Bu yazı, futbolumuzda olgunlaşan yeni bir kriz dinamiğini tartışmayı deniyor.
Önceki yazılarda yazdığımız gibi, Türkiye kendi kendini imha etme işlevini bu kez de siyasi semboller üzerinden gerçekleştirdi ve karşılaşmanın önüne, maçın adamı seçilen Merih Demiral’in maç sonunda yeşil sahada verdiği “bozkurt” selamı geçti.
Ancak öncelikle maçı değerlendirmek gerekli ve bunu sulu bir romantizmden ayırt ederek yapmakta fayda var.
Maçın favorisi her ne kadar Avusturya olsa da turnuva maçlarının “sağı solu” gerçekten de belli olmuyormuş.
Avusturya’yı durduran Türkiye, otoriteleri şaşırtırken iki gol atan savunma oyuncusu Merih Demiral, yaptığı bir hareketle maçın konuşulmasını engelledi.
Bu defa futbolun solu değil de “sağı” belli oldu.
Çok da uzatmadan, Avusturya ile Viyana’da yapılan son hazırlık maçının aksine, Türkiye bu kez güçlü bir şekilde icra ettiği savunmasını maçın sonuna kadar korumasını bildi ve maçın hemen başında bulduğu golle rakibinin moralini yerle bir etti. Ancak gerçekten de gol sonrasında müsabaka boyunca topun arkasına geçmek ve kaleyi savunmak, izleyenler için ciddi bir çile sürecini anlatıyor. Kontra ataklara endeksli oyunların genel eğilimi olsa da bu durum, oynayandan çok izleyen için riskler barındırıyor.
Özetle bu gibi durumlar bize izlerken şunu dedirtiyor; “Ya, acaba erken mi gol attık?”
Ezcümle, İtalyan çalıştırıcı Montella bir süre daha “Her şeye muktedir” spor basınımız tarafından eleştirilmekten kurtuldu ve Türkiye çeyrek finalde kendisine yer açtı. TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin Portekiz’e 3 golle mağlup olunan maç sonrasında “Portekiz maçından sonra Montella’yı asmaya kalktılar. 115 bin bot hesaptan tweet atılmış. Bunlar kim? Bunları kimler finanse ediyor?” diye sorması da aklımızın bir kenarında kalsın.
Çeyrek final maçına dönersek, Hollanda maçının favorisi doğal ve tarihsel olarak Portakallar. Bu açık, ancak tek maçlı eliminasyon sisteminde her şeyin olabileceğini hesaba katmak anlamlı olur. Avusturya maçı bunu gösterdi. Bu nedenle Türkiye’nin kaybedeceği bir şeyin olmadığını da varsayarsak maçın çekişmeli geçmesinin olası olduğunu kaydedebiliriz.
Özetle, fetret devrine ara verdik, lale devrine geçtik. Hollanda maçından yani 6 Temmuz’dan sonrası için yeni kriz dinamiklerini beklemeye koyulduk.
Türkiye, siyasi karışıklıklarını ve çekişmelerini futbol düzlemi üzerinden de çok sarih bir şekilde yansıtabilen bir ülke. Spor, bu nedenlerle sadece bir performans ya da rekreasyon faaliyeti değil; çelişki ve çekişmeleri bize yansıtan toplumsal bir olgu olmayı hep sürdürecek.
Tüm bunların yanı sıra ve her şeye rağmen maçı gölgede bırakan olay, yine attığı iki gol ve savunmada gösterdiği direngen refleksine rağmen Merih Demiral oldu.
“Siyasi olmadığını” öne sürdüğü hareketinden sonra, galibiyete sevinen insanlarda karanlık bir tortu ve çirkin bir tat bırakan Demiral, diplomatik bir krize neden olacak hareketinin sonuçlarını ya öngöremedi ya da pek umursamadı.
UEFA tarafından kendisine yaptığı milliyetçi sembolün karşılığında soruşturma açılırken, 1991’de Bakü’de görülüp ithal edilen bu siyasi sembolü yaparak ülkede yeni bir krizin perdesini de araladı.
