₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

 Luigi Scazzieri: “Avrupa Sağa Kayıyor, Aşırı Sağa Değil”

Avrupa siyasetinde aşırı sağın yükselişinin yankılarını sadece futbol durdurabilir diye düşünenler yanılıyor. Dünya yıldızı Fransız futbolcu Kylian Mbappé’nin bile aklında radikal sağın yükselişi var. Avrupa bir yandan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ortaya koyduğu sonucu tartışıyor bir yandan dört yıl sonra futbolun büyüsüyle teselli bulmaya çalışıyor. Ne olursa olsun siyaset, hayatın her yerinde. Seçimler sonrası en çok dikkat çeken ülkelerden Fransa’da aşırı sağın özgüvenli zaferi karşısında Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un benzer bir özgüvenle yaptığı erken genel seçim çağrısı bir bakıma ülkenin ve dünyanın en iyi futbolcularından Kylian Mbappé ile cisimleşti. Kamerun kökenli futbol antrenörü bir babayla Cezayir asıllı eski bir hentbol oyuncusu annenin oğlu Mbappé’nin EURO 2024 karşılaşması öncesi “Aşırı sağa oy vermeyin” sözleri önemli. Bir göçmen ailenin çocuğu olan Mbappé’nin dileği bu yönde olsa bile kendisi de aşırılıkçıların iktidarı kazanmaya yakın olduğunu kabul ediyor ve ülkesinin hâlâ geleceğini seçme şansı olduğunu söylüyor. 

Avrupa’da yaşam tıpkı dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde olduğu gibi güllük gülistanlık değil. Ekonomi insanları, bilhassa yeni kuşağı zorluyor. Ama seçmenin aşırı sağa yönelmesinin önde gelen başkaca bir gerekçesi de göçmen karşıtlığı. Peki Avrupa, aşırı sağın gerçekten pençesine mi düştü? Bu resmin ardındaki neden, sadece merkez partilerin beceriksizliği ile mi ilişkilendirilmeli? Aşırı sağ, sistemin içini mi oyuyor yoksa kendini sistemin içine mi entegre ediyor? Gençler neden ve nasıl aşırı sağa yönelebiliyor? Dahası Mbappé’nin dileği gerçek olur mu? Avrupa dış ve güvenlik politikası, transatlantik ilişkiler ve göç konularındaki uzmanlığı ile bilinen Avrupa Reform Merkezi’nde kıdemli araştırma görevlisi olarak çalışan Luigi Scazzieri tüm bu soruları yanıtlıyor:

“AVRUPA SAĞA KAYIYOR, AŞIRI SAĞA DEĞİL”

Seçim sonuçları, önümüzdeki beş yıl boyunca Avrupa Birliği’nin gündemini ve yasalarını etkileyecek. Tüm bunlar Avrupa için ne anlama geliyor? Mevzu sadece yaşlı kıtanın aşırı sağa kaymasından mı ibaret?

