Dünya genelinde yaşanan ekonomik, politik ve başkaca çeşitli faktörlerden dolayı göçmen sayısının artışına şahit oluyoruz. Son dönemde yaşanan bu durum dünya için yeni arayışları, politik olayları ve toplumsal değişimleri beraberinde getiriyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) yayımladığı “2024 Dünya Göç Raporu”, dünya genelinde en az 281 milyon uluslararası göçmen olduğunu ve yerinden edilenlerin sayısının en az 117 milyon olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle Orta Doğu’daki bölgesel çatışmalar ve savaşlar neticesinde yerinden edilen milyonlar dünyanın farklı coğrafyalarına göçerek yaşamını sürdürmeye çabalıyor.
Göçmenler, göç yolculuğunda yaşamlarını yitirebiliyor, muhtelif olumsuz olaylar yaşayabiliyor ya da ulaştıkları ülkelerde ağır şartlar altında yaşamak zorunda bırakılıyor. Özellikle Avrupa’ya ulaşmak isteyen göçmenler, Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve göçmen karşıtlığı ile karşı karşıya kalabiliyor.
Türkiye’de ise 2011 yılında Suriye’de başlayan savaş dolayısıyla pek çok Suriyeli geçici koruma statüsünde bulunuyor. Mülteciler ve Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne göre 9 Mayıs 2024 itibarıyla Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 3 milyon 115 bin 536 kişi olarak görünmektedir.
Türkiye’de ve dünyada göçmenler üzerinden pek çok tartışma yürütülüyor. Göçmen sayısındaki artış devam edecek mi, göçmenler için gittikleri ülkelerde kapsamlı ve tutarlı politikalar yürütülüyor mu ve dünya siyasetinde göçmen sayısının artışı ne anlam ifade ediyor gibi sorular hâlâ yanıta muhtaç.
Biz de tartışmalara katkı sağlamak amacıyla konuyu gazeteci ve yazar Ercüment Akdeniz ile konuştuk.
“GÖÇ POLİTİKALARI SİYASETİ DİZAYN EDİYOR”
Günümüzde çeşitli politik ve ekonomik nedenlerle dünya genelinde göçmen sayısının arttığını gözlemliyoruz. Bu durum dünya siyaseti için ne anlam ifade ediyor?
Yerküre üzerinde sınıfsal uçurum ve gelir dağılımdaki adaletsizlik tırmanışta. Kapitalizmin sermaye birikimi sistematik ve sürekli biçimde yoksulluk ve göçleri büyütüyor. “Milenyum Çağı” diye cilanan kapitalizm, daha yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği dolmadan göç üreten sorunlu bir sistem olduğunu gösterdi. Küresel iklim değişikliği, doğanın talanı ve yağması, orman yangınları, su kaynaklarına el konması, çölleşme ve kuraklık göçlerin diğer nedenleri. Pandemi ve salgın hastalıkların da ciddi göçlere neden olduğunu gözlüyoruz. Bütün bunlarla birlikte hâlâ göçlerin asıl gövdesi savaş, bölgesel savaş ve iç çatışmalardan kaynaklanıyor. Vekalet savaşlarına paralel olarak göç nüfusu demografik bir muharebe gücü ve pazarlık enstrümanı olarak da kullanılmaya başlandı.
Dünyaya egemen olan siyaset burjuva kapitalist parti ve akımların siyaseti. Merkez kapitalist devletler sürekli biçimde göç politikalarını ve göç yönetim stratejilerini yeniliyorlar. Egemen siyaset dünya mülteci haklarına adı konmamış bir muharebe başlatmış durumda. Avrupa, ABD diğer güçler “mülteciler gönderilsin, yerine nitelikli ve geçici sözleşmelerle çalışacak ve işi bitince deport edilecek göçmen işçi transfer edilsin” diyorlar. İşçi sınıfı, sendikalar, emek ve demokrasiden yana muhalif partiler henüz bu stratejileri tam olarak analiz edebilmiş değiller. Ulusal, bölgesel ve uluslararası buluşmaların gerçekleşmesi ve karşı stratejinin oluşması kanımca günün en önemli başlıklarından biri. Göç politikaları çoğu durumda siyaseti dizayn ediyor ve hatta iktidarları değiştiriyor.