Bu durum aynı zamanda UEFA için de bir “test” olacak. Ne kadar samimi oldupu tartışmalı “No to Racism” kampanyaları bitmek bilmeyen kurumun ne yapacağını göreceğiz. Bu durum yalnızca Demiral için geçerli değil elbette; sembol, ima ya da slogan her ne ise ve her nerden gelirse gelsin bu böyle…
Daha önce de asker selamıyla olay çıkaran Demiral, sonrasında Suudi Arabistan’a gidip muradına ermişti. Hatırlayalım, Suudi Arabistan liginde top koşturan, milli takım maçlarında asker selamı veren ve arkadaşlarını da asker selamı vermeye teşvik eden Merih Demiral, Süper Kupa skandalının ardından Suudi Arabistan’a eleştiride bulunmamıştı. Kendisini eleştiren bir sosyal medya fenomenine ise “Şov yapıyorsun, Allah belanızı versin” diyen Demiral, bir gazeteciye verdiği demeçte ise “Organizasyonu yapamayan TFF organizatörleridir. Ben değilim”diye cevap vermişti.
Ya ‘“kademisyen” Erhan Afyoncu’ya ne demeli? “Viyana 341 yıl sonra düştü” diye tweet atan Afyoncu anlaşılıyor ki maç esnasında biraz fazla heyecanlanmış. Bir futbol maçını “fetih” zanneden Afyoncu, “Bizim çocuklar” ideolojisi ile “fetihçiliği” buluşturmayı deniyor belli ki.
Öte yandan kısa olmayan bir süredir başta futbol olmak üzere sporla içli dışlı görünen gazeteci Murat Ağırel ise “akil adam” rolüne bürünmüş durumda.
Önce eski vekil Ferhat Encü’ye “Türkiye Milli takımını desteklemediği için” tepki gösteren ve kişiyi ‘provokatör’ olmakla suçlayan ve hakkında “maaş kesintisi” tavsiye eden Ağırel, şimdiyse “bozkurt işaretinin faşistlik olmadığı” iddiasını ortaya attı.
“Siyaset ve ideolojiler üstü” futbolumuz sen çok yaşa emi…
Futbol, turnusol kağıdıdır.
Tam da bu yüzden Cantona’ya kızmayın efendiler; tribünde kendisine “Evine dön pis Fransız” diyen ırkçı mahlukata tekme savurduğu için…
Yeri geldiğinde “Futbola siyaseti karıştırmayalım” diyen Cumhur İttifakı temsilcileri ise bu kez futbolda yine bir “şer kervanı” keşfederken, kara propagandanın “düşman saptama” (Günah keçisi yaratma) tekniğini yeniden ve harfiyen yerine getirmiş oldular.
Hedef tahtasında UEFA var.
Bu kez hem Dışişleri hem de MHP lideri Bahçeli, Merih’e destek açıklaması yapıp ithal edilen bozkurt hareketinin “kültürel” olduğunu öne sürdü.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik ise gündeme dair “Irkçılık ve faşizm arayanlar Avrupa’daki seçim sonuçlarına baksınlar” dedi, hem de Türkiye’de son günlerde yaşanan ırkçı saldırıları hiç dile getirmeden…
Spor Bakanı Bak ise soyunma odasında üstlendiği “santral” rolünü unutmuşa benziyor. “Uzun uzun yazmaya gerek yok” mesajı verdiği tweette konuya değiniyor, Spor Bakanı Osman Aşkın Bak…
İfade edelim, Demiral’in işareti iktidar açısından takdire şayan bir kara propaganda manevrasıdır. Semboller, sloganlar ve bizzat sporun kendisi ideolojiktir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Berlin’deki maça gideceği iddiasının dolaşması da bu durumla birlikte okunabilir.
“Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” ile başlayan cümleler ise hazırda bekletilmektedir.
