Kentlerin, hele de milyonluk nüfuslarıyla İstanbul gibi metropollerin müzikle kurduğu ilişki incelemeye değer. Müzik doğal bir unsur gibi, kentin dağınıklığı, karmaşası içinde kendine yaşam alanları kurar; bazen boğucu bir ortamın, trafiği sıkışmış kalabalık bir caddenin gürültüsüne, bazen deniz kenarında uçup duran martıların seslerine, bazen soluklanmak için az sayıda ağacın serinlettiği bir parkta toplanmış insanların sohbetine karışır, kentin her noktasına ustalıkla sızar ve damıtılmayı bekler.
Kentin değişken atmosferine pek çok müzik türü eşlik edebilir ancak herhalde o karmaşık yapıyı en iyi betimleyen müzik türü cazdır. 20. yüzyılın başlarında New Orleans’ta doğup dünyaya yayılan caz müziği, yüzyıllık evriminde nice aşamadan denemeden geçerek kentlerin belleğinde yerini alır. Müzik tarihine unutulmaz sanatçılar armağan eder.
İstanbul Caz Festivali de o bir avuç değerli katkıdan biri. İstanbul Kültür Sanat Vaktı (İKSV) tarafından bu yıl 31. kez düzenleniyor. Bu yıl Nilüfer Verdi ve Nino Varon’a Yaşam Boyu Başarı Ödülleri sunulacak festival 3 Temmuz gecesi başladı, 18 Temmuz’a kadar devam edecek. Müzikseverler 200’ü aşkın yerli ve yabancı sanatçıyı dinleme şansı bulacak. Bu isimler arasında dünyaca ünlü Gregory Porter, Chris Isaak, Joshua Redman, YolanDa Brown, Baptiste Trotignon, Arlo Parks ve Modern Art Orchestra gibi sanatçılar bulunuyor. Ayrıca kentin dört bir yanındaki parklarda ücretsiz caz konserleri de düzenleniyor.
İstanbul Caz Festivali’nin, müziğe ve kent kültürüne katkısı üzerine Festival Direktörü Harun İzer, müzik yazarı Kaan Çağlayangöl ve radyo programcısı-müzik yazarı Ümit Tunçağ’la konuştuk:
“FARKLI SESLERE AÇIK BİR FESTİVAL”
İstanbul Caz Festivali direktörü Harun İzer’e bu yıl 31. kez düzenlenen festivalin programında öne çıkan etkinlikleri ve müzikseverleri bekleyen yenilikleri sorduk. “Yıldızlarla dolu olduğu kadar yeni keşiflere ve farklı seslere de açık bir festival hazırladık izleyicilerimiz için.” diyen İzer bizimle şu bilgileri paylaştı: “Gregory Porter bence bu yılki programda kesinlikle kaçırılmaması gereken bir ses, kendisi şu anda yaşayan en başarılı şarkıcılardan biri. İki Grammy ödüllü, Sting’den Ellie Goulding’e birçok ünlü ismin takdirini kazanmış ve ortak çalışmalar yapmış, dünya çapında bir yıldız kendisi. 8 Temmuz’da gerçekleşecek bu özel konseri hem de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde izlemenin keyfini asla kaçırmazdım ben olsam. Diğer iki önerim de iki önemli kadın sanatçı, Arlo Parks ve Yolanda Brown olurdu. Arlo Parks yeni neslin en başarılı söz yazarlarından ve çok akıcı bir müziği var. Kings of Convenience veya Norah Jones gibi isimleri sevenlerin mutlaka kulak kabartması ve 9 Temmuz’daki bu konsere gelmesini öneririm, pişman olmayacaklar. 10 Temmuz’da ise İngiliz cazının en başarılı saksofoncularından Yolanda Brown sahnede olacak, muhteşem bir müzisyen olmanın yanı sıra keyifli sohbeti ile çok özel bir kişilik kendisi.”
