyor. Normalleşmenin böyle bir şey olmadığını 5 yaşındaki çocuk bile bilir. Biraz önce de söylemiştim, iktidar hukuk zeminine dönmediği sürece “normalleşme” adı verilen bu süreç, AKP-MHP iktidarı için zaman kazanmaktan ve hamle yapacak en uygun zamanı kollamaktan başka bir şey değil.
Hiçbir belediye eş başkanımız, görevden alınmayı gerektirecek bir suç işlemedi. Geçmişte de göreve engel bir suçları yoktu. İktidarın sopası olmuş yargı bile belediye eş başkanlarımız hakkında seçilmelerini engelleyecek bir karar vermemişti. Fakat buna karşın belli ki iktidar, dönüp dolaşıp yine kayyım rejimine umut bağlamış durumda. Muhtemeldir ki bu uygulamayı devam ettirme niyetindeler. Önce Van, sonra Hakkâri pratikleri, başka belediyelerimiz için de benzer bir hamle yapabileceklerini düşündürüyor. İki dönem boyunca uyguladıkları kayyım rejimi sonuç vermedi. Bunu onlar da biliyor ama yapacak başka bir şeyleri kalmamış olmalı ki yine kayyıma sarıldılar. İktidarın yolu yol değil. Bu darbeciliktir. Bu bölücülüktür.
AKP-MHP bloku, kaybettiği seçimin kendi tabanında yarattığı hayal kırıklığını yargı sopasıyla ve devletin tüm aygıtlarıyla muhalifleri döverek gidermeye çalışıyor. AKP-MHP, halktan tokat yedikçe, dönüp muhalefet güçlerine tokat atmak istiyorlar. Fakat biz tokat yedikten sonra diğer yanağımızı çevirenlerden değiliz. Mücadele edeceğiz ve kayyıma asla geçit vermeyeceğiz.
31 Mart Yerel Seçimleri’nin üzerinden iki aydan fazla bir zaman geçti. Bölgede birçok belediye yeniden kayyım yönetiminden DEM Parti yönetimine geçti. DEM Parti il ve ilçelerde nasıl bir belediye devraldı?
Kayyım atanan belediyelerdeki yöneticilerin kaynaklara talancı bir anlayışla yaklaşıp belediyeleri yağma ettikleri seçimden sonra bir kez daha ortaya çıktı. Bu durumla ilgili çeşitli örnekler, sıklıkla kamuoyuna da yansıdı. Çok klişe bir ifade olacak belki ama DEM Parti belediye eş başkanları, kayyımdan tam anlamıyla enkaz devraldı.
Bakın mesela, seçimden sonra bazı kayyımlar belediyeye ait araçların motorlarını sökmüş, bazısı çiçek saksısını bile yanında götürmüş. Belediyeye ait birçok mal kullanılmaz hâle getirilmiş.
Ayrıca belediyeleri çalışamaz hâle getirmek için astronomik miktarda borç devredildi. Birkaç örnek vereyim de işin boyutu hakkında herkesin bir fikri oluşsun. Kayyım yönetimi sonunda Van Büyükşehir Belediyesi’nin borcu 9 milyar TL’ye, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin borcu 3 Milyar TL’ye, Yüksekova Belediyesi’nin borcu 990 Milyon TL’ye çıkmış durumda.
Yine Cizre Belediyesi kayyımının belediye eş başkanlarının mazbatalarını almadan sadece 1 saat önce belediye bütçesinden 30 milyon TL harcama yapması, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi kayyımının mazbata veriliş zamanından 1 saat öncesinde encümen toplantısı alıp kararlar alması kayyım yönetiminin belediyeleri nasıl talan ettiğinin örnekleri. Devrettikleri belediyeleri felç edip öyle vermişler ki, belediye en temel hizmetleri bile yürütemesin.
Ceylanpınar Belediyesi’nde belediyeye ait araçların motorlarını sökmüşler, 85 araçtan 75’i kullanılmaz hâle getirilmiş. Cizre Kayyımı, 7 milyon 339 bin 579 TL değerinde taşınabilir demirbaş hibe etmiş; Cizre Belediyespor Erkek Voleybol Takımı’nın kazandığı kupayı bile götürmüşler. 106 milyon TL borç altına sokulan Kızıltepe Belediyesinde ise kayyım hem İŞKUR personelini hem de kiralık araçları beraberinde alıp götürmüş.
Kayyım, kamu kaynaklarının en insafsız ve en hoyrat şekilde talan edilmesinin adıdır.
“BUGÜNKÜ İKTİDAR MEŞRUİYETİNİ KAYBETMİŞTİR”
CHP 31 Mart Yerel Seçimleri’nden birinci parti çıktı. İktidar Partisinin oylarında da önemli oranda bir düşüş var. CHP Lideri Özgür Özel, seçmenin bir talebi olmadan erken seçim çağrısı yapmayacaklarını belirtiyor. Türkiye’de bir erken seçim gündeme gelebilir mi? Partinizin bu yönde bir çağrısı olur mu?
