Prof. Dr. Murat Necip Arman, Türkiye ile Suriye arasındaki normalleşme her ne kadar Türk siyasetinde doğrudan Suriyeli sığınmacılar meselesine bir çözüm bulma boyutuyla tartışılıyorsa da asıl meselenin PYD/YPG ile mücadele için Esad yönetiminden destek almak olduğunu söylüyor.
Türkiye ile Suriye arasında ilişkilerin normalleştirilmesi için taraflardan sıcak mesajlar geliyor. Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş ile bozulan Türkiye-Suriye ilişkilerini normalleştirmek için 2022 yılı sonlarından itibaren yeniden bir görüşme trafiğinin olduğu biliniyor. Ancak her iki tarafın da kırmızı çizgileri ile bugüne kadar yol alınmış değil.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, daha önce yaptığı açıklamalarda Erdoğan ile görüşme için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’den çekilmesini ve silahlı gruplara verilen desteğin kesilmesini şart koşmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bölgedeki “terör tehdidi” bertaraf edilmedikçe çekilmenin olmayacağını açıklamıştı.
Prof. Dr. Murat Necip Arman, Türkiye ile Suriye arasındaki normalleşme her ne kadar Türk siyasetinde doğrudan Suriyeli sığınmacılar meselesine bir çözüm bulma boyutuyla tartışılıyorsa da asıl meselenin PYD/YPG ile mücadele için Esad yönetiminden destek almak olduğunu söylüyor.
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Necip Arman ile Türkiye-Suriye normalleşme adımlarını, Türkiye-Mısır ilişkilerini ve İran’da reformcu aday Mesud Pezeşkinyan’ın seçilmesinin ardından Türkiye-İran ilişkilerini konuştuk.
“ERDOĞAN ESAD YÖNETİMİNDEN DESTEK ALMAK İSTİYOR”
Türkiye ile Suriye arasında ilişkilerin normalleştirilmesi için taraflardan sıcak mesajlar geliyor ve Türkiye Esad’ı davet etmeye hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye-Suriye ilişkilerini geçmişte olduğu gibi aynı noktaya getirelim istiyoruz. Davetimiz her an olabilir” diyor. Siz bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünü ile bugünü ile Suriye meselesi nedir?
Sorunun sonundan başlamak isterim. Ben Suriye sorununu üç ayrı aşamada değerlendiriyorum. Birinci aşama 2011 yılında Suriye’de bir iç savaşın başlamasından 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya’ya ait Suhoy Su-24 tipi uçağın sınır ihlali yapmasından dolayı düşürülmesine kadar geçen süre. İkinci aşama 30 Aralık 2016 tarihinde başlayan ve Rusya, İran ve Türkiye’nin sorunun çözümüne ilişkin bir inisiyatif olarak başlatılmış Astana ve Soçi süreçleri. Son olarak Türkiye’nin PYD/YPG terör örgütünün Suriye’nin kuzeyindeki varlığına karşı Türkiye’nin sınırlarını korumak ve bölgeyi güvenli hale getirmek için yapılan Fırat Kalkanı Harekâtı ile başlayıp, İdlib, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatları ile devam eden süreç. Bu üç süreçte de Suriye meselesi başka bir boyutu ile Türk dış politikasının ajandasına girmiştir. Birinci aşama Esad rejimini ortadan kaldırmak ve Suriye’de yeni bir rejimin ihdasına fikrine dayalı Avro-Atlantik politikasına tam destek dönemidir. Bu süreçte Türkiye’nin başta Eğit-Donat olmak üzere izlediği politika Avro-Atlantik politikalarla tam uyumlu hâlde devam etti. İkinci aşamada ise Türkiye, bu uyumluluktan farklı olarak bölgedeki diğer iki büyük güç olan Rusya ve İran ile hareket etmeye başladı ve savaşı sona erdirmek için önemli bir diplomatik çaba sarf etti. Üçüncü aşamada ise zaman zaman ABD, zaman zamansa Rusya ile karşı karşıya gelme pahasına sınırlarının hemen yanı başında defakto bir Kürt devletinin doğmasına, ya da hâlihazırda ABD ile iş birliği halinde belli bir bölgeyi kontrol eden PYD/YPG terör örgütünün Fırat’ın batısına geçmesini engellemeye yönelik bir politika ortaya çıkmıştır. Meseleyi bu şekilde tasnif edersek farklı dönemlerde farklı politikaların uygulanıyor olmasını daha net anlayabiliriz.