Böylesine köklü bir festivali düzenlemek ve her yıl nitelik olarak belli bir düzeyin üstünde tutmak hiç de kolay bir iş değil. Harun İzer bu noktayı vurguluyor. Çeyrek asrı ve üzerine bir beş yılı daha geride bıraktıklarını söyleyen İzer, İstanbul Caz Festivalinin uzun soluklu olmasının ardındaki başarıyı bakın nasıl anlatıyor:
“Aslında bir festivalin bunca zamandır devam edebilmesi, kendi başına çok önemli bir şey. Ben bu soruyu biraz tersine çevireceğim, köklü bir festival olmanın artıları değil de hangi artılarımız sayesinde köklü bir festival olduk, onu anlatmak isterim. Öncelikle seyircilerimizin bize olan güveni ve inancı tabii ki – bunca yıldır dolu dolu geçen konserlerle, yaptığımız büyük küçük her işin arkasında duran seyircimiz bizim en büyük artımız. Diğer taraftan, çok başarılı bir ekip çalışması ve uzun yıllardır devam eden güçlü bir kurum kültürüne sahip olmamız çok önemli. Bu etkinlikte sadece festivalin kemik ekibi değil, İKSV içinde farklı departmanlarda çalışan çok sayıda arkadaşımızın emeği var. Tabii ki sanatçılar ve müzisyenlerle kurduğumuz güzel ilişkiler, onları burada en samimi ve içten şekilde ağırlamamız sayesinde mümkün oluyor bu da. Son (ama hepsi kadar da önemli) bir avantajımız da paydaşlarımız, bu işi yaparken bize destek olan herkes, sponsorlar, medya, kamu kurumları ve diğerleri. Bu vesile ile 27 yıldır festival sponsorumuz olan Garanti BBVA’ya ve destekleri için T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da tekrar bir teşekkür etmek isterim doğrusu.”
İstanbul Caz Festivali kültür-sanat tüketimi ve caz müziğin geniş kitlelerce tanınması açısından Türkiye’de çok önemli bir işleve sahip. Özellikle yerli bir caz müziğinin üretilmesi için alan açması festivalin değerini yükseltiyor. Harun İzer bu amaçla yürüttükleri çalışmanın altını şöyle çiziyor:
“PROFESYONEL OLMAYAN, GENÇ MÜZİSYENLERİ TEŞVİK EDİYORUZ”
“İstanbul Caz Festivali’nde 21 yıldır süren bir bölüm var, şu anda Genç Caz+ adıyla devam ettiğimiz bu bölümde uzun yıllardır genç ve profesyonel olmayan müzisyenleri caz alanında başarılı üretimler yapmaya teşvik ediyoruz, festivalde uluslararası isimlerle birlikte sahne almalarını sağlıyoruz. Şu anda profesyonel sahnelerde ve sadece caz alanı ile sınırlı kalmayarak müzik yaşamına devam eden birçok isim Genç Caz+’nın katılımcıları arasındaydı. Ayrıca üç yıldır da bu alanda genç müzisyenlerin özgün parçalarına yer verdiğimiz Genç Caz+ albümleri de yayımlıyoruz. Böylece onların üretim ve çalışmalarının kalıcılaşmasını sağlıyoruz. Genç Caz+ albümü 2024 yılında da sonbahar aylarında hazırlanıp yayınlanacak. Bütün bu çalışmalar bize çok büyük bir gurur vesilesi oluyor.”
Peki bu festival geçmişten günümüze maddi-manevi hangi kazanımlar üretti, nelere öncülük etti, cazın yeni kuşaklara aktarılmasında nasıl bir işlev gördü? Bu sorularımıza şöyle yanıt veriyor Harun İzer:
“Tabii ki başta birbirinden önemli uluslararası sanatçıları Türkiye’de izleyebilme imkânı – bazıları daha sonra tekrar tekrar geldi ama – birçok önemli ismi Türkiye’de ve İstanbul’da ilk kez İstanbul Caz Festivali sayesinde izledik. Diğer taraftan 31 yıldır Türkiye’den caz ve güncel müzik sanatçılarını dünyaya tanıtmak, farklı ülkelerden müzisyenlerle beraber çalmalarını sağlamak ve kültür elçilerimiz olarak farklı ülkelerde turneler yapabilmeleri için birçok farklı girişimde bulunduk. Marcus Miller, Dianne Reeves gibi önemli isimlerle en başarılı müzisyenlerimize ortak projeler yaptırdık, Vitrin Türkiye Güncel Müzik Buluşması gibi etkinliklerimizle dünya çapında önemli festivallerin yöneticilerinin birçok müzik grubumuzu İstanbul’da izlemelerini sağladık. Ayrıca bunca yıldır yaptığımız işin kalitesi ve değeriyle Türkiye’de çok sayıda caz festivaline ilham ve öncülük ettiğimizi de gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.”
