Futbolda transfer gündemiyle birlikte pek çok önemli gündem var. Avrupa kupalarında ön eleme turları başladı. EURO 2024’ün bitişinin ardından turnuva değerlendirmeleri yapılıyor, transferlere göre şampiyonluk oranları güncelleniyor…
Türkiye’de ise Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) seçimleri ve ardından yaşananlar en önemli gündem maddesi olarak öne çıkıyor. 16 Haziran 2022 tarihinden itibaren iki dönemdir TFF Başkanlığı görevini yürüten Mehmet Büyükekşi yapılan seçimlerde görevini Trabzonspor’un eski başkanlarından İbrahim Hacıosmanoğlu’na devretti.
Seçim öncesinde, bir diğer aday Servet Yardımcı, “Hâlen, seçimi kazanabilmek için yeterli imza sayısı ve destek elimizde olmasına rağmen, TFF başkan adaylığımdan, yedi yıldır devam eden UEFA İcra Kurulu Üyeliği ve UEFA Avrupa Ulusal Federasyonlar Komitesi Başkanlığı görevlerimden çekildiğimi saygılarımla yüce milletimize arz ederim” diyerek adaylıktan çekilmişti.
Yeni başkan İbrahim Hacıosmanoğlu’nun ilk icraatlarından biri yabancı sayısı değişikliği oldu. Yapılan ilk yönetim kurulu toplantısında yabancı futbolcu sayısı on ikinden on dörde çıkartılırken müsabaka isim listesinde 12 yabancı futbolcu yazılabileceği belirtildi. Yapılan ikinci açıklama tartışmalı Merkez Hakem Kurulu’na (MHK) dairdi. MHK’nin yeni başkanı Dr. Ferhat Gündoğdu oldu.
Uluslararası futbol gündemini, TFF seçimlerini, yabancı oyuncu kuralını, tartışmalı hakem atamalarını ve futbolun geleceğini spor yazarı Eren Topuz ile konuştuk.
“İSPANYA ŞAMPİYONLUĞU HAK ETTİ”
EURO 2024 ile başlayalım. Genel olarak bakıldığında nasıl bir turnuvaydı? İspanya, şampiyonluğu hak etti mi?

Avrupa Şampiyonları ve Dünya Kupaları her zaman özel turnuvalar olmuştur. Oyuncuların farklı motivasyonlarla hazırlandığı, birçok hikâye barındıran organizasyonlar bunlar. Örneğin 2022 Dünya Kupası’nda Messi’nin kazanıp kazanamayacağını merak etmemiz ya da EURO 2008’de Türkiye’nin mucize geri dönüşlerle yarı finale kadar ilerlemesi gibi. EURO 2024 de bu anlamda güzel hikâyeler sundu izleyenlere. Mbappé’nin turnuvadan önce EURO’ların Dünya Kupası’ndan daha zor olduğuna yönelik bir açıklaması olmuştu. Aslında zorluk demeyelim ama Avrupa takımlarının taktik disipline daha bağlı ekipler olduğunu söyleyebiliriz.
Takımlar defansif zafiyet yaşamamak için kolay kolay alanlarını boşaltmayı tercih etmiyorlar, bu yüzden bireysel yeteneklerin sahneye çıktığı anları daha az görüyoruz. Çünkü turnuvalarda bir takımın ne kadar ileri gidebileceğini kazanmak değil kaybetmemek belirliyor. Yunanistan’ın 2004’te, Portekiz’in 2016’da, İtalya’nın 2020’de benzer oyun anlayışlarıyla kupaya uzanması da Avrupa Şampiyonaları ile ilgili genel bir fikir veriyor.
Daha az bireysel yetenek, daha düşük tempo, daha az gol ve pozisyon elbette futbolseverler için seyir zevkini düşüren şeyler. EURO 2024’ü diğer turnuvalardan ayıran noktalardan birisi de bu oldu. İngiltere, Fransa gibi takımları saymazsak, turnuvaya katılan takımların birçoğu elinden geldiğince yüksek tempoda oyunlar sergiledi, ilk grup maçlarından itibaren risk almaktan çekinmeden, kendi güçlerini göstermek için oynadılar. Bu da turnuvaya müthiş bir estetik kattı.
