Türkiye ekonomisini finans kapital için bir cennete dönüştüren neoliberal politikalar çok ciddi yapısal sorunlara neden olmuştur. Bu sorunların başında erken sanayisizleşme, kronik cari açıklar, yapısal işsizlik, sanayinin aşırı bir biçimde dışa bağımlılığı, piyasalarda yoğunlaşma, finansallaşma ve ekonominin dış kırılganlığının artması, yani dış şoklara karşı daha kırılgan hâle gelmesidir.
Türkiye’de enflasyonun çok uzun bir geçmişi var. 1970’li yıllara kadar enflasyon pek kalıcı nitelik göstermezken 1970’lerin sonlarında petrol kriziyle artmaya başlayan kalıcı enflasyon yaklaşık 40 yıl başımızın belası olmuştur. 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan neoliberal politikaların uygulanmaya başladığı dönemde, çok sayıda istikrar programı gündeme getirilmiş, dayatılmış ve uygulanmıştır(1). Bu istikrar programlarının hiçbiri enflasyonu kalıcı olarak fiyat istikrarı düzeyine(2) indirilebilmiş değildir. Bu istikrar programlarının bir diğer özelliği de programın uygulama maliyetlerinin emekçilere ödetilmesidir.
Türkiye ekonomisi 2018 ile birlikte yeniden bir kriz sarmalına girmiş; özellikle Eylül 2021’de uygulanmaya başlanan ve “Nas” adı verilen yeni kâr ve rant bölüşüm politikalarının yarattığı olumsuzluklarla dünyada en yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerden biri olmuştur. Eylül 2021’de yüzde 19,58 olan yıllık enflasyon, 2021 sonunda yüzde 36.08’e, 2022 ve 2023 sonlarında ise sırasıyla yüzde 64,27 ile yüzde 64,77’ye ulaşmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bütün çabalarına karşın Mayıs 2024’te yüzde 75,45 ile maksimuma ulaşan enflasyon oranı, Haziran 2024’te yüzde 71,45’e düşmüştür. Bu yıllık enflasyon oranı ile Türkiye dünya enflasyon ligi sıralamasında Arjantin, Suriye ve Lübnan’ın ardından dördüncü sıradadır.
YENİ BİR ENFLASYONU DÜŞÜRME SÜRECİ: YENİ BİR EMEKÇİLERLE MÜCADELE DÖNEMİ!
Enflasyonun kontrolden çıkışı ve dünyada da finans kapitalin yağmalayacağı yeni bir piyasa gereksiniminin ortaya çıkışı, dünyada sıcak parayı (tefeci parası) yönetme konusunda oldukça marifetli Mehmet Şimşek yine “kurtarıcı” olarak göreve çağrılmasıyla sonuçlandı. Mehmet Şimşek de kendisinden beklenileni yaptı ve Türkiye ekonomisini yeniden sıcak para için cennete dönüştürecek ortodoks politikalara döneceğini açıkladı. Aslında Türkiye ekonomisini sıcak para için cennete dönüştürecek bu politikalar, geçmişte olduğu gibi, Türkiye ekonomisini emekçiler için cehenneme dönüştürecek politikalar anlamına gelmekteydi. Strateji belliydi: Önce politika faizlerini yükselterek ve başka sıkılaştırma önlemleri ile güya iç talebi daraltarak enflasyonla mücadele ediyormuş gibi görünmek. Bu işe yaramayınca enflasyon artışının baş nedeni olarak gördükleri döviz kurunu kontrol altına almak istediler. Çünkü üretimi büyük oranda girdi ve aramalı ithalatına dayalı Türkiye ekonomisinde kur kontrol edilerek toplam arz üzerinde kısıtlar kaldırılacaktı. Ayrıca bu sayede tüketim malları ithalatı da pahalılaştırılarak düşürülecekti. Tabii bu arada hem kuru kontrol edebilmek hem de Türkiye ekonomisini yağmalamak için gelen sıcak paraya çıkış kararı aldığında rahatlıkla döviz bulsun diye uluslararası rezervler sürekli artırılmaktaydı. Bu süreçte