Tarımda Kadının Adı Var, Emeği Yok Hükmünde!

Türkiye’de tarımsal üretimde kamu eliyle aktörlerin değiştirilmesi, yerel çiftçiliğin şirketler aracılığıyla tasfiyesi ve tarımda sürdürülebilirlik konularını ele aldığımız “Hasattan Harmana: Sorunlar ve Çözümler” konulu haber dosyamızın ardından bu hafta Fikir’de tohumdan hasada üretimin her noktasında bulunan kadının emek piyasası çemberinin dışında tutulması, aile çiftçiliğinde kadın emeğinin yok hükmünde sayılması ve kadının evde olduğu gibi tarlada da güvencesiz ve ücretsiz çalıştırılması konularına yöneldik. 

Tarım alanında uzun yıllardır emek veren, tarım alanındaki kadınlar için değerli bir figür olan Çiftçi-Sen Yönetim Kurulu Üyesi Berin Ertürk ve 6 Şubat Depremleri’nin yaralarını kadınlardan aldığı güçle sarmaya çalışan Defne Kadın Kooperatifi Başkanı Nesrin Burç Deli ile tarımda kadın emeğinin önemi ve bu emeğin günümüzde hâlâ görünür olmaması ve yok sayılması konularında görüştük.

Ayrıca tarımsal üretimin görünmeyen aktörleri olmaktan dert yanan kadın çiftçilerle konuştuk. Tarım alanında pozitif ayrımcılık” taleplerini ileten çiftçi kadınlar, “Dünyanın dengesi bozuluyor. Biz toprak için, su için dayanışmadan yanayız. Bu bilinçle; toprağımıza, ağacımıza, kuşumuza, suyumuza sahip çıkıyoruz. Yoksa ne tarım yapacak toprağımız ne ağacımız ne suyumuz ne hayvanlarımız ne de biz kalacağız. Kadın emeği yok sayılmasın.” dedi. 

O BİÇERDÖVER SİVAS’A GİTTİ Mİ?

Haberimizde ayrıca Sivas’ta çiftçilik yapan Keziban Bulur’a, 2022 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilen biçerdöver sözünün izini sürdük. Erdoğan’ın dönemin Tarım Bakanı Vahit Kirişçi’ye verdiği biçerdöver talimatının yerine getirilip getirilmediğini öğrendik.

ÇİFTÇİ-SEN: KADINLAR KENDİ TOPRAKLARINDA IRGAT HÂLİNE GETİRİLDİ

Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Yönetim Kurulu Üyesi Berin Ertürk, kadın ve toprak, tarımda kadın emeğinin önemi konularında sorularımızı yanıtladı. Ertürk, “Tarım aslında kadın işidir. Geleneksel aile işletmelerinde nereye, ne kadar, ne ekileceğine karar veren, yani üretimi planlayan, yetiştirdiğinin tohumunu alan ve saklayan, yani sürdürülebilirliği sağlayan genellikle kadındı. Öncelikle ailenin gıda ihtiyacını karşılamaya, fazlasını pazarda değerlendirmeye dayalı bu yapı içinde kadının saygın bir rolü vardı. Tarımda endüstriyelleşmenin getirdiği yapısal değişim, pazar için üretimi, buna bağlı olarak monokültürü getirdi. Üretim kararları ‘piyasalar’ tarafından belirlenmeye başladı. Orta ve büyük işletmelerin endüstriyel tarıma dönmesi belki bir anlamda açıklanabilir. Ancak küçük çiftçilerin de bu döngüye kapılmış olmaları bunun devlet politikaları tarafından desteklenmesinin, hâkim kültür hâline getirilmiş olmasının sonucu.” dedi. 

Tarımdaki değişim ile kadınların kendi topraklarında “ırgat” hâline geldiğini söyleyen Ertürk, “Köyün çok yaşlı kadınları ile eski günleri konuşmak keyif verici, sandıklarından eski tohumlar çıkıyor, eski bilgiler hatırlanıyor, hatta pek çoğu hâlâ güçleri yettiği kadar ev bahçelerinde bir şeyler yetiştirmeye çalışıyorlar. Bugün orta yaşın üstünde olan pek çok kadın ise “tarla günlerini” hiç hoş hatırlamıyor. Ne kadar yorulduklarını, yıprandıklarını dinliyorsunuz. Bunun en çarpıcı sonucu ise, kızlarını topraktan uzak tutmuş olmaları.” diye konuştu.