KENTLE KONUŞAN, ETKİLEŞİM KURAN BİR FESTİVAL
Daha önce festival ve kent ilişkisi üzerine hazırladığımız oldukça geniş dosyamızda da kapsamlı olarak ele almıştık, bir festivalin gerçekleşmesi; üretildiği, düzenlendiği kentle kurduğu ilişkiyle yakından bağlı. İstanbul da bu anlamda çok özel bir kent. Mekânların kentle iletişimi sorduğumuzda İzer şu görüşleri paylaşıyor bizimle:
“İstanbul Caz Festivali tabii ki başta bu şehrin, İstanbul’un festivali. Biz de bunun çok iyi farkında olarak kentle konuşan, etkileşim içinde etkinlikler yapmaya özen gösteriyoruz, bu konuyu hep aklımızın bir kenarında tutuyoruz. Bence bunlardan en güzeli artık gelenekselleşen Caz Vapuru konserlerimiz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Şehir Hatları ile işbirliği içinde yaptığımız caz müziği ile dolu bu keyifli boğaz seyri sadece İstanbul’da ve İstanbul Caz Festivali’nde yaşayabileceğiniz türden bir etkinlik. Aynı şekilde ilçe belediyelerimiz ile birlikte hayata geçirdiğimiz ücretsiz ‘Parklarda Caz Konserleri’ de festival ile şehri deneyimlemek açısından çok önemli bizce. Bütün bu etkinlikler de çok büyük ilgi görüyor ve imkânlarımız dâhilinde biz de sayılarını artırmaya çalışıyoruz.”
Son olarak Harun İzer’e “Kültür-Sanat tüketicilerinin gözünde festivalin yeri, değeri ve algısıyla ilgili neler söylenebilir?” diye soruyoruz. “Aslında değindiğim her şeyin bir özeti gibi olacak” diyor Harun İzer ve devam ediyor: “ama bence başta İstanbullu müzikseverler olmak üzere Türkiye’nin de çok çeşitli yerlerinden insanlar, İstanbul Caz Festivali’ni çok seviyorlar ve özel bir etkinlik olarak görüyorlar. Kimi zaman tek bir konserin kendilerine ne kadar iyi geldiği veya ne kadar güzel hissettirdiğiyle ilgili hikâyeleri duymak, dinlemek bize gerçekten çok büyük mutluluk veriyor. Bugüne kadar bunu, çok alakasız yerlerde tesadüf ettiğim birçok insandan doğrudan da duyduğum için gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum. Umarım bundan sonra da uzun yıllar böyle devam eder festivalimiz.”
FESTİVALDEN KAÇIRILMAMASI GEREKEN ÖNERİLER
Harun İzer ve ekibine teşekkür edip festivalin ve caz müziğin Türkiye’deki en sıkı takipçilerinden Eski TRT radyo programcısı Ümit Tunçağ’a ulaşıyoruz ve müzikseverler için bu yılki festivalden önerilerini soruyoruz. Tunçağ şöyle sıralıyor önerilerini: “Efsanevi caz saksafoncusu Dewey Redman’ın oğlu Joshua Redman çok genç ve yetenekli bir sanatçı. Kendisiyle geldiğinde röportaj yapmıştım. İlk plağını 1993’te yapmıştı. Beraberinde İtalyan asıllı bir solistle geliyor, 2000’lerin gözde sanatçısı, Gabrielle Cavassa. Güzel bir konser olacak. Hemen arkasından Chris Isaak’ı önerebilirim. 1986’da Blue Hotel, 1989’da wicked Game ile üne kavuşmuştu, güzel bir solist ve müzisyendir. Yolanda Brown önerebileceğim bir başka konser. Asıl bir başka caz solisti Gregory Porter, iki kere grammy kazanmış bir sanatçı. Bu arada çok ilginç bir konser var: Baptiste Trotignon Trio ve Nilüfer Verdi Triosu ayrı ayrı çalacaklar herhalde, o konser çok iyi ve bir de hemen hemen festivalin başında yer alacak olan Mojo Five’ı önerebilirim.”