Ek olarak öneriyorum, “Milletin takdiri ve haklı övgüsünü kazanan” Merih Demiral’e daha önce Suudilerle çekim yaptığı “yöresel kıyafet defilesinde” ne aradığı da sorulmalıdır.
Devam edersek, unuttuğumuz şeylerden birisi de “milli marş” ıslıklamanın da bu suçlamalar kapsamında değerlendirilmesi gerektiğidir. Gürcistan marşını ıslıklarken göstermediğimiz tepki, bozkurt selamına vardı. Hatırlatalım, sadece sizin sınırınız “namus” ya da kutsalınız “kutsal” değil.
“Fair Play ya da No to Racism” kampanyaları bunları çözmeye de yetmez.
Ancak burada sorulması gereken bazı sorular da var. Örneğin Almanya ve Hollanda basınının hatta siyasilerinin topa tuttuğu Merih Demiral’in hareketini değerlendirirken neden “Bu hareket Almanya’da yasak” gibisinden bir argümana ihtiyaç duyduğumuzdur. Önemli olan “nerede yasak” sorusundan ziyade hareketin ve sembolün neyi hatırlattığı ve temsil ettiğidir.
Tepki ya da başka bir hamle için herhangi bir ülke ya da kurumun “teveccühüne” mi ihtiyaç duyuyoruz, icazet mi bekliyoruz?
Öte yandan Almanya’nın Leipzig kentinde Avusturya ile Türkiye A Milli Futbol Takımı arasında oynanan Avrupa Futbol Şampiyonası maçı öncesi, Avusturya taraftarlarının “Almanya Almanlarındır, yabancılar dışarı” şeklindeki tezahüratları nedeniyle Alman polisinin soruşturma başlattığı da ortaya çıktı.
Anlayacağınız, nereli ya da nereden olduğu önemsiz, çünkü bazı kafalar aynı çalışıyor, coğrafya fark etmiyor.
Futbol ve genel olarak spor, yeniden “siyasi” olduğunu kanıtladığı bir turnuva daha yaşıyor.
Yine maça gelirsek…
Nam -ı diğer Portakallar, büyük turnuvalarda adından söz ettiren futbolu ve futbolcularıyla her zaman başat bir güç. Ancak buna rağmen Hollanda çoğu zaman istediği başarıları yakalayamadı ve bu konuda bir istatistik oluşturdu. Portakallar, 11’nci kez mücadele ettikleri Avrupa Futbol Şampiyonası’nda yalnızca 1988’de şampiyonluk gördü. Yani, 36 yıllık bir özlem ve bunun tetikleyeceği bir iştahla karşı karşıyayız.
Bu nedenle Hollanda’nın bu “başarısızlıkları” bizi yanıltmamalı. Öte yandan 1974, 1978 ve 2010’da Dün ya Kupası’nda final görüp kupaya uzanamayan Hollanda’nın belki de en meşhur ismi teknik direktörü Ronald Koeman.
Turnuvaya Fransa’nın ardından ikinci olarak gelen Portakalların, Romanya’yı elediği maçtaki performansı da genel olarak iyiydi. Ancak 8’nci kez çeyrek final gören Portakallarda dikkat çekici oyuncular var ve özellikle Gakpo’nun yükselen grafiği o bölgeye ve isme özel bir önlemi düşündürtüyor.
Son olarak, yukarıda “lale” (zevk ve sefa) devri demiştik; bu kısa dönemi bitirenin laleleriyle meşhur Hollanda olup olmayacağını ise henüz bilmiyoruz.
Hani, konuşulmaya da başlandı ya şimdilerde; “Laleyi Hollanda’ya aslında biz verdik” diye…
Yine, yeni bir orijinal trajedi ile karşı karşıya kalabiliriz. Futbola, “lale” gündemi de bulaşırsa, vay halimize…
Heyecan, Hararet, Hesap: “Biz Bitti Demeden” Biten İlk Maçlar ve Sonrası