Gördüğümüz şeyi, aşırı sağa değil, sağa bir kayma olarak nitelendiririm. Bazı ülkelerde, özellikle Fransa ve Almanya’da aşırı sağın oy oranının arttığını gördük. Almanya’da, Alternative für Deutschland (AfD, Almanya İçin Alternatif Partisi), Olaf Scholz’un Sosyal Demokratları’nın önünde ikinci sırada yer aldı. Fransa’da Ulusal Cephe (Rassemblement National) ilk sırada yer aldı. Ancak diğer ülkelerde tablo daha karışıktı. Genel olarak teoride merkez partiler hâlâ oyların çoğunluğunu elinde tutuyor. Bu da AB’nin yönetme ve yürütme şeklinde önemli değişiklikler olmayacağı anlamına gelmeli. Bazı alanlarda, mevcut eğilimleri güçlendiren değişiklikler olacağını düşünüyorum. Burada göç, iklim ve AB reformu gündemini tartışıyorum. Göç konusunda, son birkaç yılda, 2015 göç krizinden bu yana AB’nin mümkün olduğunca fazla insanı dışarıda tutmayı amaçlayan, Türkiye gibi ülkeler ve diğerleriyle anlaşmalar yapıp göçmenleri geri göndermeye, işbirliği yapmaya zorlayan daha katı bir politikaya doğru ilerlediğini gördük. Bu fikir başlangıçta aşırı sağdan gelmişti ama şimdi daha ana akım hâle gelmiş durumda. Merkez sağ da bu fikre katılıyor. Sonra son zamanlarda muhafazakârların, yani merkez sağ EPP’nin biraz daha iklim şüphecisi olduğunu gördük. Bunu birkaç ay önce doğa restorasyon yasasına karşı nasıl oy kullandıklarından anlayabiliriz. Genel olarak birçok seçmenin, özellikle çiftçilerin Yeşil Anlaşma’nın gereksinimlerine uyum sağlamalarının maliyetleri konusunda endişeli olduğu düşüncesini benimsediler. Yani Avrupa Parlamentosu’nda daha güçlü bir aşırı sağ kanat olduğu için artık diğer partileri de yavaş yavaş daha fazla iklim şüphecisi olmaya itecek. Üçüncü olarak AB reformu fikri üzerinde önemli bir etki olacağını düşünüyorum. Ukrayna’nın üyeliği ve genişleme çerçevesinde, AB’nin daha fazla üye almaya hazır hâle gelmesi yönündeki çalışmaları değiştirme fikri var. Özellikle dış politika ve vergi politikası konularında oy birliğinden nitelikli çoğunluk oylamasına geçiş gerekli. Genel olarak popülist radikal sağ ve aşırı sağ partiler bu fikre çok karşıdır, bunu ulusal egemenliğe karşı görürler. Bu nedenle bu da merkez partilere, bu fikirlere daha şüpheci olmaları için bir itki ve etki anlamına gelecektir. Kısacası AB reformları daha karmaşık hâle gelecektir. Ancak bunların hiçbiri ani ve net bir kopuş değildir. Daha çok AB’nin tüm bu konularda hafifçe sağa kaydığı bir etki hissedilir.

UKRAYNA AVRUPA’DAN DİLEDİĞİNİ ALABİLECEK Mİ?

Ukrayna’da sağ kanadın Avrupa Parlamentosu’nda güç kazanmasının olası siyasi sonuçları çok tartışılan bir konu. Tartışmanın önemli bir noktası, kimi Avrupalı yorumcuların öne sürdüğü gibi Avrupa’dan desteğin azalmasına yönelik algılanan bir eğilim… Bu konuda düşüncelerinizi merak ediyorum.

Bu çok ilginç bir soru; burada kısa ve uzun vadede farklılıklar var.

Farklılıklardan bahsetmeden önce belki şunu da eklemeliyim. Rusya Devlet Başkanı Putin şu günlerde mutlu mudur?

Ona sormanız gerekir! Ama genel olarak bu soruya özellikle Macron ve Scholz’un zayıflaması nedeniyle “evet” yanıtı vermeliyim sanırım. Özellikle Fransa ve Almanya’daki sonuçlara bakıldığında Almanya’da Rusya’ya çok dostça yaklaşan güçlerin, AfD hareketinin çok iyi performans gösterdiğini gördük. Ama Ukrayna konusuna geri dönersek kısa vadede bir etkisi yok.

Neden?