İstanbul Caz Festivali’nin Türkiye için önemi nedir diye sorduğumuzda Tunçağ dünyada ilk beşe girebilecek nitelikte bir festival olduğunu vurguluyor: “İstanbul Caz festivali bence Türkiye’de ve hatta dünyada sayılı caz festivallerden biri. Yerel sanatçılarıyla gösterileriyle oldukça güçlü. İlk başından beri hep izledim. Ve o nedenle bir de kitap yazdım.” diyen Tunçağ bu alandaki diğer önemli festivallere de değiniyor: “İzmir’de de Avrupa Caz Festivali yapılıyor, her iki festival de Türkiye açısından çok değerli. Bunun dışında yerel festivaller var türk sanatçıları destekleyen, örneğin Afyon Caz Festivali, onu da göz ardı edilmemeli.”
“DAHA GENİŞ KİTLELER CAZLA TANIŞSIN DİYE”
Festival sadece cazseverler için değil müziğin her alanına ilgi duyanlar için de önem taşıyor. Yıllar içinde seyirciler için pek çok anı inşa eden festivale müzikseverlerin bakışı nasıl? Tunçağ “Yıllarca radyoda caz programları yaptık. İnsanlara cazcıları tanıttık.” diyor ve şöyle sürdürüyor: “Tabii onları sahnede canlı olarak izlemek ayrı bir zevk veriyor insana. Hele bazı isimler var ki, örneğin Miles Davis, diyorsunuz ki herhalde bu isimler buraya gelmez, Ray Charles, Stan Getz, Dizzy Gillespie gibi. Bu isimler Türkiye’ye geldiğinde ayrı bir mutluluk duyuyor cazseverler çünkü kendi gözleriyle sahnede de ne yapıldığını, müziğin nasıl icra edildiğini görebiliyorlar bu da insanların caza olan ilgisini artırıyor. Tabii belirtmeden geçmemek gerek, caz festivallerinde popüler sanatçılar da rock sanatçıları da yer alıyor, bunlar da özellikle genç dinleyicileri festivale çekebilmek için düzenleniyor, yıllardır Montreal dâhil olmak üzere birçok Caz Festivalinde bu gelenek devam ediyor.”
Festival mekânlarının seçiminin de çok önemli bir süreç olduğunu belirten Tunçağ “İnsanlarla kentin buluşması ancak böyle olabiliyor.” diyor. “Dünden bugüne özellikle İstanbul gibi bir megakentte festivalin yapılması hem sanatçılar hem dinleyiciler açısından çok katkı sağlayan bir şey. Sanatçılar da görmek istedikleri İstanbul’u görüyorlar, çok şaşırıyorlar, Pek çok kişiyle röportaj yaptığım için rahatlıkla birkaç gün İstanbul’da kalıp gezip dolaşanların kente hayran kaldıklarını söyleyebilirim İzmir’de de aynı şey. Kısa sürelerle gelmelerine rağmen böyle bir izleyici-dinleyici kitlesiyle karşılaşmak onları da çok mutlu ediyor. Bu da yaptıkları müziği etkiliyor.”
İstanbul Caz Festivali’nin ve benzerlerinin kültür sanat hayatına çok değerli katkısı olduğunu belirten Ümit Tunçağ son olarak şunları ekliyor: “Her ne adına olursa olsun kültür ve sanat festivalleri yurdumuzda ve dünyada halkın kültürünün yüceltilmesi, yükseltilmesi açısından çok önemli yer tutar. Caz müziği de böyle. Herkesin çok beğendiği bir tür olmayabilir ancak gidip izleyenler sonradan o müziğe büyük ilgi duyuyorlar, geniş kitleler sevmeye başlıyor bu müziği. Değer açısından bakarsanız bence o ülkenin değerine büyük katkıda bulunuyor. Her yıl yapılmalı ve devam etmeli böyle festivaller.”