ABD emperyalizminin iki önemli organı Dünya Bankası ile IMF ile uluslararası finans kapitalin bütün organları (dereceleme kuruluşları) koro halinde Türkiye ekonomisi için “güzellemeler” yapmaya başladırlar. Ama ne yazık ki bütün bu çabalar da enflasyonu düşürmeye ve özellikle de enflasyon beklentilerini kırmaya yetmedi. Durum böyle olunca bu istikrar programının esas amacı olan ama hiçbir zaman açıkça dile getirilemeyen üçüncü aşaması devreye sokuldu: Ekonominin daraltılması. Ekonominin daraltılması süreci salt iktisadi büyüme oranlarının belli düzeylere çekilmesini, örneğin yüzde 2’lere düşürülmesini, içermez. Reel ücretlerin ciddi bir biçimde azaltılarak emekçilerin yoksulluğa, açlığa, sefalete mahkum edilmesidir. Bunun ilk işaretlerini TÜİK’in 2023 için yayınladığı “Hanehalkı Tüketim Harcaması (HTH)” sonuçlarından rahatlıkla görebiliyoruz. Bu araştırma sonuçlarına göre en zenginler, en yoksullara göre 5,53 kat daha fazla tüketim harcaması yapabilmektedir. Oysa 2001 yıkıcı krizi sırasında bu oran daha düşük ve 4,5 idi. 2023 verilerinin 2022 yılı verilerine dayandığı gerçeğini anımsadığımızda, krizin iyice derinleşmeye başladığı 2023 ve 2024’te gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu, açlık ve sefaletin ne boyutlara geldiğini rahatlıkla görebiliriz.
ASGARİ ÜCRETE ZAM YOK!
Bilindiği gibi 2024 için geçerli olan asgari ücret 17 bin 2 TL’dir. Bu asgari ücretin ilk ayda satın alma gücü; TÜİK enflasyonuna göre ( ilk 6 aylık enflasyon oranı yüzde 24,73) 12 bin 797 TL’ye, TÜİK enflasyonuna göre daha gerçekçi olan İstanbul Ticaret Odası (İTO) enflasyonuna göre ise 11 bin 951 TL’ye düşmüştür. Yıl sonunda ise en iyi olasılıkla gerçekleşecek yüzde 40 enflasyona göre ise şimdiki asgari ücretin satın alma gücü 10 bin 201 TL’ye düşecektir. Şimdi bu gerçekliği şu rakamlarla bir daha düşünün: TÜİK’in Nisan 2024 Ücretli Çalışan İstatistikleri sonuçlarına göre sanayi, inşaat ve ticaret-hizmet sektörleri toplamında ücretli çalışan sayısı 15 milyon 283 bin 78 kişi olmuştur. Öte yandan Merkez Bankası, DİSK-AR verileri ile çeşitli araştırmalar asgari ücret civarında bir ücretle çalışanların oranının yüzde 50’lerde olduğunu gösteriyor. Dahası 2024 birinci çeyrekte geçerli olan Avro cinsinden brüt asgari ücretlerin yer aldığı izleyen tabloda rahatlıkla görüleceği gibi Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde en düşük asgari ücrete sahip beşinci ülkedir.
Kaynak: EuroStat verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Ne yazık ki Türkiye’den daha düşük asgari ücrete sahip ülkeler Arnavutluk, Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan’dır. Oysa Türkiye’de daha düşük asgari ücrete sahip ülke sayısı 2013’te 14 ülke idi. Daha bitmedi: HTH 2023 sonuçlarına göre içerisinde ağırlıklı olarak asgari ücretlilerin ve emeklilerin bulunduğu en yoksul kesimin gıda, barınma ve ulaştırmaya yaptığı harcamalar, toplam harcamalarının neredeyse %75’tir. Hadi emeklilerin ulaşım giderleri yok varsayalım. Üstelik asgari ücretle çalışan ortalama bir yurttaşın yapması gereken çocuk okutma, giyinme, sağlık gereksinimlerini karşılama ve olursa da gezmeye ve tozmaya gereksinimi vardır. Bu asgari ücretle bunların hangi birinin nasıl yapacaktır?