“YERLİ VE GÖÇMEN YOKSULLARIN TALEPLERİ BİRLEŞMELİ”
Yaşadıkları coğrafyalarda yerlerinden edilerek çeşitli ülkelere göç edenler gittikleri yerlerde çeşitli ayrımcılıklara maruz bırakılıyorlar. Örneğin, Avrupa’da göçmen karşıtlığı ve aşırı sağ yönelimler yükselişe geçmiş görünüyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa için genel bir “göçmen sorunu”ndan söz edilebilir mi?
“Aşırı sağ” kavramında bence saklanan bir öz var: neo faşizm. Yirminci yüzyıl faşizmi kıta Avrupası’na iki büyük savaş, faşizm deneyimi, büyük kırımlar, yıkım ve göçler getirdi. Yirmi birinci yüzyılda benzer bir kapalı döneme girildiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla göç sorunu, göçmen ve yabancı düşmanlığını konuşurken aslında neo faşizm tehlikesini konuşuyoruz. Evet, bütün dünyada olduğu gibi Avrupa’da da göç sorunu var. Ama şunu unutmamak lazım; Avrupa’nın ve yeni dünya Amerika’nın ekonomik inşaşı Afrika’dan taşınan 13 milyon köle olmadan sağlanamazdı! Dolayısıyla kuruluş sürecinden itibaren Avrupa köle emeğine, sömürgeciliğe ve göçmen işçi transferine yaslandı. Bugün süren savaşlarda diğer emperyalist merkezler kadar Avrupa Birliği’nin (AB) de sorumluluğu var. Göç bir sonuç. Ona neden oluşturan kaynaklarda sorun var ve bu sorunu merkez kapitalist devletler yaratıyor.
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde “aşır sağın” güç kazanmasıyla sonuçlandı. Neo faşist akımlar kitlelerin işsizliği, yoksulluğu ile göç karşıtlığı arasında demagojik ve profesyonel bir ilişki kurdular. Başarının kaynağı biraz da bu. Bu ayrımcı ve gerici politikanın karşısında büyük bir boşluk var. Sol, sosyalist, demokratik ve ilerici güçler kitlelerle bağının zayıflayacağını düşünerek göç alanını genellikle teğet geçtiler ve siyaseten taca düştüler. Cüretkâr bir siyaset ve halkları ikna edecek politik argüman geliştiremediler. Öte yandan ortadaki muhalif boşluk AB liberal göç politikaları tarafından domine edildi. Böylece sınıfsal talepler geri plana düştü, yerli kitlelerin endişe ve beklentileri yok sayılırcasına kaba bir “mülteci seviciliği” siyaseti öne çıktı. Oysa bu liberal siyaset AB emperyalizminin göç stratejisine entegre bir siyasetti.
“Aşırı sağ” ya da sağ dalgada birleşen öfke, AB’nin ekonomik politikalarına, kapitalist eşitsizliğe ve göçmenlere yönelen öfke oldu. İşçi kümeleri ve sendikalar da adım adım bu siyasetin yedeği durumunda geldi. Bu politika kapitalizm için koruyucu bir paratoner oldu. Çünkü ona yönelecek yoksulların mücadele dalgası göçmenleri hedef yaparak yanlış adrese yönlendirildi. Bu gerici dalga aynı zamanda savaş politikaları için yoksul kitlelerin kredisinin de alınması demek. Ki, bu çok tehlikeli bir sürece işaret.