Hâlihazırda bu üçüncü süreci yaşıyor olmamızdan hareketle Suriye rejimi ile temas kurmaya yönelik bir inisiyatifin ortaya çıkmış olması da gayet mantıklı. Her ne kadar bu inisiyatif Türk siyasetinde doğrudan Suriyeli sığınmacılar meselesine bir çözüm bulma boyutuyla tartışılıyorsa da aslında bu boyutun tali bir boyut olduğu; asıl meselenin PYD/YPG terör örgütünü ile mücadele için Esad yönetiminden destek almak olduğunu düşünüyorum. Ancak elbette bu konuda pek çok zorluk var. Bölgedeki paramiliter grupların kendi ajandaları, kamuoylarının bu görüşmeye nasıl ikna edileceği, Rusya ve ABD arasında kurulmaya çalışan hassas dengenin bu görüşmeye karşı nasıl bir refleks vereceği gibi konular, bu görüşmenin kısa bir sürede gerçekleştirmesini zorlaştırıyor. Türkiye ile Suriye arasında istihbarat kurumları arasında uzunca bir zamandır temaslar gerçekleştirildiğini biliyoruz, ya da en azından tahmin ediyoruz. Bu görüşme zaman içinde -yukarıda örneklerini verdiğim diğer faktörlerin de görüşmeleri engelleyecek ve göz ardı edilemeyecek bir etkisi ortaya çıkmazsa- kolaylaştırıcılar, bazı uluslararası örgüt toplantılarının bir diplomatik araç olarak kullanılması, güven arttırıcı bazı girişimler gibi inisiyatiflerle evrilebilir ve liderler arasında karşılıklı görüşme noktasına varılabilir. Ama yine de bütün bu faktörlerin tutumları hakkında tam bir fikir birliği olmadan, şu aşamada çok mümkün görünmüyor.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, daha önce yaptığı açıklamalarda Erdoğan ile görüşme için TSK’nın Suriye’den çekilmesini ve silahlı gruplara verilen desteğin kesilmesini şart koşmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bölgedeki “terör tehdidi” bertaraf edilmedikçe çekilmenin olmayacağını açıklamıştı. Her iki tarafında açıkladıkları bu kırmızıçizgileri konusunda bir gelişme olabilir mi?
Elbette ki taraflar bir görüşme trafiği başlatmadan önce maksimalist taleplerle pozisyon alacaktır. TSK’nın Suriye’den çekilmesi PYD/YPG terör örgütünün faaliyetleri devam ederken mümkün değildir. Suriye’de savaşın bitmesi ya da sığınmacıların dönmesi gibi konularda bir gelişme ile Türkiye’nin beka meselesi arasında bir tercih yapılmak zorunda kalındığında elbette Türkiye bekayı tercih edecektir. Ben Esad yönetiminin bu talebi sadece başka talepleri kabul edebilmek için bir pazarlık unsuru olarak ifade ettiği kanaatindeyim. Suriye’de gelecekte bir çatışma çözümleme süreci elbette başlayacak. Bu süreçte sınırların tamamında egemenliği tam olarak kullanmak ancak ilerleyen süreçlerin konusu olabilir. Elbette gelecekte bu işin barış için anlaşmalar, devlet inşası, toplumsal sözleşmenin yeniden dizayn edilmesi ve ulus inşası gibi aşamaları da olacaktır. Ancak Suriye henüz bu noktadan çok uzak.
“EN ZOR OLDUĞU KONULARDAN BİRİ SMO”
Türkiye ile Suriye arasındaki olası bir normalleşme durumunda Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olarak bilinen Suriye Milli Ordusu (SMO) ile İdlib’teki cihatçı silahlı grupların geleceği ne olacak?