Bol pozisyonlu maçlar, son dakika karambolleri, ceza sahası dışından jeneriklik goller, harika kaleci kurtarışları ve Arda Güler, Lamine Yamal, Nico Williams, Wirtz ve Musiala gibi birçok genç yeteneğin sergilediği bireysel performanslar seyir zevkini yükselten ve futbolseverleri tatmin eden şeyler oldular. Bunlar sayesinde EURO 2024’ün futbol tarihinde iz bırakacak turnuvalardan birisi olduğunu söyleyebiliriz.
İspanya’ya gelince, iki kanadında rakiple bire bir oynayabilen, hızlı, hem çizgiye inebilen hem ceza sahasına girebilen, harika iki topçuya sahipler. Turnuva Yamal ve Williams’ın turnuvası oldu dersek abartmış olmayız. Orta sahaları zaten ülke futbolunun en güçlü olduğu bölge. Pas oyunu ve direkt oyun arasında çok iyi bir denge tutturdular. Rakibe göre, oyunun gidişatına göre, dakikaya göre oynayabilecekleri birden çok oyunları var. Bu yüzden ilk maçtan itibaren turnuvanın en iyi takımı onlardı. İtalya, Almanya, Portekiz, Fransa gibi şampiyon takımları yendiler. Elbette sonuna kadar hak edilmiş bir şampiyonluktu İspanyollar için. Henüz genç bir takım olduklarını da düşünürsek önümüzdeki birkaç turnuvanın daha favorilerinden olmaları sürpriz olmayacaktır.
“TÜRKİYE TURNUVADA İKİ TEMEL KRİZ YAŞADI”
EURO 2024 özelinde bir Türkiye değerlendirmesi yapacak olsanız neler söylersiniz? Bozkurt işareti ve ardından yaşananlar takımı etkilemiş olabilir mi?
Türkiye’nin turnuvada neler yapabileceğini kestirmek açıkçası çok kolay değildi. Çünkü turnuva başlayana kadar oynanan hazırlık maçlarında net bir 11 görememiştik. Montella son hazırlık maçına kadar bazı oyuncuları denemeye devam etmişti. Bu da Türkiye’yi analiz etmeyi güçleştiriyordu.
Ama turnuva başlayınca gördük ki Montella, elindeki kadroyla hangi rakibe karşı nasıl bir oyun oynayacağını zihninde hazırlamıştı. Gürcistan karşısında harika gollerle çok etkileyici bir başlangıç yaptı Türkiye. İlk maçta yaşanacak bir puan kaybı çok daha farklı senaryolara yol açabilirdi, Montella ve takımı buna fırsat vermedi. Portekiz’e karşı net bir mağlubiyet alsa da Çekya’ya karşı da yapması gerekeni yaparak son 16’ya yükseldi. Milli Takım bu turda da Avusturya’ya karşı, muhtemelen kimsenin beklemeyeceği seviyede bir futbol ortaya koydu ve turnuvanın dişli takımlarından birini evine erken yolladı. Çeyrek final için de şanslı bir eşleşme yakaladı, Hollanda ile başa baş da bir mücadele ortaya koydu. Ama maçın sonunu doğru oynayamadığı için arka arkaya yediği iki golle elendi.
Elbette yarı finalin kapısını açmışken elenmek eleştirilere neden olur. Ama Türkiye bence başarılı bir turnuva geçirdi. Gürcistan ve Çekyalı gruptan çıkamasaydı başarısız diyebilirdik. Ama son 16’da Avusturya’ya elenseydi de iyi bir turnuva geçirmiş olacaktı. Türkiye’nin en son EURO 2008’de gruptan çıktığı da düşünülürse çeyrek finalin değerinin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Arda Güler, Ferdi Kadıoğlu ve Barış Alper Yılmaz gibi oyuncuların performansları da ekstraydı.
Bozkurt tartışmasının da mutlaka takıma yansıması olmuştur. Turnuva Türkiye için yaklaşık 20 gün sürdü, bu 20 günde 2 büyük kriz yaşadı Milli Takım. İlki grup maçlarında Arda Güler üzerinden yaşanan kaostu, ikincisi de Merih Demiral’ın bozkurtu oldu. Merih bozkurt hareketini hangi motivasyonla yaptı, ne mesaj vermek istedi, kendisine sormak lazım elbette. Ancak bozkurtun bir siyasi görüşle özdeşleşmiş politik bir işaret olduğu bir gerçek. Amacı ne olursa olsun, 2 gol atıp takımını çeyrek finale taşıdığı bir gecede ülkeyi ortadan ikiye bölecek yeni bir gerginlik yaratmasını, istemeyerek de olsa takımın önüne geçmesini ve takımı da böyle bir politik gündemin içine atmasını en basit hâliyle sorumsuzca buluyorum. Hem takım içinde hem ülkede oluşan havayı böyle kolayca riske atmasının pek savunulacak yanı yok.