Günümüz Türkiye’sinde ve dünyada da çiftçi nüfusunun çok yaşlanmış olmasının ciddi bir sorun olarak göründüğüne dikkat çeken Berin Ertürk son olarak şunları vurguladı: “Bunun ekonomik nedenleri malum. Ancak bence esas önemli unsur çiftçiliğin özellikle kadınların çiftçiliğinin saygınlığını yitirmiş olması.”

DEFNE KADIN KOOPERATİFİ: POZİTİF AYRIMCILIK İSTİYORUZ!

Nesrin Burç Deli, tarımda kadın emeğinin görünmediğini, görülmek istenmediğini ifade ederek 2014 yılında kurulan kooperatifi, 6 Şubat Depremleri sonrası nasıl yeniden ayağa kaldırdıklarından ve tarım alanında kadının emeğinin görünür olmadığından bahsetti.

 Deli, “Gün geçtikçe şartlar daha da iyileşeceğine zorlaşıyor. Biz sadece ortaklarımızla iş yürütmüyoruz. Deprem sürecinde yaklaşık 1500 çiftçiyle işbirliği yaptık. Onlara bir pazarlama alanı oluşturduk. Bir köprü vazifesi gördük. Bu kurduğumuz köprüde tabii ki gönüllüler, sivil toplum destekleri de var. Yaklaşık 10 bin depremzedeye de ulaştık. Dünyayı besleyen küçük ve orta ölçekli aile çiftçiliğinin farkına varılmalı ve bu üreticilere sahip çıkılmalıdır. Aile çiftçiliğinin bitmesi demek dünyadaki gıdanın da bitmesi demektir. Deprem sürecinde daha çok fark ettik ki kadınlar olmasaydı bir gıdım ilerleyemezdik. Gerçekten kadınlar inanılmaz bir emek ve çaba sarf etti. Birlikte bir dayanışmamız vardı. Bir tane erkeği yanımızda göremedik. Hep kadınlarla birlikte ilerledik. Kadınlar tarlada, kooperatifte çalıştı: Tır indirdiler, dağıtım yaptılar.” dedi. 

TARLADA ÇALIŞAN KADINA DESTEK DE GÜVENCE DE YOK!

Tarlada çalışan mevsimlik tarım işçisi kadınların, tarım alanlarında kamu güvencesinden yoksun bırakılmaları konusunu eleştiren Nesrin Deli şunları söyledi: “O kadınların başlarında, o tarlalara götüren birileri var. Kişi başına para alıyorlar ama kadınların hiçbir sağlık güvencesi yok. Ve o kadınlar tarlada çalışıp, çıkıp evlerine gidiyor. Evine gittikten sonra da çoluğuna çocuğuna bakıyor, evinin işini yapıyor. Evdeki adama hizmet ediyor ve her gün sabahın köründe tekrar kalkıp aynı döngüyle tekrar işe gidiyor. Kadının tarım alanındaki emeği, yok hükmünde! Görünmüyor. Kendi tarlasında çalışan kadınlar da ücretsiz ve güvencesizler. Oradan çıkıp evde çalışıyor. Birçok adam -biraz tabiri ağır olacak- aylak aylak gezerken kadın hem tarladaki işi ücretsiz yapıyor hem gelip evde aynı şekilde çalışıyor. Ve oradan elde edilen gelirin hepsi erkeğin cebine giriyor.”

Deli sözlerine şöyle devam etti: “Daha çok kooperatifler üzerinden destekler ve pazar kurulmaya çalışılıyor. Hatay Valiliği burada bir alan açtı. Ama onun dışında ben henüz böyle net, gerçekten şurada şu yapıldı ve çok başarılı oldu diyebileceğim pek bir proje, destek göremedim. Kadınları kooperatiflere dâhil etme süreçlerinde de aksaklıklar var. Depremden sonra çoğu tarım alanında olmak üzere 45 kadın kooperatifi olduk. Hepsi çalışır vaziyette değil. Mesele kooperatif kurulması değil o kooperatiflerin devamlılığının olmasıdır. Devamlılık olmayınca bu da kadın için hayal kırıklığına neden oluyor. Sürekli kooperatif kurmak yerine girişim ortaklığı yapılabilir. Şikayetçi olduğumuz vergilerimiz, masraflarımız, kooperatiflerin masrafları o kadar diz boyu ki yetişmek mümkün değil.”