“GEÇEN YILA GÖRE DAHA İYİ BİR ETKİNLİK TAKVİMİ”
Müzik festivallerinin sıkı takipçilerinden, OdaTV müzik yazarı Kaan Çağlayangöl’e iletiyoruz sorularımızı. Kaan Çağlayangöl’e göre 31. İstanbul Caz Festivali’nde geçen yıla göre çok daha iyi bir etkinlik takvimi oluşturulmuş. Önerilerini bizim için şöyle sıralıyor Çağlayangöl:
“Özellikle Modern Art Orchestra feat. Kornél Fekete-Kovács, Kaan Çelen Trio, Baptiste Trotignon Trio, Nilüfer Verdi Trio, Gregory Porter, Joshua Redman Group feat. Gabrielle Cavassa, Pera’da Bir Caz Akşamı konserleri ilgi çekici. Ayrıca bu yıl İstanbul Caz Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü iki isme birden verilecek. Nino Varon ve Nilüfer Verdi… Çok isabetli seçimler olduğunu belirtmek isterim çünkü her iki isim de kendi alanlarında müziğe çok emekleri geçmiş isimler. Nino Varon, büyük bir müzik insanı olmasının dışında Türkiye’nin ilk caz albümü olan Jazz Semai albümünün de prodüktörü. Yapımcı, besteci, söz yazarı ve müzisyen… Nilüfer Verdi ise Türkiye’nin ilk kadın caz piyanisti, besteci ve aranjörü…”
Neredeyse yirmi yıldır hemen her alandaki yazılarıyla müziğin nabzını tutan Kaan Çağlayangöl’e İstanbul Caz Festivali’nin Türkiye’de müzik üretimi ve kültür sanat alanındaki etkinlikler için nasıl bir değer taşıdığını soruyoruz. “İstanbul Caz Festivali bu anlamda önemli bir işleve sahip. Fakat geçmiş yıllarda bence daha önemli bir işleve sahipti.” diyen Çağlayangöl şöyle açıklıyor: “1990’lı yıllar boyunca ve 2000’li yılların ilk 10 yılında çok güzel konserler oluyordu. Daha sonra dünyadaki caz festivali algısının değişmesi caz festivallerinin bir nevi erozyona uğramasına neden oldu. Caz dışında birçok isim Montrö Caz Festivali başta olmak üzere tüm caz festivallerine davet edilmeye başladı. Caz seyircisi ve müzisyenler de bu durumu haklı olarak eleştirdiler. Hâlen de eleştirmeye devam ediyorlar. Fakat son yıllardaki bu durum gösteriyor ki artık festivaller salt bir caz festivali olmayacak ve bundan sonra caz dışındaki isimler bu festivallere davet edilecekler. İstanbul Caz Festivali’nin yerli bir caz müziği üretilmesine katkısı olmuştur çünkü bu festival konserlerini seyredip bu müziğe kafa yoran ve caz çalabilen müzisyenler ortaya çıkmıştır. En azından caz besteleri yapan Türk müzisyenler ortaya çıkmıştır. Yüzlerce caz albümü piyasada yerini almıştır. 30 yıl uzun bir süre. Mutlaka bu süre içerisinde caz müziği, eskisine göre ülkemizde daha fazla kişi tarafından sevilmiştir.”
