Türkiye’de sporda şiddet başlığının kanayan bir yara olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Saha içinde ve saha dışında pek çok şiddet olayı yaşanıyor ve kamu kurumlarının önlem açıklamalarına rağmen şiddet olayları yatışmak bilmiyor.
Geçtiğimiz yıl Göztepe-Altay derbisinde yaşanan olaylar kamuoyunun gündeminde uzun süre yer almıştı. Derbinin ardından yürütülen süreçte, 19 şüpheliden 18’inin tahliye edilmesi ceza ve caydırıcılık tartışmalarını yeniden tetikledi.
Aynı şekilde, içinde bulunduğumuz lig döneminde Trabzonspor-Fenerbahçe maçında taraftarın sahaya inmesi ve futbolculara saldırmasının ardından Profesyonel Disiplin Kurulu (PFDK) kulüplere ve oyunculara pek çok yaptırım uygulamıştı. Buna rağmen, pek çok alt lig de dahil olmak üzere şiddet olayları her geçen gün yaşanmaya devam ediyor.
6222 sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun” da tartışmaların temel bir veçhesini oluşturuyor. Sporda şiddet olaylarının önlenmesine dair umutlarla 2011 yılında yürürlüğe giren kanun taraftar gruplarının da tepkisine neden olmuştu.
Bu dosyamızda sporda şiddet olaylarının nedenleri, neden artış gösterdiği ve nasıl önlenebileceğine dair spor yazarı Onur Özgen ile konuştuk.
“TEMEL SEBEP SARAY REJİMİ”
Sporda şiddetin yaygınlaşmasının en temel sebebinin içinde yaşadığımız toplumsal düzen olduğunu vurgulayan Onur Özgen “Buna ek olarak şiddetin en temel sebeplerinden birisi de toplumu durmadan baskılayan Saray Rejimi diye düşünüyorum. Şiddetin giderek normalleştiği ve gündelik hayatımızın olağan bir parçası hâline geldiği bir ülkede elbette spor sahalarında da bunun yansımalarını göreceğiz. Aksi mümkün değil” dedi.
“BU DURUMA BİR SÜREÇ SONUNDA GELİNDİ”
Özgen, sporda şiddetin önlenmesine dair yasal belgelerin, özellikle 6222 sayılı kanunun yetersiz olup olmadığına yönelik sorumuza, bu duruma bir süreç sonunda gelindiğini vurgulayarak yanıt veren Özgen, “Oğuz Atay, bizim ilk günahımızın cezalandırılmayan küçük günahların toplamı olduğunu söyler. Spordaki şiddet olaylarının artmasının temel sebebi de bence bu. Spor sahalarındaki nefret söylemlerinin ve davranışlarının sürekli olarak cezasız kalması. Örneğin bu sezon Ankaragücü’nün eski başkanı Faruk Koca’nın sahaya dalıp hakem Halil Umut Meler’i yumruklamasına şahit olduk, değil mi? Peki bu nasıl oldu? Buraya nasıl gelindi? Yıllar önce Ankaragücü, 2. Lig’de mücadele ederken, Ankara’da Amedspor ile yaptıkları bir maçta yöneticileri rakip takımın yöneticilerini şeref tribününden yumruklarla aşağıya atmışlardı. Sahada da Amedsporlu bir futbolcu ve maçın iki hakemi dayak yemekten kurtulamamıştı. Bu olayın ardından sadece beş maç seyircisiz oynama cezası almıştı Ankaragücü. Hatta ‘elinize sağlık’ diyenler bile olmuştu. Ardından yıllar sonra Ankaragücü yeniden Süper Lig’e yükseldi. Yine Ankara’da Beşiktaş’ı konuk ettikleri bir maçın sonunda bir holigan sahaya girip Beşiktaşlı futbolculara saldırmaya kalkmıştı. Arkadaşlarını korumak için holigana müdahale eden Josef de Souza ise holigana müdahale etmiş ve bu yüzden kırmızı kart görmüştü. Sonunda da saldırıyı yapan holigan, Ankaragücü yöneticilerinin üstün gayretleriyle serbest bırakılmış, Ankaragücü yalnızca bir maç seyircisiz oynama cezası almış, ‘kurallar gereği’ cezası kaldırılmayan Josef ise bir sonraki maç takımının formasını giyememişti. Tüm bu silsilenin sonunda Ankaragücü başkanının sahanın içinde hakem dövmesi kadar doğal bir şey yok. Birkaç yıl önce Çaykur Rizespor’un eski başkanı da bir maçın ardından karşılaşmanın hakemini silahla vurmaktan bahsetmişti. Neden olmasın ki? Bu ülkede Fenerbahçe’nin takım otobüsü kurşunlandı, hiçbir şey olmadı, hakemler mi vurulmayacak? O da olur” şeklinde yanıt verdi.