KADINLAR TARIMI BIRAKMA NOKTASINDA!

Çiftçilik yapan kadınların iş bıraktığını belirten Deli, “Tanıdığım birçok çiftçi kadın işi bıraktı. Kabak lifi eken üreticilerimiz vardı. Arıyorum kabak lifi alacağız. Biz bıraktık diyorlar. ‘100 liraya mal ettiğim kabak lifini 50 liraya satmak zorunda kalıyorum. Çünkü yurt dışından gelen kabak lifleri var’ diyor. Oysa Hatay’da öyle bir alan var ki Türkiye’ye de yeter ihracata da yeter. Ama çiftçi bu anlamda desteklenmeyince ne olacak? Şu an hepsi böyle teker teker tarımı bırakıyor. Kadının tarımdaki emeği konusunda pozitif ayrımcılık istiyoruz. Kadınlar tarım alanında bu kadar çok çalıştıktan sonra hiçbir güvencelerinin olmamasını kabul edemeyiz. Başına bir iş gelse onu koruyacak hiçbir yasa da yok. Kendi tarlasında çalışan kadınlar için durum daha da kötü. Kazancı kadın almıyor. Kadın kendi çocukları için, kendi evi için her zaman kendini feda eden taraf oluyor. Biz kadınlar her alanda bu bedeli ödüyoruz. Biz Defne Kadın Kooperatifi olarak mümkün mertebe kırsaldaki kadınlara hem ekonomik hem sosyal destek vermek için çabalıyoruz. Çiftçi kadınların kamu desteği almasını talep ediyoruz. Turfanda köyümüzde kadın çiftçilerden oluşan bir ekibimiz var. Bu köye küçük bir su barajı yapılsa kadınlar orada ekip biçecekler. Ama su yok. Gübre desteği yok. Fide desteği yok. Sorun çok.”

SİVASLI KADIN ÇİFTÇİ BULUR: “BİÇERDÖVERi HÂLÂ BEKLİYORUZ”

Toprağa İz Bırakan Kadınlar Programı, 18 Ekim 2022 tarihinde düzenlenmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan o toplantıda, Sivas’ın Kızılca Köyü’nde çiftçilik yapan Keziban Bulur’a biçedöver sözü vermişti. Aradan 2 yıla yakın bir süre geçti ama o söz hâlâ tutulmadı. 

Fikir Gazetesi olarak Erdoğan’ın biçerdöver sözü verdiği Keziban Bulur’a ulaştık. Bulur, o tarihten sonra köyüne geldikten sonra biçerdöver sözünün peşinde koştuğunu ama hiçbir geri dönüş alamadığını söyledi. 

Bulur, sadece İl Tarım Müdürlüğü tarafından kendilerine buğday verildiğini belirterek şunları söyledi: “Aile çiftçiliği yapıyoruz. Koyunumuz var, her çeşit ürün yetiştiriyoruz. Buğday ekiyoruz. O tarihten sonra bana 3 çuval buğday gönderdiler. Ben de ektim. Biçerdöver sözü ile ilgili arayan soran olmadı. Ben Tarım Müdürlüğü’nü aradım ama oradan da ses çıkmadı. Biçerdöveri hâlâ istiyorum. O toplantıdan sonra köye geldim. Ben ‘Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanına gittim.’ dedim kimse inanmadı. ‘Biçerdöver gelecek dedim.’ yine kimse inanmadı. Eğer gelirse yalancı çıkmam, mutlu olurum.”

