Geçen hafta Bahçeli’nin özel harekat polislerine el öptürmesinin siyasi anlamı, mesajı üzerine tartışırken bunun bir zorunlu gösteri olduğunu söylemiştim. Bu cümleyi söylemiştim demek için yazmıyorum. El öptürme gösterisinden birkaç gün sonra Demirtaş’ın “Bugün cezaevinde konuşuyorum, yarın bakarsınız iktidardan konuşurum” demesi arasındaki bağı kurarak da yazıyorum. İktidarın 2015’te tamamlanan dönemi MHP ile uzatılmıştı nihayetinde. AKP ikinci İstanbul seçimi öncesinde ilk yenilgisini olgunlukla kabul etseydi belki neden sonra yeniden seçilme şansı olacakken MHP ile ortak sürdürülen son on seneden sonra yeniden kazanma ihtimalini dahi yok etti. Ankara’nın dahi ortasında yüzlerce kişi mitinglerde öldürüldü. Zaman öylece geçip gitmedi yani. Fakat yaşanan acılar yaşanmamış gibi olamazdı. Şimdi bu kederli bilgi ve bilinçle yeniden inşa ediliyor her şey. Özel’in belki de “içgüdüsel’’ olarak yaptığı normalleşme siyaseti bu açıdan kritik. Bunu daha etraflı anlatmalıyım tabii ama Bahçeli’nin durumu, olacağı görüp sembolik mesajlar vermesi ile Demirtaş’ın bakarsınız yarın iktidar olarak konuşurum demesi aynı yere gidildiğini gösteriyor. Üzerinde ‘mutabık’ olunan, objektif durum bu. Bahçeli olacak olanı engellemeye çalışıyor, Demirtaş ise olacak olanı anlatıyor.
Erdoğan’ın dışarıda deneyip başaramadığı Mavi Vatan, Mavi Marmara, Libya, Suriye, BAE, SA, Mısır ve Tunus yani tüm bölgeyi etkileme ve yönlendirme politikaları, ülke içinde de baskı dönemi olarak yaşanıp, hakaretlerle yürürken Bahçeli’nin yaptığı son basın toplantısında Erdoğan’a “Bu politikalara devam et” diye hatırlatması biraz da bu yüzden. 154 gazeteci, siyasetçi ve akademisyeni “Bizi eleştiriyorlar!” diye şikayet ve hukuki yolla tehdit edilmesi sinirlerin yıprandığını gösteriyor bu açıdan. Normalde ve genelde zayıf olan, baskı altında olan haliyle hata yaparken, güçlü olanlar yasalara, yargıya, kolluk kuvvetlerine hakim olmanın rahatlığıyla en azından söylemde hata yapmaz ama sinirleri iyice yıpranan güçlüler daha büyük hata yapar hâle gelebiliyor.
Yazının başına döneyim: İktidar olduğunuz hâlde bir tavrı, derdi anlatmak için sembolik olarak yine ve bir kez daha göstermek zorunda kalmak daha önceki yolların, sözlerin, sembolleştirmelerin başarılı olmadığının yani başarısızlığın da göstergesi oluyor. El öptürme sonrası 154 gazeteci, akademisyen, siyasetçinin şikayet edilmesi, hukuki yolla gözdağı verilmesi şikayet edilenlerin değil AKP’nin ne yapacağını gözlemek açısından önemli olmalı. Nihayet onların yazdıkları aşama aşama ortaya çıkan, sunulan kayıtlar, bilgilerle ilgili.
Mevcut durum, politikalar devam etsin istense de halkın öyle ya da böyle yüzde 51 oyu ile olsa da başarılamayan politikalar şimdi iktidardan düşerken, ikinci parti olmuşken nasıl yapılıyor olabilir?
