Çağrı Mert Bakırcı: “Bilim ve Eğitim Özgür Olmalı, İşin Ehline Verilmeli”

Geçtiğimiz günlerde Millî Eğitim Bakanlığı tarafından açıklanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ülke çapında geniş yankı uyandırdı. Bakanlık tarafından modele dair kamuoyundan görüş alınacağı belirtilse de süreç bir “oldu bitti” şeklinde ilerledi. Sendikalar, sivil toplum kuruluşları, siyasal partiler ve yurttaşlar modele dair tepkilerini dile getirdiler ancak iktidar yine “bildiğini okudu”.

Türkiye’de eğitimin bilimsel niteliği de bu bağlamda sıkça tartışılan başlıklardan biri olarak ön plana çıkıyor. Üniversitelerin özerk yapılarının yok edilmesi, bilimsel araştırma ve çalışmalara ayrılan bütçelerin yetersizliği, kayyım uygulamaları ve dahası… Dünyada bilim ve teknoloji alanında gelişmeler hızla ilerlerken yeni yüzyılında Türkiye, bu gündemlerden çokça uzakta konumlanıyor.

Peki, Türkiye’de bilim, eğitim ve teknoloji alanında neler yapılması gerekiyor? Mevcut politikalar ülkeyi dünyadan koparıyor mu? Türkiye, dünyadan bakıldığında nasıl görülüyor? Bu soruları Evrim Ağacı’nın kurucusu Çağrı Mert Bakırcı’ya yönelttik.

Türkiye’de eğitimin bilimsel niteliği sıklıkla tartışılıyor. Evrim kuramının müfredat içindeki tartışmaları da bu bağlamda okunabilir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” bilimsel eğitimin önünde nasıl bir engel oluşturabilir?

Türkiye’de “-mış gibi yapma” kültürü iliklerimize kadar işlemiş hâlde. Modernmiş gibi yapma, eğitim veriyormuş gibi yapma, çocuklara/geleceğe değer veriyormuş gibi yapma ve daha nicesi… Tabii ki bu tamamen ideolojik nedenlerle böyle, yoksa ülkemizde bir dolu aydın, ilerici, modern düşünür, eğitmen, akademisyen var; sorun, bunların ülkenin gidişatında hiçbir gücünün olmamasında. Kabul edelim, bunu modern demokrasi anlayışımıza borçluyuz. Ama tüm bunlar bir yana, dünya çapında okutulan lise ve üniversite biyoloji kitaplarında evrim biyolojinin “ana teması” olarak sunulurken, Türkiye’de evrimle ilgili terminolojiyi evrimle ilgili değilmiş gibi gösterme çabası oldukça gülünç ve çocukça (bakın, burada da “-mış gibi yapma” karşımıza çıktı). Yani kütle çekimini anlatmadan fizik okutmak neyse, evrim anlatmadan biyolojiyi okutmak da öyle bir şey. Hâliyle biyoloji tarafı böyle olan bir “model”in tamamını ciddiye almak için herhangi bir gerekçe göremiyorum. Eğitim, baştakilerin ideolojisinin ihtiyaçlarına göre değil, bilimsel konsensus (görüş birliği) neyse onu öğretme gayesiyle şekillendirilmelidir. Bunu yapabilecek şartlar sağlanmadan eğitimden, “maarif”ten falan söz edilemez.

Türkiye’de popüler bilim anlatısı bağlamında siz ve kurucusu olduğunuz Evrim Ağacı önemli bir mesafe kat etti. Peki, genel anlamda eksik olan şeyler var mı? Neler yapılmalı?

Tabii ki her zaman yapılması gereken şeyler var. Toplum sürekli değişiyor; onlarla etkileşebileceğimiz araçlar da öyle… Dolayısıyla bunlara daha çok adapte olmamız, insanlara kendilerini eğitebilecekleri daha çok araç sunmamız lazım. Bizim en büyük eksiğimiz, çok küçük bir ekiple uluslararası ölçekte emsali olmayan işler yapıyor olmamızda. Aslında daha küçük işlere odaklansak çok daha tanındık ürünler çıkarabilirdik ama biz, yapılmamış şeylere kafa yormayı seviyoruz. Evrim Ağacı’nda inanılmaz ilginç platformlar inşa ettik ama bunları çok az insan biliyor: Mesela her ay yüzlerce akademisyen araştırmalarına katılacak katılımcıya ihtiyaç duyuyorlar ama bulamıyorlar; bu, Türkiye’yi bilimsel arenada geriye düşüren faktörlerden biri. Biz, bunu kökünden çözen Evrim Ağacı Etkinlik & İlan Platformu’nu geliştirdik; oraya anketlerini veya etkinliklerini koyan insanlar katılımcı sayılarını birden katlayabiliyorlar; hem de çok kaliteli cevaplarla. Veya X/Twitter gibi platformların “toksik negativite” kültüründen bıktık, değer-odaklı bir sosyal medya inşa etmeye karar verdik ve Evrim Ağacı Sosyal ortaya çıktı. Evrim Ağacı Podcast platformumuz var. İnsanların sorularını sorup cevaplar alabileceği Evrim Ağacı Soru & Cevap Platformumuz var. Yani Evrim Ağacı artık eskisi gibi sadece bir makale arşivinden ibaret değil. Ama işte, tanıtımda eksiğimiz çok. İş gücü eksiğiyle birlikte bu, en büyük sorunumuz belki de.