“Köyde engebeli, yokuş araziler var. Bu nedenle biçerciler sorun çıkartıyor. Fazla para alıyorlar” diyen Bulur, “arazinin bir kısmı mesela yokuş onu biçmek için ekstra para istiyorlar. Ama bizim kendi biçerdöverimiz olursa masrafımız azalır. Sadece biçer operatörü getirip biçim yapabiliriz. Çiftçiliği severek yapıyorum. Kadın çiftçilere destek verilmesini istiyoruz. Devletin bizim gibi kadınlara yetişmesi lazım. Hiç destek almıyor değiliz tabii. Koynumuz var, destek veriyor ama kadın çiftçilere özel teşvik destekleri isteriz. Emeğimizin görülmesini istiyoruz.” dedi.

ÖZKURT: “TARIMDA KADIN EMEĞİNİ GELİP YERİNDE GÖRSÜNLER”

Ekolojik tarım yapan Hatay Antakya’dan çiftçi Süheyla Özkurt mevsimlik sebze, meyve, çiçek aşısı, meyve aşıları yapıyor. Avokado ve çok ömürlü kalın kabuklu meyve tarımı yapan, şifalı, tıbbi bitkilerle ilgilenen Özkurt, ürün yetiştirirken hiç kimyasal kullanmadığını belirterek çiftçiliğe nasıl başladığını anlattı: “Hatay Antakya’ya bağlı bir mahalledeyim. Masa başı çalışıyordum. Eşimin geçirdiği bir rahatsızlık sonrası engelli duruma gelmesiyle çiftçilik yapmaya karar verdim.  Kendim de bir karaciğer rahatsızlığı geçirdim. Bu süreçlerde sağlıklı tıbbi bitkilere ilgim arttı. Öylece başladım. Dağlarda yetişen tıbbi bitkilerle de ilgileniyorum. Şu anda ailemin ekonomik sorumluluğu bende. Toprağın sağlık olduğuna inanıyorum. Çiftçiliğe ilk başladığım zaman önce tohum bulma konusunda büyük bir sıkıntım oldu. Çünkü sağlık için tohumun da sağlıklı olması gerekirdi.”

DEPREMDE YIKILAN EVİN DUVARINA GİZLENMİŞ 12 ÇEŞİT TOHUM BULDU

Babasının akrabaları olan çınarlarımız diye tabir ettiği kişilerle görüşerek ata tohumlarına ulaşan Özkurt, kayınvalidesinin köy evinin duvarının içerisine beze sarılı şekilde sakladığı 12 çeşit tohumu bulma hikâyesini anlattı. 

Özkurt, “Kayınvalidem köy evinin tuğlayla örülü duvarına 12 çeşit tohumu bir beze sarıp saklamış. Depremde ev yıkılınca bu tohumları bulduk. 30 yıl önce saklanmış. Bakla, Ayşe kadın fasulyesi, eski kabuklu mercimek, yeşil mercimek, renkli mısır vardı. Şu anda o 12 çeşidin anaları, bebekleri hâlâ bende. Ve ben üretip üretip saklıyorum. Bağış da yaptım. Tarlamda hiçbir şekilde ilaç yok, kimyasal yok. Kendi topladığım bitkilerden de ayrıca böcekler için ilaçlar üreterek böcek mücadelesi yürütüyorum.” dedi.

Tarım alanında kadın üretici olmanın dezavantajlarını sorduğumuz Özkurt şöyle yanıt verdi: “Biz kadınlar sadece kendimiz için değil çocuklarımız, torunlarımız, gelecek nesiller için buradayız. Tarımda kadına pozitif ayrımcılık tanınmasını istiyoruz. Kadınlar bu işi daha titiz yapıyor. Hatay Büyükşehir Belediyesi’nden sera desteği aldım. Ama daha çok destek ihtiyacımız var. Bizi keşfetmeleri, pazarımızı oluşturmaları gerekiyor. Biz ne kadar dirensek de fayda etmiyor. Sebze halinden alınan domates pazarda tezgâha koyuluyor. Organik diye satılıyor. Kadınlar bile bizim gerçekten organik olan ürünlerimizi şekli bozuk diye almıyor. Yani nereye giderseniz gidin doğallığın üstüne basarak ezilmeye çalışılıyoruz. Ne kadar emek verdiğimiz gözlemlenmiyor. Kadın çiftçi olmak çok büyük bir gurur ama emeğimiz yok sayılıyor. Görünür olalım diye çabalıyoruz. Bir kadın isterse her şeye yetişir, yetişiyor da ama emeğinin karşılığını alması gerekir. Ekolojik tarıma destekler artırılmalı. Doğal üretimin peşinde koşuyoruz ama sıfır destekle. İnternet üzerinden ürünlerimi satışa sunuyorum. Kargolardan şu anda çok mağdur durumdayız.”