Takım yönetiminin bu konuda da hakkını vermek gerek. İki krizi de iyi yönettiler, takımı bir şekilde tartışmaların dışında tutmayı ve sahaya konsantre etmeyi başardılar. İçerde nasıl konuşmalar yaşandığını bilemiyoruz tabii ama dışarda koparılan fırtınaların sahaya yansımadığını söyleyebiliriz. Bu da takımın futbol oynamak için nasıl motive olduğunu gösteren yönlerden birisi.
“TFF’YE VE HACIOSMANOĞLU’NA GÜVENSİZLİK VAR”
Biraz Türkiye üzerinden devam edebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Türkiye Futbol Federasyonu’nda (TFF) bir seçim yapıldı. Tartışılan isim Mehmet Büyükekşi başkanlığı kaybederken yeni başkan İbrahim Hacıosmanoğlu oldu. İlk icraat yabancı kuralını değiştirmekti. Yaşananları, seçimi ve yeni ekibi nasıl değerlendiriyorsunuz?
TFF Başkanı uzun yıllardır seçimle iş başına gelmiyordu. Genelde seçimden önce bir aday üzerine birileri karar veriyor, kulüpler de bu karara ikna ediliyordu. Bu sefer birden çok aday görmüş olmamız bu konuda kulüplerin çok adaylı seçim talebinin bir sonucu oldu. Kulüpleri bu iradeyi gösterdikleri için tebrik etmek gerek.
Normal şartlarda Büyükekşi’nin görevinden istifa etmesi için geçtiğimiz sezon yaşanan krizlerden herhangi birinin yeterli olması gerekirdi. Ancak Büyükekşi istifa etmediği gibi görevine devam edebilmek için bir kez daha aday oldu. Milli Takım’ın çeyrek finalini de kendi ismini meşrulaştırmak için kullandı.
Seçimin kırılma noktası Servet Yardımcı’nın çekilmesi oldu tabii ki. Kazanmasına kesin gözüyle bakılan isim, kirli yapılar tarafından kendisine düzenlenen komplolar nedeniyle adaylıktan çekildiğini açıkladı. İsim vermedi, kimseyi işaret etmedi ama bu açıklaması bile seçime gölge düşürmeye yeterliydi.
İki adaylı seçimde Büyükekşi’ye tepki oylarını İbrahim Hacıosmanoğlu topladı ve 5 oy farkla yeni başkan oldu. Önünde zor bir süreç var. Hem TFF’ye hem kendisine farklı sebeplerden ötürü bir güvensizlik var. Ekibinde Mecnun Otyakmaz, Ceyhun Kazancı gibi isimlerin olması çoğulcu bir yapı oluşturulabilmesi için olumlu gözükebilir. Ancak önlerinde yeni krizlere neden olabilecek çok fazla gündem maddesi var. Bozuk düzende sağlıklı bir yönetim sağlayabilecekler mi, yoksa eski tartışmaların içinde yıpranıp boğulacaklar mı, hep beraber göreceğiz.
“TRİBÜN OLAYLARI MASUM KALIYOR…”
Türkiye’de saha içinde yaşanan olaylardan çok, Merkez Hakem Kurulu (MHK), tribünde yaşananlar ve başkaca faktörler konuşuluyor. Oyun sahadan kopuyor mu?
Türkiye’de futbol iklimi özellikle sosyal medyanın etkisiyle son yıllarda çok daha gergin bir hâl aldı. Oyun sahadan koptu demek, ne olursa olsun saha içinde daha iyi şeyler yapmak için çabalayan futbolcusundan teknik direktöründe, sportif direktöründen malzemecisine, birçok insanın emeğine haksızlık olur. Ancak Türkiye’de yeşil sahaların dışında da bir rekabet olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Öyle bir rekabet ki, federasyonun herhangi bir aşamasındaki koltuğa hangi kulübe yakın bir ismin oturacağının, hangi siyasetçilerle kimin daha yakın ilişki kuracağının, sosyal medyada kimin sesinin daha çok çıkacağının yeşil sahadaki başarıyı da etkileyeceği varsayılıyor. Ve bu rekabet son yıllarda öyle kızıştı ki geçen sezon biri 99, biri 102 puan toplayan iki kulübün başkanları, birbirlerini terör örgütü yandaşı olmakla suçlayacak kadar ileri gidebiliyor. Açıkçası tribün olayları, tüm bu alan kapmaca yarışı içerisinde oldukça masum kalıyor.