Aslında bugünkü iktidar meşruiyetini kaybetmiş bir iktidardır. AKP ve MHP, siyasi darbelerle, devletin zor ve baskı araçlarını kullanarak, yargıyı sopa hâline getirerek iktidardaki ömrünü uzatma çabasında. Seçmenin 31 Mart yerel seçimlerinde ortaya koyduğu bir irade var. Bu irade bugünkü iktidar blokunun iktidarda kalmasından yana değil. Seçmen çağrısını başka daha nasıl yapabilir ki? 31 Mart’ta ortaya çıkan sonuç aslında seçmenin çağrısının ta kendisidir. Erdoğan, kendisi için en elverişli zamanda seçime karar vermek istiyor olabilir ve belli ki bunun için zemin yokluyor. Biraz önce de söylediğim gibi Erdoğan’ın yaptığı görüşmelerin amacı, ülkeyi normalleştirme isteğinden çok, bir seçim için kendisine en uygun koşulları yaratma çabasıdır. Ana muhalefet partisi 7 Haziran 2015’te AKP’nin “istikşafi görüşmeler” tuzağına düşmüştü. Aynı oyuna bir kez daha gelmemesini umuyoruz.
Meşruiyetini yitirmiş bir iktidarın sürmesini kabul etmek doğru olmaz. Eş başkanlarımızın Hakkâri’de de söyledikleri gibi bu iktidar artık gayrı meşrudur ve en kısa zamanda Türkiye, bu iktidardan kurtulmalıdır.
“YENİ ANAYASA TARTIŞMALARI ‘CAMBAZA BAK’ OYUNU”
İktidar Partisi’nin gündeminde yeni bir Anayasa yapılması var. Anayasa tartışmalarının bu dönem ortaya çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir uzlaşı sağlanabilir mi ve konuda partinizin tutumu nedir?
Türkiye’nin sivil ve demokratik bir anayasaya ihtiyacı olduğu kesin. Bizler de öteden beri mevcut Anayasanın, demokrasi gereklerinin fersah fersah gerisinde olduğunu hep söylüyoruz. Sivil ve demokratik bir anayasanın yapılması için biz DEM Parti olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmekte hiç tereddüt etmeyiz. Fakat unutmamak gerekir ki yeni ve demokratik bir anayasanın yapılabilmesi için öncelikle demokratik hukuk devleti koşullarının var olması gerekir. Tweet atanın bile ertesi gün cezaevine konulduğu bir ortamda demokratik anayasa tartışmalarının özgürce yapılabileceğini kim ileri sürebilir?
AKP-MHP iktidarı şu anki anayasaya dahi uymuyorken bu kafaya sahip bir iktidardan demokratik bir anayasa girişimi çıkma olasılığı var mı sizce? Bence yok.
Yeni anayasa tartışmaları iktidarın “cambaza bak” oyunundan başka bir şey değil. AKP’nin bu tür konularda başından beri uyguladığı “yaptım oldu” yöntemi, bir uzlaşı zemininin oluşmasını zorlaştırıyor. Bu durumu zorlaştıran başka bir konu da 22 yıllık iktidarı döneminde AKP’nin bu konudaki sabıkaları. Kaldı ki meşruiyetini yitirmiş bir iktidarın yeni anayasa tartışmaları üzerinden yol almaya çalışması da ayrı bir sorun. Önce meşruiyet tartışmalarından uzak bir iktidarın oluşması sağlandığında yeni anayasa tartışmalarının daha sahici olma olasılığı daha yüksek olur.
“AYNILAR, AYNI YERDE!”
İYİ Parti’nin eski Genel Başkanı Meral Akşener’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesi tartışmalara yol açarken, İYİ Parti Ankara Milletvekili Koray Aydın bu görüşmeyi sert tepki gösterdi. Siz bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugünkü tekçi rejimin üzerine oturduğu sacayaklarından ikisi Türklük ve İslam olgularıdır. İktidar da müktesebatını Türk-İslam sentezine bağlamış durumda. Bu ideoloji ile şekillenmiş olan tüm siyasetçilerin yolu elbet bir noktada kesişiyor. Akşener-Erdoğan görüşmesi de böyle bir yol kesişimi. Yani ikisinin de hamurunun mayası birbirinin aynı. Ayrıca bu konunun başka bir boyutu da, Akşener-Erdoğan görüşmesinin, muhalefetin Mayıs seçimlerinde aldığı yenilginin nedenleri hakkındaki tartışmaları yeniden gündeme taşımış olması. Bu da göz ardı edilmemesi gereken bir konu. Bilinen bir söz var ve şimdi onu yeniden hatırlatmanın tam de yeridir: “Aynılar, aynı yerde!”