CAZ FESTİVALLERİNİN DEĞİŞEN NİTELİĞİ
Peki kültür sanat tüketicilerinin gözünde festival nerede duruyor? Uzun yıllara yayılan festival birikimi önceki yıllarda olduğu gibi dinamik biçimde yeni üretimlere alan açıyor ve müzikseverlere bu anlamda yeni şeyler vadediyor mu? Bu sorulara “Kültür-sanat meraklılarının gözünde bu festival geçmiş yıllarda daha çok şey ifade ediyordu.” diye yanıt veren Çağlayangöl şöyle devam ediyor: “Çünkü salt bir caz festivali düzenleniyordu. Yıllar geçtikçe hem caz festivallerinin sayısı, hem de caz müziği ile ilgilenen kişi sayısı arttı. Fakat az önce de belirttiğim gibi caz festivallerinin niteliği değişti. Değiştiği için de ‘ne cazdır ne caz değildir?’ soruları sorulmaya başladı ve bu müziğe merak salan insanların kafaları biraz karıştı. Bu konuda da bazı yanılgılar var. Bu yanılgıların en büyük nedeni doğaçlama yapılan her müziğin caz müziği zannedilmesidir. Diğer neden ise caz çalabilen müzisyenlerin çaldıkları her albümün caz albümü zannedilmesidir.”
Kaan Çağlayangöl sözünü sakınmayan, yazılarıyla da eleştiriden kaçınmayan bir yazar. Türkiye’deki caz müziği piyasasıyla ilgili görüşlerini şöyle aktarıyor: “Türkiye’deki caz müziği piyasası ilginç bir piyasa. Pasta küçük fakat bu pastadan fazla miktarda yemek isteyenler bir zümreyi temsil ediyor. Bu zümre zenginliği, pahalı içkileri, yemekleri, arabaları ve giyimi seviyor. Hâl böyle olunca pastadan en fazla payı bu tip bir yaşam tarzını benimseyen müzisyenler almak istiyorlar. Sayıları çok mu diyecek olursanız cevabım 5-6 kişi olacaktır. Aslında hem TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nın kadrolu müzisyeni olup hem de en büyük payı isteme durumu söz konusu… Bir caz müzisyeninin devlet destekli bir orkestrada olması ise bambaşka bir tartışma konusu. Mesela geçen sene düzenlenen İstanbul Caz Festivali’ne davet edilmeyip sosyal medya üzerinden hem İKSV Genel Müdürü’ne hem de İstanbul Caz Festivali’ne sitemlerini ileten müzisyenler olmuştu. Ben bir gazeteci olarak kendilerine bu konuyla ilgili bir cevap yazdığım için yine sosyal medya üzerinden bana hakaret sınırlarında gezinen cümleler kurulmuştu. Bunu yapan Kerem Görsev’di. Ülkemizde caz müziğinin durumu ile ilgili gerek Gazete Duvar’da gerekse Odatv’de defalarca yazılar yazdım. Türkiye’de caz çevresinin içerisinde olup bu durumun farkında olan kişiler olsa bile çoğunluk suskunluk hâlinde. Neden suskunluk halindeler? Çünkü bedava bilet, festival ağırlamaları, bedava konaklama ve seyahat imkanları eleştiri kültürünü yerle bir etmiş durumda. Caz hakkında yazılar yazan çoğu müzik yazarı(!) doğruları bilse bile bu imkânları kaybetmemek adına sessiz kalıyor. Bu sessizliğe söz konusu müzisyenlerle çalan diğer müzisyenler de dâhil… Çok az kişi sesini çıkarabiliyor. Bu konuda caz çevresinde tuhaf bir linç kültürü var. Caz müziği bazı müzisyenler için zenginliğini gösterme aracı ve amacı. Sayıları az olsa bile durum bu. Ne yazık ki bu işi bilmeyenler tarafından söz konusu bu müzisyenler Türkiye’de caz müziğinin temsilcisi gibi gösteriliyor. Pandemi döneminde müzisyenler mesleklerini bırakıp başka işler yapmak zorundayken bu sözünü ettiğim müzisyenler o dönemde TRT’den maaşlarını alıp pahalı viski ve yemek fotoğraflarını paylaşıyorlardı. Üstelik bu yaptıkları paylaşımlar gözükmesin diye TRT’de çalışanların tüm sosyal medya hesaplarını kendi sosyal medya hesaplarından engelleyerek… Ben bu konu ile ilgili geçtiğimiz ay bir yazı yazmıştım, o yazıdan sonra bu müzisyenler beni de tüm sosyal medya hesaplarından engellediler. Ne kadar hazin…”