Geçtiğimiz hafta Kayseri’de başlayan ve Konya, Antep, Hatay’da devam eden Suriyeli sığınmacılara/göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar hepimizi tedirgin etti.
Neden tedirgin olduk? Çünkü, hafızamız diri. Bu saldırıların ne boyutlara varabileceğine ilişkin bu ülkenin tarihinde çok örnek var. Cumhuriyet tarihinden itibaren ele alacak olursak, 1928’de Türkiye’deki Rum, Ermeni, Yahudi toplumuna ilişkin “Türkçe konuş” kampanyası, 1940’lardaki varlık vergisi, akabinde 1955 6-7 Eylül pogromu; 70’lerin sonlarına doğru Maraş ve Çorum katliamları; 90’larda Madımak ve Gazi katliamları ortak hafızamızda. Hafızamız, egemen bir kesimin “azınlıklar” üstünde kurduğu inkârcı ve asimilasyoncu politikaların topluma yansıması sonucu oluşan katliamları unutmuyor!
Peki insanlar nasıl oluyor da bir anda pimi çekilmiş bomba gibi “azınlık” gördüğü kesimin üstüne vahşice saldırıyor? Her şey durup dururken mi oluyor? Yoksa birilerinin yönlendirmesiyle mi gerçekleşiyor? Sorulacak soru çok. Ancak, burada medyanın toplumsal hafızamızda yer eden bu “olaylara” karşı tutumuna değinmek istiyorum.
***
Türkiye’de uzun yıllardır adım adım Suriyeli sığınmacı-göçmen nefreti körükleniyor (Hatta bu nefreti ileri bir boyuta taşımak isteyenlerin bir siyasi partisi bile mevcut). Öyle ki, Suriyelilerin karıştığı en ufak kriminal olay bile bütün toplumu harekete geçirip bir anda toplumsal bir linçe evirilebiliyor. “Suç bireyseldir” ilkesini unutan avukatlar, siyaseti toplumun belirli bir kesiminin çıkarını korumak için yapan siyasiler, doktorlar, gazeteciler dahil birçok kişi bu linçin peşine takılıp, “Suriyeli” avına çıkıyor.
Burada işin sorumlularından biri olarak medyayı gösterebiliriz. Çünkü medya, attığı manşetler, aldığı “ayrımcı” konuklarla olayın bir tarafı olarak bu linçin büyümesine neden oluyor. Bu “taraflılık” halinin şüphesiz sokağa yansıması da oluyor.
Sosyal medyada ve birçok haber sitesinde “Kayseri’de Suriyeli kişi bir çocuğu taciz etti” haberi yayıldı (Dileriz ki bu iğrenç saldırıyı yapan en ağır cezayı alır). Burada haber Suriyeli olması mı, yoksa çocuğun taciz edilmesi mi? Bu haberler sonrası sokağa çıkanlar, Suriyelilere ait dükkan, ev ve arabaları ateşe vermek istedi. Yolda gördükleri ya da tanıdıkları Suriyelileri darp etti. İçişleri bakanı Ali Yerlikaya, Suriyelilere yönelik linç eylemlerine katıldıkları için 474 kişinin gözaltına alındığı bilgisini paylaştı. Gözaltına alınanların 285’inin ise daha önce “göçmen kaçakçılığı, uyuşturucu, cinsel tacizden” suç kaydı olduğu tespit edildi.
***
Bir başka değerlendirilmesi gereken mesele de mevzubahis Suriyeli sığınmacı/göçmenler olunca televizyon kanallarının konuya ilişkin konuk olarak hemen Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ı çağırması…
Ümit Özdağ, Suriyeli sığınmacı konusunda yıllardır çözüm için ne söylüyor? “Demografik yapımız bozuluyor, bunlar 8-10 tane çocuk yapıyor, sınırlarımızdan kaçak girdiler, sınıra mayın koyalım, bunları geri gönderelim” vs. Ümit Özdağ’ın çözüm olarak sundukları arasında gerçekçi bir şey var mı? Peki medyanın Ümit Özdağ’ın kullandığı dilin ve çözüm olarak öne sürdüğü uygulamaların Nazilerin çözümü olduğundan haberi yok mu? Var. Peki neden Ümit Özdağ ekrana çıkıyor? Çünkü reyting. Ümit Özdağ’ın çözüm olarak sunduğu konuların gerçeklikten uzak olduğunu sunucular, editörler, yayıncılar biliyor ancak meseleye reyting üzerinden baktıkları için Özdağ her gün medyada yer alıyor! Özdağ, CNN Türk, NTV, TRT gibi merkez kanallara değil bizzat “muhalif” olarak adlandırılan kanallara çıkıyor.
Medya, reyting uğruna milyonlarca sığınmacının kaderiyle oynuyor. Yıllar önce Türkiye’de “barış gazeteciliğiyle” alakalı birden fazla seminere katılmıştım. 5N1K ve 1Ç yani “çözümü” merkeze alan bir gazetecilik… Türkiye gibi ülkelerde zor ama imkansız olmayan bir sistemdi. 9 yıl önce biz bunu konuşuyorken geldiğimiz noktada bırakın çözümü, çözümsüzlükten beslenen bir medya mevcut. “10 kişi fazla izlesin memlekete ne oluyorsa olsun” yaklaşımı toplum için hassas olan konularda dahi mevcut. Bunu tersine çevirmek de bizim elimizde.
Cenk Saraçoğlu: “Kapitalizmin Yıkıcılığı Göçmen Sorununu Doğuruyor”
Ercüment Akdeniz: “Yerli ve Göçmen Yoksulların Talepleri Birleşmeli”