SERMAYE İLE İKTİDARI BULUŞTURAN ORTAK NOKTA: ASGARİ ÜCRETİN NORM ÜCRET HÂLİNE GELMESİ
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından yapılan bir çalışmaya göre (3) tarım dışı sektörlerde çalışan ücretlilerin yaklaşık yüzde 43,1 asgari ücret ve altı ücretle çalışmaktadır. Bunların oranı sektörlere göre farklılıklar göstermektedir. Örneğin oran sanayi sektöründe yüzde 50,4, inşaatta yüzde 71,4 ve hizmetlerde yüzde 37,9’dur. Yine aynı çalışmaya göre “Allahtan” kamu kesimi ve finans hizmetleri asgari ücret ve civarında ücretle eleman istihdam etmemektedir. Buna rağmen bazı hizmet sektörlerinde oran oldukça yüksektir. Konaklama ve yiyecek hizmetlerinde yüzde 73’e varan oran, toptan ve perakende ticaret sektöründe yüzde 64’tür. Gelelim Türkiye’nin en büyük ihracatçı sektörü imalat sanayine. İmalat sanayinin alt sanayilerinden olan giyimde oran yüzde 70,5, gıda da yüzde 67,1 ve deride yüzde 69,7’dir. İşte bundan dolayı dananın kuyruğu kopmaktadır: Özellikle giyim başta olmak üzere emek yoğun ihracatçı imalat sanayi sektörler ne yazık ki çok eski teknoloji kullanmakta ve Kamboçya, Bangladeş, Hindistan ve Vietnam gibi ülkelerle artık rekabet edemez hâle gelmişlerdir. İşte bu nedenle rekabet gücünü artırmanın tek yolu olarak da asgari ücreti artırmamak olarak görmektedirler. Hükümet ise reel ücretleri düşürerek iç talebi daraltmak ve iç talep düşüşü sonucu ortaya çıkacak üretim fazlasını ihracatla eritmeye bakmakta. Yeni politika, hem sermaye hem de iktidar için işçilerimizin “ırgatlaştırılması” politikası, geçer bir politika olarak algılanmakta ve uygulanmaya çalışılmaktadır. Oysa DİSK-AR’ın 2024 Asgari Ücret Araştırması’nda yer alan şu gerçekleri ya bilmemektedirler ya da bilmezden gelmektedirler:
- Türkiye nereden bakarsanız bakın bir asgari ücretliler ülkesi olmuş!
- Asgari ücret ile diğer emek gelirleri arasındaki makas kapanmakta, asgari ücret ortalama ücrete yaklaşmaktadır.
- Asgari ücretin kişi başına milli gelire oranı düşmektedir.
- Özel sektör işçilerinin %70’i asgari ücretin % 20 komşuluğunda bir ücret almaktadır.
- Kayıt dışı çalışanların %83,5’i asgari ücret almaktadır!
- Kadınların neredeyse % 60’ı asgari ücrete mahkum!(4)
Bu gerçeklikler ortadayken; enflasyonun gerçek nedeninin bölüşüm sorunlarının kaynaklandığını, asgari ücret, memur ve emekli maaş artışları olmadığını, sermayenin mutlak tahakkümünü öngören neoliberal politikalar ile bir gıdım yol alınamayacağını, el parasıyla saadet olunamayacağını görmeden ne enflasyonla mücadele edilebilir ne de artan yoksulluk ve sefalete çare bulunabilir. Bari enflasyonu düşürmenin maliyetlerini biraz da zorunlu kader birlikteliği yaptığınız sermayeye ödetmeyi denesiniz! Biraz da bu ülkeyi emekçiler için nasıl yaşanabilir hâle getirebiliriz kaygısı taşısanız! Ama unutmayın ki eninde sonunda “Yanlış hesap Bağdat’tan döner”!
Dipnotlar
(1): Bu dönemde Türkiye 1980, 1982, 1990, 1994, 2000-2001, 2008-2012 ve 2018-… olmak üzere çok sayıda kriz iktisadi kriz yaşamıştır.
(2): Fiyat istikrarının sağlandığının göstergesi olarak alınan enflasyon oranı gelişmiş ülkeler içim %2, gelimekte olan ülkeler için %4 olarak düşünülmüktedir.
(3): Bültene buradan ulaşılabilir.
(4): Rapora buradan ulaşılabilir.
Ekonomik Krizin Yakıcılığında: Yurttaşlar Temmuz Zammı Bekliyor