Bunun bir nedeni sağdaki birçok partinin örneğin Giorgia Meloni’nin, Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Grubu’nun, Polonya’daki Hukuk ve Adalet Partisi’nin, Çekyalı muadillerinin ve benzerlerinin Ukrayna yanlısı olmalarıdır. Bu yüzden Avrupa Parlamentosu’nda hâlâ önemli bir Ukrayna yanlısı çoğunluk var. Ancak zamanla, daha önce bahsettiğim genişleme tartışması Ukrayna’nın Avrupa Birliği’ne katılma noktasında bir zayıflık riski yaratıyor. Zira genişlemenin oylama kuralları üzerinde birçok zor uzlaşmayı gerektirdiğini biliyoruz. Örneğin pazar erişimi açısından, tahıl meselesinde olduğu gibi… Ukrayna tahılının Avrupa Birliği’ne serbest girişine çok fazla karşı çıkış olduğunu gördük, örneğin Polonyalı çiftçiler ve diğerleri tarafından. Bu durum popülist sağın her zaman kullanma eğiliminde olacağı bir mesele. Öncelikle çiftçilerimizi korumamız gerektiğini söyleyeceklerdir. Ukrayna tahılını karşılayamayız. İkinci söylem “Ukrayna yardımı hak ediyor ama bu parayı önce kendi halkımız için kullanmalıyız” şeklinde. Zamanla bu mantık daha güçlü hâle geliyor. En önemlisi bir Trump başkanlığı söz konusu olursa, bildiğiniz gibi Trump Ukrayna’ya yardımı kesmek istediğini söylüyor. Bu da AB içinde, Ukrayna’ya yardıma şüpheyle bakan sesleri güçlendirir. Kısmen Trump’ın şüpheciliğiyle meşrulaştırıldıkları için ABD’nin artık yardım etmemesi durumunda Avrupa’nın doldurması gereken boşluk çok büyük olacağı için böyle bir durum söz konusu olabilir. Bu yüzden genel olarak kısa vadede Ukrayna üzerinde gerçek bir etkisi olmayacaktır. Ancak Fransız seçiminin ve elbette Amerikan seçiminin sonucuna bağlı olarak zamanla destekte bir azalma olacaktır. Elbette, Fransa’nın seçimi çok kritik olacak. Çünkü Macron eğer kalırsa elbette hâlâ dış politika üzerinde kontrol sahibi olacak. Ancak aşırı sağın zaferi hâlinde bütçeyle ilgili her şeyde, nihai güce parlamento sahip olacak. Bu yüzden Ukrayna’ya Fransız yardımının yapılması daha karmaşık hle gelebilir. Ulusal Cephe’nin (Rassemblement National) yardımın tamamen kesileceği yönünde bir tavır sergilemek istemeyeceklerini ancak yeterince paralarının olmadığını, önceliğin Fransız halkına bakılması olduğunu söyleyeceklerdir. Sonuç olarak Ukrayna daha az yardım alır.

MACRON’un AKLINDAKİ OYUN NE?

La Repubblica’da Fransız filozof Bernard Henry Lévi’nin görüşlerini yansıtan bir makaleye rastladım. Fransız filozof, Macron’un seçim kararı almasında haklı olduğu kanaatinde ve kısaca şu yorumu yapıyor: “Bu zorluk karşısında benimsenebilecek iki olası tutum vardı. Ya devekuşu politikası izlemek ya da ortaya çıkan durumla açıkça yüzleşmek. Macron, aslında yolunu kaybeden Fransa’ya şu soruları doğrudan yöneltti: Rusya’nın beceriksiz ve sorumsuz kullanışlı aptallarını, demagogları, geçmişin militan faşistlerini, yabancı düşmanlarını istiyor musunuz? Cumhuriyet’in oy sandıklarına gidip ‘Irkçı zamanlarda yaşamak istiyorum’ mu demek istiyorsunuz?” Lévi’nin bu değerlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, Macron’un son birkaç yılda zayıfladığı büyük ölçüde doğru. Yasama gündeminin büyük bir kısmının tıkandığını görebiliyoruz. Yasaları geçirmek için sık sık acil durum yetkilerini kullanmak zorunda kaldı. Ona karşı büyük bir muhalefet var. Kişisel olarak çok sevilmiyor. Peşi sıra bu çok aşağılayıcı sonuç geldi. Bu nedenle Fransız halkını, bu seçeneğin önüne koyma zamanının geldiğine karar verdi. 

Bu doğru bir strateji mi yoksa siyasi bir kumar mı?

