Modernizm sonrasında gelişen ulaşım araçları ve imkânlar sayesinde günümüz dünyasında seyahat etmek artık çok kolay. Ancak bir yandan da her şey çok hızlı tüketilir oldu. Günlük yaşamın etrafımızda devinen yoğun işleyişi arasında ‘gezmek’ bir tüketim aracı olarak çok farklı anlamlar kazanmış durumda. Yurt içinde ya da yurt dışında turistik bir tatil biçimi olarak olabildiğince çok sayıda ülkeye, şehre gitmek, kısa sürelerde yoğun programlar hazırlayan turlara katılmak son yıllarda giderek popülerleşti. Küresel turizm ekonomisi içinde kendine büyük bir alan açan bu seyahat biçimi, geniş kitleleri daha fazla yer görmeye ve hızlı araçlarla sürekli yer değiştirmeye zorluyor. Popüler turistik bölgelerde gezilecek noktalar hızla görülüyor, ‘selfi’ler çekiliyor ve sosyal medyada paylaşılıyor. Pek çok insan da sosyal medya hesaplarında ‘Buraya da gittim’ demek için geziyor.
Bütün bu yolculuk kargaşası içindeyse yaşanabilecek anlar heba olup gidiyor. Oysa bulunduğunuz yerle iletişim kurmak, orada nefes alıp verebilmek, sizi kuşatan imgelerin farkına varıp yaşanan anı algılayabilmek önemli. Bu yüzden son yıllarda giderek etrafımızı saran hızlı yolculuk biçimine karşı yeni bir eğilim yükseliyor: Yavaş Seyahat. Bu eğilim, aslında yerel tarıma, bölgesel mutfaklara, imece usulü yemek yapmaya ve geleneksel yemek pişirme yöntemlerine odaklanan ve 1980’lerde Roma’da McDonald’s açılmasının protesto edilmesiyle İtalya’da başlayan ‘yavaş gıda’ hareketinin sonucu. İnsanlarla ve kentlerle bağlantı kurmaya yoğunlaşarak “zaman yoksulluğunu” sorunlaştıran ve bu meseleyi irdeleyen girişim zamanla “Yavaş Hareketi” olarak bilinen bir yaşam tarzına dönüştü.
Yavaş seyahat eğilimi dünyada giderek yayılırken, ülkemizde de ilgi çekmeye başladı. İtalya’da yaşayan yazar Gökhan Kutluer bu konuya özel ilgi gösterenlerden. Kısa süre önce yayımlanan “Yavaş Seyahat” adlı kitabıyla hızla tüketilen seyahat alışkanlıklarını değiştirmek isteyenlere harika bir rehber hazırladı.
“Yavaş Seyahat, umudunu ve merakını kendisine kalkan yaparak şartlar ne olursa olsun yoluna devam etme cesaretini göstermiş olan gezginler, kentleri flanör ve flanözler gibi arşınlayanlar, dijital göçebeler ve içinden taşanı akıtmak için kendine bir ‘Paris’ bulamayanlara yazıldı.”
Kitabın yazılış sebebini bu cümlelerle açıklayan Gökhan Kutluer’le “Yavaş Seyahat” kavramı üzerine söyleştik:
Yavaş Seyahat kavramıyla ne zaman ve nasıl tanıştınız?
Tanışma değil de keşif diye tanımlasam daha doğru olur sanırım. Yirmili yaşlarımdayken, bazı yurt içi ve yurt dışı seyahatlerimden yorgun döndüğümü hatırlıyorum. Özellikle de yurt dışı gezilerimde az zamana çok şehir sığdırmaya çalışır, akşam yatağa uzandığımda gün içinde olan biten neredeyse hiçbir şeye dair doğru düzgün birer anı oluşturamamış olmanın verdiği tatminsizlikle uykuya dalardım. Ancak asıl sorun eve döndüğümde başlardı. Hangi yemeği nerede yediğim, beğendiğim bir manzaranın tam olarak nerede olduğu, tanıştığım kişinin uyruğu ve daha bir sürü detay, cebimde karman çorman olmuş kulaklık kabloları gibi zihnimin orta yerinde öylece dururdu. Birkaç seyahatin ardından bu temponun bana göre olmadığının farkına vardım ve yanıma aldıklarımdan gittiğim yerde geçirdiğim gün sayısına kadar her detayı birer birer gözden geçirmeye başladım. Artık seyahat ettiğim yerde daha uzun kalmak istiyor, mümkünse bir iki arkadaş edinerek oranın havasını ciğerlerimin en derin köşelerine kadar solumayı arzuluyordum. Yani bir nevi -kavram hakkında o dönemde henüz hiçbir şey bilmesem de- yavaş seyahat ederek gezi deneyimimi baştan aşağı değiştirmenin yolunu arıyordum.