Aynı zamanda bir akademisyen olarak Türkiye’deki üniversitelerin genel durumuna dair neler söylersiniz? Dünyayla karşılaştırıldığında ne durumdayız? 

Türkiye bilimsel arenada ciddiye alınan bir konumda değil. Güçlü bir akademik dergimiz yok. Üniversitelerimizin birkaçı hariç hiçbirinin uluslararası düzeyde gösterebildiği bir varlık da yok; varlık gösterebilenlerin seviyesi de oldukça sıradan. Çok bilindik birkaç profesörümüz var ama bunlar da ülkeyi sırtlamaya yetecek sayıda ve alan derinliğinde değiller. Üniversitelerimizin maddi kaynakları gülünç durumda. Yönetimsel müdahaleler gülünç durumda. Üretilen bilim, ortalamada vasat (çok kaliteli işler çıkıyor olmakla birlikte). Uluslararası entegrasyon hâlen çok kısıtlı; sadece büyük üniversitelerin anlamlı sayılabilecek iş birlikleri var. Onlarda da birçok durumda “vazgeçilmez” değiliz. Birçok akademisyen ve öğrenci bilimin dili İngilizceyi konuşamıyor bile. Rektörlerin tezleri ve/veya makalelerinde intihal çıkıyor. Karanlık bir tablo çizmek istemezdim ama vaziyet bu. Söyleyebileceğim tek olumlu şey, yurt dışındaki akademisyenlerin ortalamada Türk öğrencilerden çok memnun olduğu çünkü bizim öğrenciler eşek gibi çalıştırıldıkları için, akademide de birçok ülkenin öğrencilerinden çok daha yüksek performans sergiliyorlar. Ne yazık ki bu kaliteli öğrencilerimizi de yurt dışına kaptırıyoruz çünkü ülkede akademisyene verilen değer diye bir şey de yok. Çok köklü değişimler yapılmadan, çok aydın bir politika uygulanmadan Türk akademisi hiçbir şekilde dünya ile yarışamaz.

Yapay zekâ, uzay araştırmaları, biyoteknoloji… Dünyada bilimsel ve teknolojik gelişmeler hızlı biçimde ilerliyor. Türkiye bu anlamda dünyanın neresinde? Fırsatları tepiyor muyuz?

Türkiye’nin şu anda odaklandığı tek bir teknoloji alanı var: Savunma sanayi. Bu yeni bir şey değil aslında, son 15 yıldır falan böyle. Bu alanda özgün bir şeyler çıkarma konusunda anlamlı adımlar atılıyor. Bunun haricindeyse her şeyden ufak tefek girişimler var ama her vasat ülkede olduğu kadar. Yapay zekâda vasatız, uzay araştırmalarında da vasatız, biyoteknolojide de vasatız. Yani bakmayın arada bir müthiş işler başaran hocalarımız olmasına, haberlerde “Türk profesör X’i keşfetti!” diye atılan manşetlere. Bunlar milyonda bir olan şeyler, birçoğu da okyanusta bir damla bile değil. Bilim böyledir: “Bilime katkı sağlıyorum!” diyebilmek için, arada bir tane ses getiren iş yapmanız yetmez. Yaptığınız işlerin istikrarlı bir şekilde, sürekli bilimi ilerletmesi, sürekli ses getirmesi gerek. Çünkü 150 küsür ülkede on milyonlarca diğer araştırmacı sizin yaptığınıza benzer işler yapıyor; birçoğu sizden kat kat fazla ekipman ve kaynakla, sizden kat kat iyi işler yapıyor. O nedenle burada da ciddi bir “mış gibi” kültürü var. Türkiye çok fazla treni üst üste kaçırıyor. Kaçırmıyoruz gibi gözüken sektörlerin de kenarından geçiyoruz ama o bile haberlere “Büyük zafer!” nidalarıyla yansıyor. Gidecek o kadar çok yolumuz var ki, o yönde gitmeye dün başlamak bile geç olurdu. Ama yine, bu şartlar altında istikrarlı bir şekilde başarıya ulaşan az sayıda bilim ekibimiz var; onlarla gurur duyuyoruz ve yaptıkları işleri halka duyurmaya çalışıyoruz. Başka ne yapabiliriz ki?