Bu tehlikeli bir strateji. Esasen Macron’un hesaplamasının iki katmanlı olduğunu söylemek mümkün. İlk olarak seçim sistemi üzerinden ele alalım. İki turlu bir sistem olduğu için Macron ikinci turda Ulusal Birlik Partisi’ni sıkıştıracağını hesaplıyor. Bu olabilir. Tabii günün sonunda Macron, Ulusal Birlik’ten bir başbakan atamak zorunda da kalabilir. Macron belki de onları şimdi iktidarda tutmanın daha iyi olduğunu düşünüyordur. Sonuçta başkan hâlâ kendisi. Aşırı sağcıları iktidara ortak edip böylece onların aslında yetersiz olduklarını gösterebilir. Ardından aşırı sağ 2027 cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeder. Senaryolardan biri bu yönde olabilir. Macron’un hesaplaması, sürecin olduğu gibi devamlılığı hâlinde her şeyin ters gitmesinden kendisinin sorumlu tutulacağı yönündeydi. Çünkü Ulusal Birlik popülerlik kazanmaya devam ediyor, bu 2027’ye kadar Marine Le Pen’e muhtemel bir zaferin kapısını aralayabilir. Macron bunu görüp seçim çağrısı yaptı. Ancak dediğim gibi stratejisi çok riskli. Çünkü ilk olarak Fransa’da aşırı sağın birçok yerden oy alma ihtimali var. Bazı anketlerden gördüğümüz bunun muhtemel olduğu, yabana atılmaması gerektiği. İkinci olarak aşırı sağ hükümete girerse, Macron’un düşündüğü gibi kötü yöneteceklerinin garantisi yok. Böylesi bir senaryoda Fransa aşırı sağı, iç politikayı Macron’u suçlayabilecekleri şekilde yönetebilir. Daha saygın görünmek için daha fazla ılımlı davranmaları ve asıl seçimi, yani 2027’yi beklemeleri ihtimal dâhilinde olabilir. Kısacası seçmenleri uzaklaştıracak kadar aşırı olacakları varsayımı doğru olmayabilir. Daha pragmatik davranabilirler. Zaten son zamanlarda daha çok pragmatik olmak istediklerinin sinyallerini veriyorlar. Bu yüzden çok riskli. Bir yandan Macron’un kendi partisi içinde de yaptıklarına karşı fazlaca muhalefet var. Bu yüksek riskli bir hamle, ama sonunda yapmaya karar verdiği şey bu… 

“GENÇLERİN AŞIRI SAĞA YÖNELİMİ AVRUPA’YA ÖZGÜ”

Sizden önce, Cornell Üniversitesi’nden Profesör Mabel Berezin ile konuştum. Avrupa’daki genç seçmenlerin 1920’ler ve 30’ların tarihsel hafızasına sahip olmaları gerektiğini söyledi. Büyük ekonomik sorunlarını göz önüne aldığımızda, gençler gerçekten sadece bu sebeple aşırı sağa tereddüt etmeksizin oy verebiliyorlar mı?

Evet, sorunuzun içinde cevabın bir parçası var aslında. Birçok durumda yaşlı seçmenlerin kökenleri tarihsel faşizm veya aşırı sağla çok yakın olan partilerle ilgili yaşadıkları damgalama, genç seçmenlerde yok. Bunun olmaması, bugün karşı karşıya olduğumuz desteğin sağlanmasındaki büyük nedenlerden biri. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz, 1990’ların Jean-Marie Le Pen’in kurduğu Ulusal Cephe’den daha farklı. Bu durum söz konusu partilerin neden değiştiğini açıklamaya yardımcı oluyor. Artık eskisi kadar aşırı değiller… 

Yani artık aşırı sağda durmuyorlar mı? 

Evet, bazı durumlarda hâlâ aşırı sağdalar ama eskisi kadar değil. İkincisi, seçmenlerin bazı endişelerini çok iyi ele aldılar. Elbette ilk olarak göç konusunda. Bu her zaman ana politika noktaları oldu. Bence ana akım partilerin göç ve entegrasyonu etkili bir şekilde yönetememesi, özellikle Almanya ve Fransa’da bu partilerin gençler arasında desteklenmesinin büyük bir nedeni. Sonra ekonomik güvensizlik, iyi işlerin eksikliği, perspektif eksikliği gibi meseseler var. Bu her zaman insanları muhalefete oy vermeye yönlendiren şeydir. Hem Fransa hem Almanya’da aşırı sağın büyük yükselişindeki ana nedenin insanların genellikle tek alternatif olarak gördükleri şeye yönelmesi olabilir. Özellikle Almanya’da her daim var olan büyük koalisyon sistemi nedeniyle… Evet, siyasi spektrumun muhafazakâr tarafı Alman Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) var ama CDU tek başına yönetemez. İnsanlar biraz daha aşırıya gitme eğiliminde olabilirler. Ancak Amerika Birleşik Devletleri veya Birleşik Krallık’taki Anglo-Sakson bağlamıyla karşılaştırmak çok ilginçtir. Çünkü buralardaki genç seçmenler daha çok sol tarafta konumlanıyor ve aşırı sağ çok zayıf. Buradan hareketle aşırı sağa yönelimi daha çok Avrupa’ya özgü bir fenomen olarak tanımlamak mümkün. 

AVRUPA AŞIRI SAĞI, DOĞRU SORUNLARA MI DEĞİNİYOR?