Yavaş Seyahati tek bir cümleyle tanımlayacak olsanız onu nasıl tanımlardınız?
Gidilen yerin insanıyla, kültürüyle, sanatıyla, mutfağıyla ve doğasıyla kurulan bağa önem veren; kişiyi anda tutarak bulunduğu yerle duygusal bağ kurabilmesini sağlayan ve bariz olanın ötesindekini görmeyi teşvik eden bir seyahat yaklaşımı derdim.
Bu konuyu derinlemesine ele alan, incelikli gözlemlerden oluşan bir kitaba imza attınız. Konu hakkında bir kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?
Teşekkür ederim. Her şeyin giderek hızlandığı bir dönemdeyiz. Hıza veya yeniliğe karşı değilim ancak insanın ara sıra durup -gözlerini telefon ekranından ayırarak- etrafına şöyle bir bakması gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde hayatını iç mekânlar arası sürdüren çok kişi var. Ev, iş, spor salonu, restoran derken yaşamlar sadece çatısı farklı içi aynı yerlerde geçer oldu. Bu noktada yürümek, düşünmek, tüm bu koşturmaya ara vererek karşılaştığımız kişilerle daha nitelikle bağlantılar kurabilmek önemli; özellikle de seyahat ederken. Bunu nasıl yapacağını, nereden başlayacağını bilmeyenler için hem öğrendiklerimi hem de deneyimleri bir kitapta toplamak istedim.
Kitapla ilgili aldığınız tepkiler nasıl?
Harika tepkiler alıyorum. Özellikle de Bologna’dan Floransa’ya yürüyüşümü anlattığım La Via degli Dei (Tanrıların Yolu) hakkında çok fazla yorum ve soru geliyor. İlk baskısı tükenmek üzere. Sonbaharda ikinci baskıya gideceğiz gibi görünüyor.
Yavaş Seyahatin sunacağı imkânlar, bu seyahat türünün gezginler için yararları neler?
Aslında iki taraflı bir durum söz konusu. Hem gezginlerin bulundukları yerin kültürüyle daha derin bağlantılar kurması mümkün oluyor hem de orada yaşayan insanlara maddi ve manevi katkısı oluyor. Yavaş seyahat eden bir gezgin, bilindik restoran veya market zincirleri yerine köşedeki bakkaldan alışveriş yapıp o bölgede yaşayan insanların işlettiği bir restoranda bir şeyler yediğinde bölge halkına ekonomik katkısı oluyor. Kişi bunu yaparken iletişim kurmaya da özen gösterirse arada kültürel bir etkileşim oluşuyor. Üstelik böyle yerlerde samimi ve iletişime açık bir tavır sergilediğinizde oranın müşterisinden ziyade misafiri gibi ağırlanma ihtimaliniz çok daha fazla. Ben bu yolla, İstanbul ve Türkiye öncelikle olmak üzere yaşadığım diğer şehir ve ülkeler hakkında doğru düzgün bilgisi olmayan pek çok insana -bir anlamda- bilgi ve deneyim transferi sağladım.
Bunun yanı sıra gezginlerin kendileriyle daha sıkı bağlantı kurabilmesi de mümkün oluyor. Bir şeyler üzerine düşünmek, yaşamda nerede durduğunuzu anlamak, zihninizle kalbiniz arasındaki akışı hızlandırmak için yavaşlamak şart.
Yavaş seyahat dünyaya ve doğaya bakışımızı nasıl dönüştürür? Çevremizle kurduğumuz ilişkide nasıl bir işlev taşıyor?