“TOPLUMDA VAR OLAN TRİBÜNLERE YANSIYOR”
Tribünlerde yükselen şiddet olaylarının ve erkek egemen iklimin ise toplumsal bir yansıma olduğunu belirten Özgen, “İbrahim Altınsay’ın yıllar önce katıldığı bir panelde tribünlerde ırkçılığın artması üzerine bir sözü vardı. ‘Tribünler ırkçılığı kendi başına üretmiyor. Toplumda var olan ırkçılık tribünlere de yansıyor ve orada yeniden daha güçlü bir şekilde üretiliyor,’ demişti. Tam olarak böyle. Futbol, içinde yaşadığımız toplumdan münezzeh bir oyun değil. İzleyicilere gündelik hayattan kaçış olanağı sağlasa da oradaki tüm arızaları da yeniden üretiyor. Evet, bazen mide bulandırıcı. Ama aynı zamanda kendimizi tanımak, kendimizle yüzleşmek için mükemmel bir neden diyebiliriz. Sözün özü; toplumda ne kadar milliyetçilik, cinsiyetçilik varsa futbolda da o kadar var. Gündelik hayatta insanlar birbirlerini en zayıf oldukları yerden ne kadar vuruyorlarsa, tribünde de o kadar vuruyorlar” dedi.
“FUTBOL, TOPLUMLARIN AFYONU DEĞİL AYNASIDIR”
Özgen’e dünyadaki otoriterleşme ve tribünlerdeki şiddet olaylarını da sorduk. Otoriterleşme ile sporda şiddetin doğrudan ilişkili olduğunu vurgulayan Özgen, “Bu soruya da bir önceki yanıtımın bir benzerini verebilirim. Futbol toplumların sanıldığı gibi afyonu değil aynasıdır. Demokrasinin gerçekten işlediği ve içselleştirildiği; kuralların net olarak belirlendiği ve herkes için geçerli olduğu bir toplumda şiddet olayları da az olur. Sokakta, evde, okulda, iş yerinde, tribünde, her yerde şiddet azalır. Buna karşın otoriter bir yönetimin olduğu, baskının ve zorbalığın hüküm sürdüğü, insan haklarının yok sayıldığı bir toplum yapısında şiddetin kökleşmesi elbette kaçınılmaz. Bunun en kolay kendini gösterebileceği yerlerden biri de tribünler. Çünkü her ne kadar yönlendirmeye çok açık olsa da aynı zamanda inanılmaz kendiliğinden bir yer” diyerek yanıt verdi.
“TRİBÜNLER SOKAKTAN GELİYOR”
Tribünlerin kolektif yapıya sahip olabileceğini ve örneğin Türkiye’de Gezi Parkı protestoları sırasında tribünlerin yan yana gelişini ve dayanışma örnekleri göstermesini ancak bunun neden günümüzde daha az görüldüğünü sormamız üzerine Özgen şunları söyledi: “Çünkü Gezi’nin ardından toplumsal muhalefet bastırıldı. Sokağa çıkıp hakkını aramak, iktidar tarafından ‘provokasyon’ olarak gösterildi ve muhalefet de buna karşı direnemedi. Tribünlerin de bundan kendi payını aldığını düşünüyorum. Yine de tribünlerin kendiliğinden patlamaları hiç olmadı değil. En son 6 Şubat depreminden sonra birçok farklı tribünden ‘Hükûmet istifa!’ sloganları yükselmişti ve bu iktidarın deprem suçlarına karşı verilmiş ilk kitlesel tepkiydi. Ama bu protestoların daha sürekli ve kitlesel bir şekilde yapılabilmesi için öncelikle toplumsal muhalefetin güçlenmesi ve sokağın yeniden kazanılması gerek. Sonuçta tribünleri dolduranlar da o sokaklardan geliyor.”
Sporda şiddet olaylarının nasıl önlenebileceğine yönelik sorumuza, öncelikle bir ülkede hukukun asgari düzeyde de olsa bir geçerliliğinin olması gerektiğini vurgulayarak yanıt veren Özgen, “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının açıkça yok sayıldığı, işçilerin 1 Mayıs’ta Taksim’e yürüyemedikleri, bu haklarını kullanmak isteyen insanların hukuksuzca tutuklandıkları bir ülkede doğal olarak spor sahalarında da adaletten, hukuktan söz edilemiyor. Bu da hâliyle şiddet olaylarını tırmandırıyor. Dolayısıyla ülkenin siyasal ikliminde kökten bir değişim gerçekleşmediği müddetçe spordaki şiddet ikliminin önlenebileceğini de sanmıyorum” diyerek sözlerini sonlandırdı.