Belki de üzerinde bir uzlaşma oluşmasının en zor olduğu konulardan biri SMO’nun ve İdlib’teki grupların gelecekteki pozisyonu olacak. 29 Temmuz 2011 tarihinde, Riyad El Esad önderliğinde kurulan “Özgür Suriye Ordusu” farklı isim ve farklı ittifaklarla bugüne kadar geldi. Bugün SMO olarak bilinen paramiliterlerin 80.000 ile 100.000 arasında kişiden oluştuğu tahmin ediliyor. Bunun yanı sıra pek çok farklı gruplara bağlı ama HTŞ çoğunlukta olmak üzere İdlib’de 30 bin silahlı kişinin olduğu tahmin ediliyor. Bu iki grubun gelecekte ne olacağı konusu sadece Türkiye-Suriye görüşmeleri ile bir çözüme kavuşturulamaz. Bu konunun çözümü içinde ABD ve Rusya’nın da fikir birliği içinde oldukları çok taraflı bir BM girişimi ile mümkün olabilir. Ben bu aşamada bu konunun masada olacağını tahmin etmiyorum. Türkiye-Suriye yönetimleri arasında olası bir diyalog süreci en fazla böyle bir uluslararası girişimin ortaya çıkmasına olumlu katkı sunar. Daha ötesini ummak fazla iyimser bir beklenti olacaktır.
Türkiye ve Suriye’den gelen son normalleşme açıklamalarının ardından SMO kontrolündeki bazı bölgelerde geçen hafta protesto olayları yaşandı ve Türkiye’den giden tırlara ve Türkiye’nin kontrol noktalarına saldırılar düzenlendi. Bunlar ve İdlib’teki cihatçı gruplar Türkiye için, Türkiye içleri dahil gelecekte bir tehdit oluşturur mu?
Kayseri’de başlayıp başka illere de sirayet eden sığınmacı karşıtı ve zaman zaman şiddete varan olaylar ile SMO kontrolündeki bazı bölgelerde yaşanan protestolar arasında elbette bir bağlantı kurulabilir. Bu protestoların organize biçemde ve çeşitli istihbarat örgütlerince kışkırtılarak çıktığı mı yoksa tamamen spontane olarak mı, biri diğerinin bir nedeni olarak gerçekleştiğini bilebilmek mümkün değil. Ben küresel siyasete bakarken komplo teorilerine başvurmayı ya da her şeyi dışarıdan organize edilmiş olaylar olarak görmek eğiliminde değilim. Keza Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu ağır ekonomik kriz ve göçmen karşıtlığının bir siyasi nemalanma enstrümanına dönüşmesi gibi pek çok faktörü bir araya getirdiğimizde, her iki tarafta da toplumsal psikoloji bu tip olayların vuku bulması açısından oldukça müsait.
Bu olaylardan bağımsız olarak eğer yakın bir gelecekte Suriye sorununun çözümüne ilişkin bir inisiyatif şimdikinden daha güçlü bir şekilde ortaya çıkarsa, bu gelişmeden rahatsız olacak olan pek çok grup olacaktır. Yıllardır süren savaş, başka savaşlarda da gördüğümüz kendi iç ekonomisini ve içkin güç odaklarını üretti. Bölgede tüm geçimini profesyonel savaşçılıkla sağlayan gruplar var. Ayrıca devlet egemenliği olmadığı için bölge gri ekonomi için de bazı kriminal gruplara nimetler sunuyor. Ayrıca Esad yönetiminin tekrar egemenlik kullanmaya başlaması durumunda yargılanma ya da infaz edilme endişesi yaşayan insanlar da olacaktır. Ve bu gruplar mevcut statükonun değişmemesi için şiddet dahil pek çok yönteme başvurabilirler. Tam da bu nedenle daha önce Batı Bakanlar (Bosna Hersek, Kosova veya Makedonya’da) ya da Kolombiya’da gördüğümüz gibi çok taraflı ve geniş kapsamlı bir çatışma çözümleme modeli uygulanmadan bölgede pozitif barışın tesisi mümkün değil.
“TÜRKİYE’NİN BİRİNCİ ÖNCELİĞİ PYD/YPG”
Suriye’nin kuzeyinde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolündeki bölgede Türkiye’nin PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG-PYD’nin yönetiminde ABD desteğiyle özerk bir yönetim kurulmak isteniyor. Rusya’nın da bu oluşuma karşı çıkmadığı biliniyor. Erdoğan ile Esad uzlaşırsa bu bölgenin geleceği ne olur?