BEYHAN: “HAYVANIMI ERKEKLERLE AYNI FİYATA SATAMIYORUM!”

Manisa Gördes’in Kalemoğlu Köyü’nden Kader Beyhan da çiftçi bir aileden geliyor. Üniversite eğitimini bitirdikten sonra meslek hayatına atılıyor ancak sonra köyüne geri dönüyor.

Beyhan, “8 yıldır hem tarım hem hayvancılık yapıyorum. İlk olarak küçükbaş hayvancılıkla başladım. Sonra buğday, arpa, yulaf ektim. Bunun yanı sıra meyve ağaçları; ceviz, kiraz üretimimiz de var. Ve yaz aylarında kornişon ekiyoruz. Üniversitedeyken bu işi beraber yapmayı planladığım arkadaşımı Ankara Gar Katliamında kaybettim. Ve bu acı kayıptan sonra hayalimizi gerçekleştirdim. Toprağa bağlı birisiyim. İşe ilk başlarken, Kırsal Kalkınma Ajansı’na gittim. Destek istedim ancak destekten faydalanmam için işi kurup oraya fatura götürmem gerektiği söylendi. Mümkün değildi, yararlanamadım. Ziraat Bankası’na gittim ama tapulu bir yer göstermem gerekiyordu kredi için, o da yoktu. İl ve ilçe tarım müdürlüklerine gittim, oralardan da elim boş döndüm. Ve kendi birikimimle 15 koyun satın alarak bu işe başladım. Şimdi 100 civarı hayvanım var.” dedi. 

8 yıllık çiftçiliği süresinde, bir tek 15 Koyun Bir Koç Projesi’nden faydalandığını söyleyen Kader Beyhan, tarım alanında kadın olmanın zorluklarından bahsetti. Kadın emeğinin yok sayıldığını belirten Beyhan şunları söyledi: “Buğday ve arpa da yetiştirmeye başladım. Annem, ablam ve ben yaşıyoruz. Üç kadın çiftçilikle uğraşıyoruz esasında. Kuzenlerim ve yeğenlerim de destek veriyorlar. Çiftçilikte kadın olmanın dezavantajlarını da gördüm avantajlarını da gördüm. Aslında bakarsanız benim gibi üretici kadınların pozitif ayrımcılığa uğraması gerektiğini düşünüyorum ama tam tersi de oluyor. Bugüne kadar kuzu, koyun satışında köydeki hiçbir erkek üreticiyle aynı fiyata hayvan satmış değilim. Daha düşük fiyattan sattım hep. Onun dışında işimiz kuvvet gerektiren bir iş, bu noktada da zorlandığım oluyor. O noktada da destek alıyorum. Bizim köyde kadınlar çok çalışır. Ablam tarlayı sürer, traktör kullanır, araba kullanır. 15 koyunla başladığım işi başarıyla yapıyor olmam nedeniyle İlçe Tarım Müdürlüğünden, veterinerlerden övgü aldım ama işini hakkıyla yapan kadın çiftçilere destek istiyoruz. Hibe olarak ve faizsiz kredi şeklinde desteklere ihtiyacımız var. Kadınlar bu işi daha güzel yapıyor. Tarım ve hayvancılık günümüzde can çekişiyor. Yerel yönetimlerden de tarımdaki kadına destek talebimiz var. Manisa’da kooperatifçiliğin geçmişi çok kötü ve kimsenin birbirine güveni kalmamış. Bizim ürettiğimiz nedense çok ucuz. Dışarıdan aldığımız her kalem çok pahalı. Fiyatlar hububatta bu sene çok düşük. Hayvanım olmasa buğday ekmek hiç akıl kârı değil.”  