“YAYIN GELİRLERİ ARTTIKÇA MAÇ SAYISI ARTIRILMAK İSTENİYOR”
Son olarak, biraz dünya eksenine odaklanalım. VAR Sistemi, organizasyonlardaki değişiklikler, kimi kural değişiklikleri ve elbette yatırılan sermaye… Futbolun gidişatına dair neler söylemek istersiniz?
Futbolun teknolojiyle ilişkisi açıkçası biraz çelişkili bir konu. VAR Sistemi sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede oyunun ruhunu öldürdüğü için eleştiriliyor. VAR Sistemi’yle uygulanmaya başlanan ofsayt teknolojisi de komple ofsayt kuralının doğasını tartışmaya açmış durumda.
Diğer yandan yayın konusunda büyük ilerlemeler olduğunu söylemek gerek. Örneğin, La Liga’nın Microsoft ile yaptığı iş birliği, yeni tip bir yayıncılığın da habercisi. Maçı izlemeye devam ederken ekrana yansıtılan grafikler, animasyonlar, istatistikler, tartışmalı pozisyonların tekrar açıları, maçın çok daha iyi kavranmasını sağlayabiliyor. Büyük teknoloji şirketlerinin futbola bu ilgileri de elbette sadece futbolseverlerin daha iyi maç izlemesi için değil.
Dünya futbolunda bugünün en büyük sorunlarının yoğun maç fikstürü ve futbolda sermayenin tekelleşmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Suudi Arabistan kulüplerinin devletten aldıkları destekle Avrupa’nın en iyi oyuncularını absürt bonservis bedelleri ve uçuk kontratlar vererek transfer etmesi birçok yönden futbolseverlere itici geliyor. Ancak Suudi Arabistan’daki seviyelere çıkmasalar da benzer bir durum Avrupa liglerinde de yıllardır var. Örneğin Bundesliga’da en yüksek maaş alan oyuncuların tamamı Bayern Münih’te, Leauge 1’de ise PSG’de oynuyor. Seria A’da Juventus ve Inter’in, La Liga’da ise Real Madrid ve Barcelona’nın ekonomik dominasyonu var. Bu takımlar da oyuncularına yıllık 20 milyonun üzerinde, hatta 30 milyonları aşan maaşlar verebiliyorlar. Böylesi bir haksız rekabette Leicester City’ninki gibi peri masalları dışında adil bir yarış izleme şansımız pek mümkün değil.
Üstelik maç yayınlarından elde edilen gelir öyle seviyelere ulaşmış durumda ki, ne UEFA ve FIFA gibi tepe kuruluşlar ne ülke federasyonları ne de kulüpler akan musluğun karşısında durmayı göze alamıyor. Nasıl yapsak da daha fazla maç oynatsak diye Şampiyonlar Ligi, Avrupa Şampiyonası gibi geleneksel turnuvaların yapısını değiştiriyor, Avrupa Uluslar Ligi gibi yeni organizasyonları fikstüre eklemeye çalışıyorlar. Bir futbolcunun yılda 60’tan fazla maça çıkması kariyeri boyunca sürdürebileceği bir tempo olamaz. Doğal olarak sporcular hem fiziksel sakatlıklarla hem mental yorgunluklarla karşı karşıya kalıyorlar. Üstelik sadece futbolcular da değil, Liverpool’un 9 yıllık teknik direktörü Jurgen Klopp da “Enerjimin sonuna geldim. Şu anda iyiyim ama bu görevi tekrar, tekrar, tekrar yapamam” diyerek kendi isteğiyle görevinden ayrıldı.
Futbolda böylesi makro sorunları çözme yetkisine sahip kurumlar olan UEFA ve FIFA’nın politikalarının da bu konularda yetersiz kaldığını ve hatta bugün futbol sektörünün bu hâle gelmesinde düzenleyici rolleri olduğunu da belirtmek gerek.
