Her yazarın yazma amacı farklıdır. Yazmak, kişinin kendini en iyi ifade etme yoludur. Duygu ve düşüncelerimizi aktarmak ve duyulmak gayesiyle yazarız. Yazmak ilkel insandan beri vardır, insanoğlu yazmanın kalıcılığından ve aktarılabilirliğinden faydalanır.
Yazmak aynı zamanda çok okumaktan gelen bir dürtüdür, çok okuyan insan bir süre sonra benzer şeyleri yaratma dürtüsüne itilir, yaratım sürecine kendisi de katkıda bulunmak ister. Farklı düşünür ve gündelik olaylara birçok pencereden bakmaya başlar. Okudukça kendisini tanır, çevresindeki insanları tanır, insanlığa derin bir içsellikle yaklaşır. Duyguları genişler, düşünceleri derinleşir ve kelimelerin anlamlarıyla oyun oynamaya başlar. Bu insanı konuşmak doyurmamaya başladığı anda yazma ihtiyacı duyar.
Aynı zamanda okumak da yazmak bağlamında ihtiyaç doğrultusunda gelir. Okumak ve yazmak ayrı düşünülemez, gündelik yaşamın koşuşturması arasında bu eylemler insana dingin bir liman görevi görür. Kendini keşfetmenin önemini kavramış her insan bu eylemlerden faydalanır. Bir şiir dahi okumuş olan insan değişir, ruhu büyür ve olgunlaşır, duygularını daha derin yaşar, düşüncelerini çok yönlü değerlendirir. Çiçekten bal toplayan bir arıyla dahi empati kurar bu insan, dünyanın renkleri daha parlak ve canlıdır.
Ben yazıyorum çünkü, doyumsuz sevgilerimi sayfalara taşırıyorum. Aşkımı, sevinçlerimi, arzularımı, hayatın yakaladığım tüm güzelliklerini yazarak koynumda büyütüyorum. Yaşamanın anlık mutluluklardan ibaret olduğu şu iki adımlık yerküreye tutunmaya çalışıyorum. Her birimizin bambaşka ruh sancıları var, kimimiz kaçıyoruz kimimiz donakalıyoruz kimimiz görmezden geliyoruz kimimiz savaşıyoruz; bense yazıyorum, yazdıkça sindiriyorum tüm acılarımı, isyanımı, çaresizliğimi, umutsuzluğumu, varoluşun anlamsızlığını…
Tezer Özlü‘nün de dediği gibi “Neden edebiyat? Yeryüzüne dayanabilmek için…”
Tuğba Gürbüz: “Kadınların Seslerini Daha Güçlü Duyurmalıyız”
Trajediyi Sıradanlıkla Harmanlayan Kitap: Tanrı ve Memeli Hayvanlar