Avrupa veya Avrupa Birliği projesine inanan insanlar, bir bakıma daha çok aşırı sağa kaymaktan mı korkmalı, yoksa merkezlerin yorgun ve kibirli tavrından mı endişe etmeli? Bu durum sadece aşırı sağın memnuniyetsiz seçmenleri dinlemesinden mi kaynaklandı? Başka bir deyişle, aşırı sağ partiler doğru çözümlere sahip olmasa bile doğru alanları mı işaret ediyorlar?

Burada iki katmanlı bir açıklama var, dediğiniz gibi. İlk olarak bu aşırı sağ partiler, seçmenlerin gerçek endişelerine çözüm olarak sundukları şeyleri önerme konusunda çok başarılılar. Ayrıca sıklıkla merkezdeki partilerin başarısızlıkları, seçmenlerin baştan çıkmasına neden oluyor. Başlangıçta Macron için büyük destek vardı. Fransa’daki siyasi sistemin işleyişini değiştirdi. Geleneksel sol artık yoktu ve geleneksel sağ da yoktu; sadece o vardı. Ancak sonra yönetim bir şekilde teknokratik bir egzersize dönüştü ve elbette zorlu koşullarla karşı karşıya kaldı. Ancak sonuç olarak en azından birçok seçmen ekonomik açıdan, güvende hissetmiyor. Mali güvenlik ve göç konusunda, temel güvenliği sağlamaya dair başarısızlığı, birçok seçmenin bir güvenlik sorunu olarak algıladığı yerde, merkezin başarısızlıkları olarak düşünüldüğünde sağın cazibesi ve merkezin başarısızlıklarının sorumlu olduğunu düşünebiliriz. Aşırı sağı iktidara getirerek, iki şey olabilir: Ya zorlu seçimler yapmaya zorlanabilirler ve seçmenler tarafından sevilmeyebilirler. Ya da ılımlı olabilirler. Ilımlılık İtalya’da gerçekleşti. Meloni’nin ülkesini ekonomi politikası ve yönetişim konularında en azından İtalya’nın uluslararası ortakları tarafından çok aşırı görünmeyen bir şekilde yönettiği bir yolda olduğu algısı var. Kürtaj politikası veya LGBT hakları gibi belirli iç politika alanlarına ilişkin belki sorunlar var ama çoğu konuda, oldukça ılımlı hâle geldi Meloni. Ve bu durum, yani Fransa’daki seçim çağrısı Macron’un tercihinden önce aşırı sağa karşı bir bahse girişmenin bir yönü olsa gerek.

“AVRUPA’DA AŞIRI SAĞ, RUSYA KONUSUNDA AYRIŞIYOR” 

Aşırı sağ partilerin birleşme çabaları, beraberinde ne gibi zorlukları getiriyor? Bu partilerin aşırı milliyetçi yaklaşımlarının sınır ötesi işbirliği yapmalarını engellediği ve engelleyeceği söylenebilir mi?

Bu genellikle böyle olmuştur. İşbirliği kısmen kişisel unsurlar nedeniyle zor olmuştur. Bazen kişisel rekabet derecesi vardır bazen ise temel politika farklılıkları nedeniyle… Özellikle Rusya meselesinde. Örneğin Polonya’nın tutumu nedeniyle Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Partisi (ECR) ile ittifakın kurulmasını engelleyen büyük bir bölünme yaşandı. Öte yandan oradaki parti Rusya’ya karşı çok sert bir tavır alıyorken tahmin edebileceğiniz gibi Macaristan Başbakanı Orban elbette çok yumuşak ve uyumlu. Le Pen’in ve AfD’nin durumunda ise diğer birçok aşırı sağ parti için Rusya’ya dair tutumlarının çok yakın olduğuna dair soru işaretleri olduğunu düşünüyorum. Bir diğer zorluk bu partilerin ulusal pozisyonlarını nasıl yansıttıkları ile ilgili. Ki bu durum ortak zemin bulunmasını zorlaştırır. Örneğin göç konusunda İtalyan aşırı sağı ile İspanyol aşırı sağının tutumu dayanışmanın iyi olduğu yönündedir. Yani, İtalya veya İspanya’ya gelen göçmenler ideal olarak diğer üye devletlerle paylaşılmalıdır. Ancak bu bakış açısı, örneğin Fransız aşırı sağı veya Alman aşırı sağının hoşuna giden bir şey değildir.