Türkiye’de eğitimin bilimsel niteliğine kavuşması, bilimin toplumla buluşması anlamında ne tür politikalar izlenmeli? Nasıl bir yol hattı çizilmeli?

Türkiye’de her şey işin ehline verilmeli ama önce bilim ve eğitim işin ehline verilmeli. Bu işleri yönetecek kişilerin ajandaları olamaz. Tek ajanda, modern bilim ne söylüyorsa onu öğrenmek ve öğretmek olmalıdır. Bu hem akademi için böyle hem eğitim için böyle. İkincisi, bilim ve eğitim özgür olmalıdır. Bu söylediğim iki şey el ele giden unsurlar. Modern bilimi kabul etmeden ve onu özgür bırakmadan eğitim de olmaz, bilim de… Özgürlükten kastım, üniversitelerin yeniden özerkleştirilmesi ama o da yetmez: Halkla üniversite arasındaki köprülerin daha düzgün kurulması, bilim iletişimine en üst seviyede önem verilmesi, ülkenin yıllık kaynaklarının önemli bir bölümünün bilime ve eğitime ayrılması, yurt dışına giden dehalarımızı geri çekecek adımlar atılması gerekiyor. Bunlar vizyon sahibi ve ehil kişilerin elinde çok hızlı bir şekilde atılabilecek adımlar. Ayrıca bu yol hattı, böyle bir kişinin belirlemesiyle olacak iş de değil; devletin her kademesinde, ama özellikle de bilim ve eğitimle ilgili kademelerinde alanında en önde gelen bilim insanlarının yer alması, bu adımların belirlenmesi sürecine akademinin her parçasının dâhil edilmesi, genel olarak alınan her kararın bilim ve akıl ışığında alınması gerekiyor. Bu, genel bir anlayış değişimini gerektiriyor. Sadece şu olsun, bu olsun demekle olmaz. Samimi bir şekilde yüzümüzü ve hedefimizi modern bilimin olduğu yere ve ötesine çevirmemiz şart. Yoksa bilimin de teknolojinin de sadece tüketicisi olacağız.

Son olarak, akademik çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Son dönemde hangi alanlara yoğunlaşıyorsunuz?

Ben doktoramı bitirdikten sonra akademideki faaliyetlerimi sonlandırdım. Tamamen bilim iletişimine odaklanmış hâldeyim; yani bilimde olan biteni halka en etkili şekilde anlatmaya çalışıyorum. Bunun için ekibimle birlikte dijital araçlar, videolar ve yazılar üretiyorum. Ama ondan önce evrimsel algoritmalar sahasında çalışıyordum. Bu, yapay zekânın alt başlıklarından biri. Şu anki yapay zekâ devrimi, insan beyninin “öğrenme” yetisinin taklit edilmesinden gücünü alıyor. Benim çalışma saham da biyolojik evrimin makinalara kazandırılması üzerineydi. Evrim yasalarını mühendislikte işleterek insan zekâsının asla üretemeyeceği kalite ve karmaşıklıkta sistemler ortaya çıkarmak mümkün oluyor. Ben de bu sistemlerin nasıl evrimleştiğini biyoloji gözünden inceleyip, mühendislere kolaylık sağlayacak araçlar üretmeye çalışıyordum. Ama bir yandan tam teşekküllü akademik çalışmalar yürütüp diğer yandan Türkiye’nin en büyük popüler bilim platformunu olan Evrim Ağacı’nın ihtiyaçlarını karşılamam imkânsızdı. Dolayısıyla 2018’de doktoramı aldıktan sonra tamamen Evrim Ağacı’na odaklanmayı seçtim. Gerçi bu süreçte o kadar çok şey öğrendik ki muhtemelen çok uzak olmayan bir gelecekte bilim iletişimi hakkında bazı akademik çalışmalar yapıp, makaleler çıkaracağız. Çünkü elimizde, Türkiye’de bu alanda kimsenin elinde olmayan ve daha on yıllar boyu olamayacak miktarda veri ve perspektif var. Hatta yurt dışında bile bizimki kadar geniş bir bilim sever kitleye bu kadar geniş ve farklı araçlarla hitap edebilen çok az kişi ve platform var. Dolayısıyla elimizdeki gücü Türkiye’den çıkan bilime katkı sağlayacak şekilde kullanmak istiyoruz. Bu yönde adımlarımız var.

Eğitimi Özgürleştirmek: Eleştirel Pedagoji

Eğitimin Geleceğinde Belediyelerin Rolü

Nörobilim: Beyin ve Zihin İlişkisinin Keşfi