Daha öne de vurgulamaya çalıştığım gibi zaten masaya oturmak için Türkiye’nin birinci önceliği PYD/YPG terör örgütüne karşı Suriye’yi bir müttefik olarak görmek olacaktır. Suriye yönetimi de Türkiye’nin bu önceliği bildiği için diğer konularda olabildiği kadar çok çıkar elde edip masaya oturmak istediğinde olacaktır. Eğer masayı kurulmuş görürsek, bu faaliyetlerin engellenmesi konusunda iki tarafın fikir birliğinde oldukları kanaatine varabiliriz. Buradaki bir diğer önemli nokta da ABD’de yıl sonunda gerçekleşecek başkanlık seçimi sonrası Türkiye-ABD ilişkilerinin nasıl bir dönüşeceği. Eğer Cumhuriyetçiler kazanırsa, ABD’nin PYD/YPG terör örgütüne desteği konusunda bir değişiklik bekleyebiliriz. Demokratların kazanması durumunda da zaten bu masanın kurulabilmesi daha da zorlaşacaktır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, geçtiğimiz şubat ayında Kahire’de görüştüler. Sisi, bu görüşmeye yanıt olarak Nisan ayında Türkiye’ye gelecekti ama bu ziyaret gerçekleşmedi. Mısır ile normalleşmede bir sorun mu var?
Liderler, kendi kimlik algıları ve ülkenin ulusal çıkarları arasında bir denge kurmakta zaman zaman zorlanabilirler. Bu durum, liderlerin dış politika kararlarını verirken içsel bir çatışma yaşamalarına yol açabilir. Sonuç olarak, karar verme süreçleri daha karmaşık ve tutarsız hale gelebilir. Mısır’daki darbeden sonra, iki devlet arasındaki ilişkilerde buna benzer bir rol çatışmasının en belirgin faktör olduğu kanaatindeyim. Türkiye bu rol çatışması durumundan sıyrılabilmek için geleneksel partnerleri ile ilişkileri yeniden eskisi gibi tesis etmek konusunda bazı hamleler yaptı. Keza AB adaylığı konusunda da zaman zaman söylemsel düzeyde de olsa yapılan olumlu açıklamalar ya da çeşitli uluslararası toplantılarda Biden ile Erdoğan’ın ikili görüşmeler yapmasına ilişkin yapılan spekülasyonlar hep bu rol çatışmasının aşılabilmesi ile ilgili gelimeler olarak okunabilir. Ancak gözden kaçırılmamalı ki bir devletin rol değiştirmesi uluslararası sistemdeki yerini ve diğer aktörlerle ilişkilerini nasıl etkilediğini vurgular. Türkiye’nin Rusya ile iş birliği Batılı müttefiklerle olan ilişkilerinde gerilimlere yol açarken, Rusya ve İran gibi aktörlerle daha yakın ilişkiler kurmasına olanak tanıdı. Bu faktörler Sisi ile daha yakın ilişki kurmanın ulusal çıkara daha uygun olduğu kanaatiyle Türkiye’nin uluslararası sistemde kabul ettirmeye çalıştığı yeni (2015’ten itibaren anlamında yeni) rolü arasında bir rekabet olduğu ve bunun aşılamadığı izlenimini uyandırıyor.
İran’da reformcu lider Mesud Pezeşkiyan’ın seçilmesi bölge politikalarında bir değişime yol açar mı? Türkiye-İran-Suriye ilişkilerini yönde etkiler?
Mesud Pezeşkiyan’ın etnik kimliği medyada sıkça tartışıldı. Ancak etnisite dışında Pezeşkiyan’ın İran dış politikasında radikal bir değişim sinyali ya da İran ekonomi politiğine ilişkin fikirleri hakkında hiçbir şey okumadık. Etnisite elbette ülkenin siyasetinde önemli bir faktör olan liderin karar verme süreçlerine ilişkin bir veri olarak kabul edilebilir. Ancak bunun ötesinde etnisiteye fazlaca anlamlar yüklemek fazla indirgemeci bir yaklaşım olacaktır. Üstelik İran siyaseti Cumhurbaşkanı’nın kim olduğuna çok da önem vermemizi engelleyecek kadar girift ve sofistike boyutlara sahip. Bu nedenle şu aşamada elimizde bu sorunuza yanıt vermemizi yetecek kadar veri olduğunu düşünmüyorum.
Medya ve Ümit Özdağ El Ele: Suriyelilere Yönelik Linçte Medyanın Sınavı