Şehir insanı her şeyi emrine amade sanma yanılgısında. Doğa, insana bunun böyle olmadığını, bazı şeyler için farklı türden çabalar harcamamız gerektiğini anımsatır.
Doğada yalnızken problem çözme yeteneğinizi sınarsınız. Toprakla, bitki örtüsüyle ve hayvanlarla iletişimde ne aşamada olduğunuzu anlarsınız ve bir süre sonra aranızdaki benzerlikleri -yeniden- keşfedersiniz. Yeniden diyorum çünkü aslında çocukken tüm bunların farkındaydık ancak sonra araya giren ‘hayat’ bizi doğadan; aslımızdan uzaklaştırdı. Yavaş seyahat etmek, bu noktada bir nevi köprü vazifesi görüyor ve bizi doğaya yakınlaştırıyor diyebilirim.
Yavaş seyahatle ilgili dünyadaki eğilimler ne durumda, ne kadar yaygınlığa sahip? Kültür-sanat çalışmaları içinde geniş kitlelere ulaşıyor mu?
Tur şirketlerine gitmek yerine seyahatinin tasarımıyla bizzat ilgilenen kişilerin sayısı oldukça arttı. Bölge insanıyla vakit geçirmek, turist gibi gezmemek şimdilerde çok daha popüler. İnternette ve sosyal medyada kısaca bir araştırma yaparsanız, “live like a local” minvalinde sloganların sayısında ve kullanım alanlarında büyük bir artış olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Ayrıca gittiğiniz yere bağlı olarak “support your local store” vb. ilanları da görmek mümkün. Yani genel olarak bir farkındalık yaratma ve ‘uyandırma’ çabası ancak elbette ki henüz dev kitlelere ulaştığı söylenemez.
Türkiye’de bu eğilimin yaygınlaşması konusunda gözlemleriniz neler?
Ben oradan ayrılalı on yıl olmak üzere. Dolayısıyla iç turizm hakkında güncel bir bilgim yok. Eskiden Amerikan kültürünün tüketim alışkanlıklarını esas alan, gittiği yere saygısı olmayan, gezisini içselleştirmeyi bilmeyen bir toplum vardı. Şimdi durum nedir bilemiyorum. Ancak internet sitem (www.gokhankutluer.com) aracılığıyla benden İtalya için kişiye özel seyahat hizmeti alan kimselerin taleplerinde bir değişim olduğunu söyleyebilirim. Bundan iki yıl öncesine kadar bir haftaya dört beş şehir sığdırmak için mesaj atanlar vardı. Ancak şimdilerde gittiği yerde yaşamış bir yazarın veya sanatçının izlerini sürerek seyahat etmek isteyen; gittiği yerin kırsalını da merak eden insanlar benimle daha sık iletişime geçer oldu. Bu gerçekten ümit verici.
Baş döndürücü bir hızla devinip duran insanlık, önümüzdeki süreçte yavaş seyahati nasıl karşılayacak, geleceğin seyahat kültüründe yavaş seyahat nasıl bir yer tutacak?
İnsanlar -ne yazık ki- bir yeri istila etmekte oldukça iyiler. Herhangi bir şey popüler olduğunda, yere düşmüş bir çikolata parçasının etrafına üşüşen karıncalar gibi bir anda o şeyi tüketiveriyorlar. Buna çanak tutan adımlar atılması işleri daha da zorlaştırıyor. Örneğin, bir dönemin huzur dolu adası Madeira’daki (Portekiz) havalimanında sırf daha büyük uçaklar da inebilsin, uçuşlar daha sık gerçekleştirilebilsin diye pist büyütüldü. Sonucu ise kirlenen doğa, yükselen fiyatlar ve giderek daha da endüstrileşmeye başlayan işletmeler oldu.
Neyse ki yavaş seyahat hadisesi kendisine gezgin olmayı, yaşamda bir şeyleri tadına vararak; başkalarına hava atma kaygısıyla yapmamayı üst kimlik edinebilenler tarafından tercih edildiği için -şimdilik- güvende.
____________________
(*) Söyleşide kullanılan fotoğraflar Gökhan Kutluer tarafından çekilmiştir.
Enflasyon ve Dijital Dünya Karşısında Kitap Kültürünün Varoluş Mücadelesi