Avrupa solu ve sendikalar göç alanında kriz yaşıyor. Kanımca ana çıkış yolu; yerli ve göçmen yoksulların taleplerini birleştirmekten geçiyor. Ortak hak mücadelesi ve ortak hak örgütlenmesi geliştirilmeli. Sol ve sınıf hareketi II Enternasyonal’in 1907 Stuttgart kongre kararlarına dönmeli. Ama bakıyorsunuz CHP’nin dahil olduğu “Sosyalist Enternasyonal” bugün göçmen karşıtı kartı kullanarak “aşırı sağı” durdurmaya çalışıyor. Evet, biliyoruz ki bugünkü Sosyalist Enternasyonal sosyalist falan da değil. Dikkat çekmek istediğim şey sosyal demokratlar da göç politikalarında hızla sağcılaşıyor.
Durumun Türkiye boyutunda ise çeşitli tartışmalar yürütülüyor. Peki, Türkiye’de göçmenlere yönelik kapsamlı, tutarlı bir politika üretiliyor mu?
AKP ve arkasındaki sermaye güçlerinin 13 yıldır uyguladığı göç politikaları bir yandan AB’ye entegreydi, diğer yandan pragmatist ve mülteci haklarını yok sayan bir çizgideydi. Neo Osmanlıcı çizgi mültecileri tebaa toplumu olarak gördü ve ucuz işgücü olarak çarklara sürdü. Ana muhalefet partisi CHP uzun süre mültecileri dışlayan bir propaganda ile buna karşı çıkmaya çalıştı. Aslında bir nevi AKP’nin ekmeğine yağ sürülmüş oldu. “Geri gönderme” yarışının galibi bugün AKP’dir. Zira 600 bin insanı kısa sürede Suriye’nin kuzeyine gönderdi. Ata İttifakı, Zafer Partisi (ZP) gibi yapılar da göçmen düşmanlığını merkeze koyarak ciddi oylar aldılar. Fakat bu muhalefet anlayışları ne tutarlı ne de emekten yana bir çözüme sahip. Dolayısıyla toplumsal muhalefetin, sol, sosyalist, demokratik parti ve hareketlerin, mücadeleci sendikacıların kitleleri ikna eden, kapitalizmi karşısına alan ve çözüm anahtarlarını gösteren bir göç rotası inşa etmesi gerekiyor.
“EN AZ İKİ MİLYON GÖÇMEN/MÜLTECİ VAHŞİCE SÖMÜRÜLÜYOR”
Türkiye’de göçmenler yaşamlarını nasıl sürdürüyorlar, yoğunlukla hangi iş kollarında çalışıyorlar?
Suriyeli işçiler ağırlıklı olarak tekstil, ayakkabıcılık ve inşaat sektöründe çalışıyorlar. Afrika ülkelerinden transfer edilen mülteciler daha çok taşıma iş kolunda, Özbekistan ve Türkmenistan gibi ülkelerden gelen özellikle kadın işçiler yaşlı, hasta ve çocuk bakımında çalışıyorlar. Gürcü işçiler Karadeniz’e çay ve fındık toplamaya geliyor. Afganlar çoban olarak çalıştırılıyor. Örnekleri arttırmak mümkün. Genel tablo göçmen işçi transferinin iş kolları bazında adeta kayıt dışı bir endüstri oluşturduğunu gösteriyor. Kanımca göçmen kaçakçıları ile göçmen işçileri talep eden iş çevreleri arasında organik bir bağ var.
Türkiye’de çalışma iznine sahip olan göçmen sayısı 100 ile 120 bin arasında. Oysa 2 milyon göçmen/mülteci kayıt dışı olarak ve vahşice sömürülüyor. İş cinayetleri oranında mülteci işçilerin ölüm oranları sürekli yükseliyor. Bunlar elbette tespit edilenler. Bir de ölü bedenleri yok edilenler var! Bir bakıyorsunuz Zonguldak’ta kaçak maden ocağından çıkarılan Afgan işçi yakılmış, Tarsus’da bir portakal bahçesine bedeni atılmış bir Suriyeli işçi bulunabiliyor. İzmir Güzelbahçe’de 3 Suriyeli inşaat işçisi yakılmıştı örneğin. AKP sözcüleri “Göçmenler giderse patronlar isyan eder” diye boşa demeç vermediler.