İtalya üzerine örnekler verdiniz ama yine de sormak istiyorum, belki bira daha açabilirsiniz. Gerçekten aşırı sağcı Meloni iktidara geldikten sonra yumuşayıp merkez sağa kaydı mı? 

Bunu değerlendirirken başlangıç noktanıza bağlı olarak düşünmelisiniz. Örneğin, NATO’yu ve Ukrayna’yı destekleme konusunda siyasi duruşunda sağlam kaldığını düşünüyorsanız, bu aynı zamanda Avrupa yanlısı bir kimlikle yapıcı bir duruş sergilediği anlamına gelir. Göç konusunda ise beklentiler çok aşırıydı. Deniz ablukası gibi şeyler söylüyordu. Pratikte elbette bu olmadı. Olan şey, önceki hükümetin Tunus ve Libya ile göçmenleri bulundukları yerde tutmak veya geri dönmelerini kolaylaştırmak amacıyla yaptığı anlaşmaların devamıydı. 

Mesela Meloni bir yandan merkeze konumlanırken bir yandan Arnavutluk ile anlaşma imzalıyor. Hatırlayacaksınız geçen yıl Arnavutluk’ta inşa edilen göçmen kabul merkezleri ile ilgili bir anlaşma söz konusuydu. Sanırım bu adım az önce göç konusunda verdiğiniz örneğin bir yansıması olmalı.

Kesinlikle. Ancak başlangıçta söylediğim gibi bu durum birçok partinin, hatta merkezdeki partilerin bile dış işlemlerin yapılması fikrini savunduğu bir politika. Yaklaşık bir ay önce 15 üye devletin hükümetleri tarafından imzalanmış bir mektup vardı, bu politikayı talep ediyorlardı. Bu mesele hâlâ tartışmalı olsa dahi ana akımın yönelimi hâline gelmeye başlıyor. Bu, denklemin diğer tarafı. Çünkü bir yandan aşırı sağ, biraz daha az aşırı hâle geliyor. Meloni’nin anlaşması ise bir işe yaramayacak ancak daha fazlasını göreceğiz. Eğer Fransa kendi Arnavutluk’unu bulursa, bu da olabilir. Bildiğiniz gibi Birleşik Krallık, Ruanda ile denemeler yapıyor. Şu ana kadar hiç işe yaramadı. Bunların tümü politikacıların ne kadar sert olduklarını ve göç sorununu çözmeye çalıştıklarını göstermeleri için yapılmış eylemler.

“AŞIRI SAĞ, BİRLİĞİ YIKMAYI DEĞİL ESASLI OYUNCUSU OLMAYI YEĞLEDİ” 

Önceki seçimlerde, radikal sağ partiler İngiliz Brexit yanlılarının yolundan giderek Avrupa Birliği’nden ve/ya tek para biriminden ayrılmayı konuşuyorlardı. Bu çağrıları tekrar ve bu sefer daha yüksek sesle duyacak mıyız? Yakın dönem, Avrupa Birliği için bir hayatta kalma testi mi olacak? Yoksa bu, abartılmış bir bakış açısı mı?

Eğer son seçimlere, hatta 2019’daki önceki Avrupa Parlamentosu seçimlerine bakarsanız radikal sağ ve popülist sağ partilerin Avrupa Birliği’nden ayrılmak istedikleri duygusu hakimdi. Ancak Brexit’in yaşattığı deneyim ve bu sürecin ne kadar zor olduğunun görülmesi, çoğunun bu söylemlerini hafifletmesine neden oldu. Bu, Fransa’daki Ulusal Birlik için geçerli olduğu gibi, Hollanda’daki Geert Wilders için de geçerli. AfD bazen bu fikirle oynuyor ama birincil öncelikleri değil. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nden ayrılmak artık bir öncelik değil. Çoğu aşırı sağ parti, Avrupa Birliği içinde çalışmaktan ve daha fazla etkiye sahip olmaktan memnun. Mesele içeride olmak, faydaları ve parayı korumak, ayrılmanın getirdiği sorunlardan kaçınmak ama daha fazla etkiye sahip olmak.

AP Seçimleri Sonrası Sık Duyabiliriz: “Evine Dön”

Türkiye Penceresinden Almanya’da Sağ Yükseliş