YOĞUN: “TOPRAĞI KADINA DEVRETMEZLERDİ, BU TABUYU YIKTIM”

Hatay Samandağ’dan Şiraz Yoğun dededen toruna çiftçi olan bir ailenin kızı. Bir kadın olarak kuşaktan kuşağa geçişte ataerkil sistem üzerinden ilerleyen çiftçiliğe dâhil olmuş. Yoğun şunları söyledi: “Bizde genelde toprağı erkek çocuğa devrederlerdi. Kız çocuğu yapamaz diye devretmezlerdi. Ama ben bu tabuyu yıktığımı düşünüyorum. Küçüklüğümden beri tarımın içinde olmam nedeniyle şimdi buradayım. Ne yetiştiriliyorsa hasat etmeyi çok severdim. Pandemi sürecinde köye dönmek ve bağ, bahçede olmak hem bir terapiydi hem de çiftçilik genlerimi harekete geçirdi. Ağaca çıkmak, ağacı budamak, ağaçla zaman geçirmek. O toprakla bütünleştim. Narenciye üzerine bir üretim gerçekleştiriyoruz. Ama bahçemizi çeşitlendirdik.”

Kadın çiftçi olarak sektörde kabul görme noktasında zorlandıklarının altını çizen Yoğun şöyle devam etti: “Bir de teknik olarak ağır iş gücü gerektiren bir alan olduğu için zorluklar yaşıyoruz. İşçilerin maliyeti de çok arttı. Sadece kendi başına yapsan da yetişemiyorsun. Ürünün hasadıydı, budanmasıydı, toprağın eşelenmesi, çıkan otların ayıklanması. Yani iş gücünde çok zorlanıyoruz. Deprem sürecinde gönüllü arkadaşlar bu şekilde gelip yardımlaştılar bizlerle. Tüm çiftçilerimize katkı sağladılar. Ürünlerini topladılar. Bahçeyi temizlediler. Dünyanın dengesi bozuluyor. Sıcaklarda yanıyoruz, kavruluyoruz. Suyun kullanımı kadar, yani bir ağacın gölgesi de artık çok kıymetli. Sadece bizim için de değil hayvanlar için bile o kadar önemli ki. İşte orman yangınları her yerde ve kamu bu konuda önleyici tedbirler almalı. Biz doğayla, ağaçla biriz. O ağaç hastalandığı zaman, kirlendiği zaman aslında sen de kirleniyorsun. Sen de zehirleniyorsun. Devletten medet umamadığımız bir dönemdeyiz ve ben artık kendi insanımızla birlik, beraberlik bilinciyle toprağımıza sahip çıkmanın, ağacımıza, kuşumuza, suyumuza sahip çıkmanın önemine inanıyorum. Yoksa ne tarım yapacak toprağımız kalacak, ne ağacımız, ne de suyumuz kalacak”.

Son olarak kadın çiftçilere ve genel olarak tarıma verilen desteklere ilişkin konuşan Şiraz Yoğun, “Deprem öncesinde de çiftçi, devlet destekli değildi. Babamın hesap kitap işlerini yaptığımda daha net gördüm.” diyerek deneyimini aktaran Yoğun şöyle devam etti: “Verdikleri mazot, gübre desteğinden, zararlı haşerelerden örneğin Akdeniz sineğiyle ilgili verdikleri destekler o kadar komik ki, inanılmaz yetersiz. Devlet katkısı yok yani biz kendi bahçeden elde ettiğimiz gelirle işimizi döndürmeye çalışıyoruz. Pestisit kullanmamak için çaba içerisindeyiz. Ama kullanmayınca da meyveyi, sebzeyi koruyamıyorsunuz. Devletin bana yol gösterici olması gerekir. Samandağ ilçesindeki tarım müdürlüğü planlama yapıp üreticilere ‘Sen şu kadar ek, bu kadar ek, şunu ek, bunu ek.’ şeklinde yönlendirme yapmalı ama bu dahi yapılmıyor. Çok yalnız bırakılıyoruz. Ziraat mühendisleri bana göre ürünlerin doktorudur ama bu doktorlar nedense bizi pestisit gibi zehirli ilaçlara yönlendiriyorlar.” diyerek önemli değerlendirmeler yaptı.

Hasattan Harmana: Sorunlar ve Çözümler

Kadınların Jinekolojik Sorunları Hâlâ Tabu

Anamurlu Köylüler: Masa Başında “ÇED Gerekli Değil” Demekle Olmaz!