Yerli, göçmen tüm işçiler için eşit çalışma hakkı, ortak sendikalaşma ve tüm göçmenlere çalışma izni sağlanmalı. Aksi takdirde emek alanındaki haksız rekabet ve patronlar eliyle yerli ve göçmen emekçilerin yarıştırılmasının önüne geçilemez.
“GERİ KABUL ANLAŞMASI UTANÇ VESİKASIDIR”
Avrupa Birliği ile Türkiye arasında göçmenler bir pazarlık konusu hâline geliyor mu? Bağlantılı olarak Türkiye’de göçmen karşıtlığı ne durumda, yakın gelecekte göçmen karşıtlığı temel bir problem alanı hâline gelebilir mi?
2016’da yürürlüğe giren Geri Kabul Anlaşması ile birlikte mülteciler sıkı bir pazarlığın konusu yapıldı. Üç artı üç, toplam altı milyar avroluk bir meblağ söz konusu. Evrensel göç ve iltica hakkını yok sayan bu anlaşma bir utanç vesikadır ve derhal iptal edilmeli. Kaldı ki, Türkiye’nin bir göçmen deposu muamelesi görmesi kabul edilemez. Göç yükü eşit kota sistemiyle merkez kapitalist ülkelerce de paylaşılmalı. Mültecilerin üçüncü ülkeye geçme hakkının önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Bu hem yurttaşların hem de göçmenlerin lehine bir adım olur.
Göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyüyor. Irkçılık Kürt, Ermeni, Alevi, gayrı Müslümlere de tarihsel olarak uygulandığı için göçmen düşmanlığının dinamikleri Türkiye’de de tehlikeye işaret. Dolayısıyla emek ve demokrasi güçlerinin bıkmadan ve sürekli bu tehlikenin üzerinde durması gerekiyor.
Son olarak, hem Türkiye’de hem de dünyada mevcut duruma karşı nasıl politikalar üretilmeli, mevcut sorunların çözümü noktasında neler yapılmalıdır?
Genel olarak söylersek göç sorunu temelde bir siyasal düzen sorunu. Kapitalizm ve emperyalizm devam ettiği sürece savaşlar, felaketler ve yoksulları göçe sokan uygulamalar son bulmayacak. Dolayısıyla soruna siyasal değişim ve çözüm perspektifiyle yaklaşmak gerekir. Kısa vadede ise dünyanın 1951 Mülteciler Sözleşmesi’nin ilkelerine dönmesi gerekiyor. Eksik olsa da bu sözleşme hâlâ mülteci haklarının en geniş anayasası.
Türkiye özelinde atılması gerekli acil adımlar ise şunlar: Geri Kabul Anlaşması derhal iptal edilmeli. Suriye dış politikası değişmeli güvenli geri dönüş yolu açılmalı. Her hâlükârda Türkiye’de kalacak özellikle genç jenerasyon için karşılıklı entegrasyon politikası gerçekleşmeli. Tüm göçmen işçiler için çalışma izni hakkı sağlanması, bu izin patronların rızasından kurtarılmalı. Parayla vatandaşlık satılması uygulamasına son verilmeli. Zira göç, iltica ve vatandaşlık hakkı imtiyazlı değil herkes için eşit olmalı. Irkçılığa karşı mücadele bir toplumsal aydınlanma kampanyasına dönüşmeli, nefret suçlarına caydırıcı cezalar getirilmeli. İnsanlık suçlarına bulaşan yabancı savaşçılar uluslararası mahkemelere teslim edilmeli. Fonlar ve bu göç alanında harcanan kaynaklar halk denetimine açılmalı. Geri Gönderme Merkezleri denetlenebilir olmalı, orta vadede kapatılmalı ve yerine Birleşmiş Milletler (BM) göç ve iltica ofisleri devreye girmeli. Rıza dışı sınır dışı etmeler, geri itmeler son bulmalı.
Unutmayalım ki başka ülkelerin topraklarında mülteci durumuna düşen gençlerimizin haklarına gösterilecek saygı, kendi ülkemize gelen göçmenlerin haklarına gösterdiğimiz saygı kadar olacaktır.