90’ların zulmünden çıkıp gelen ve artık daha da güçlenenler “kent uzlaşısı” ile de CHP’yi yeniden birinci parti yaptı ama o esnada bir şey daha oldu. CHP artık eski CHP değil ve bu sadece Kılıçdaroğlu’nun, Özel’in politikaları ile açıklanamaz. DEM’in de mücadelenin de etkisi ile açıklanabilir. CHP kendi kendine olmadı. AKP de kendi kendine olmamıştı zaten. Bence Bahçeli de böyle gördüğü için müdahale etmek zorunda hissediyor kendi duruşu açısından. Ancak CHP’yi etkilerken onu etkileyenlerin de etkilendiği söylenebilir. DEM de eskiye nazaran daha “farklı” siyaset yürütüyor. Türkiyelileşme siyaseti bunun en önemli tartışmasıydı. O dönem “Türkiyelileşmediniz” diye eleştirilen DEM öncülü HDP kapsayıcı bir dil ile konuşurken onu eleştirenler hakaret, tehdit, dışlayıcı bir dile geçiyordu (hep hayal ettikleri fabrika ayarlarına döndüler aslında) ki kaybetmeleri de biraz da bu yüzdendi. Son ve güncel örnek olarak sokak hayvanları yasası için Erdoğan “Tavizsiz bu yasa Meclis’ten geçecek!” diyorken aslında halkı dinlemediğini güç gösterisinin daha önemli olduğunu anlatıyordu. Oysa halk artık onu dinlemek istemediğini yerel seçimlerde açıkça anlatmıştı. Yerel ve genel seçim dinamiği farklı diyebilirsiniz ama iktidar sıklıkla belediyelerde de AKP’yi seçin ki hizmet alın demişken bu tehdidin bile işe yaramadığı ilan edilmiş oldu diyebilirim ben de. İktidar genel ve yerel seçimi bir görürken yerel seçimi kaybetmesini ben niye ayrı göreyim. Artık siyasi barajların bile anlamsız kalıp bizatihi barajı koyanı zora sokan olduğu bir anda nasıl başarılacak tüm bunlar? Zulüm işe yarasa bugün böyle olmaz, iktidar seçim kaybetmezdi. O halde nasıl olacak?
Ben de dahil kimi kişiler Bahçeli’nin mesajı CHP ve DEM Parti dolayımlı AKP’ye derken bu fikrimi keskinleştirecek sözler ve tavırlar da birikiyor. Perinçek unutulduğu yerden çıkarak konuştu ve gündeme giriverdi. Bazen partileri oyu ile değil “kim adına, ne için” diye düşünerek anlamalıyım. Oyu olan güçlü demek değildir her zaman. Oyu az olan da güçsüz olmayabilir. Darbe hikayeleri de böyle başlıyor bazen. Darbe bu açıdan hiç sevilmeyenlerin “seviyorum” diye yaptığıdır…
AKP’nin bir dönem vekilleri olan Metiner hem de MYK üyesi Miroğlu’nun Perinçek’e hızla cevap vermesi durumu anladıkları kadar kayda geçmeli diye düşündüklerini gösteriyor. Oysuz partinin oysuz başkanı diye geçiştirilecek bir şey değil yani söylenenler. CHP’ye söylenenler yarın herkese söylenebilir bunu herkes biliyor. Bu açıdan bazı kişilerin kendi tarafınızda olmasını, sizi savunmasını dahi istemeyebilirsiniz. Ancak iktidar tarafından zaman zaman çağırıldı Perinçek kimi toplantılara, açılışlara. Pozlar verildi ki onlar da mesajdı. Poz verdiğinizde orada olmayanlara, çağırmadıklarınıza bir mesaj veriyorken çağırdıklarınızla beraber durarak bir mesaj daha vermiş olursunuz elbette.
Siyasi sembollerle yaratılan tartışma zeminindeki mesajları kendi istediği alana sürüklemeye çalıştı Perinçek:
“CHP isterse yüzde 90 oy alsın, iktidar olamaz. Halk bu desteği vermez, ordu da vermez, polis de vermez. Halk oy verse bile son tahlilde ne buna ordu razı olur ne polis razı olur.”
Bu hafta Özel ile Erdoğan Kuzey Kıbrıs’ta ne konuştular diye haberlere düşmesinden devam etmeliyim. Hoş, geçen haftaki Bahçeli’nin el öptürmesi gibi o da hızla geçip gitti ve gündemden düştü ama dönemsel kritik gösterge olmaları açısından ben hala bakıyorum o anlara. Ne konuşulduğunun bir önemi yok bu safhada. Konuşuluyor olmasının önemi var. Tam olarak bu yüzden KKTC Türkiye Büyükelçisi Feyzioğlu’nun da Özel’i görmedim demesi. Bırakın karşılamayı selamlaşmanın bile olmaması için çaba sarfedilmiş. Normalde bir büyükelçinin gözleri Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanını görmek için arar sanırım. Orada olduğunu, KKTC’ye geldiğini bilmiyor olamaz sonuçta. Eh, biliyorsa tercihen görmemiş olur tabii. Onun da normalleşmeye ihtiyacı var demek ki. Fakat onun ‘görmediğini’ ve ona rağmen Erdoğan görmüş, üstelik konuşmuşlar da. Yol göstermişler yani iktidara: Sen de görme!
“31 Mart seçimleri olmamış gibi, CHP kazanmamış gibi devam et!”
Normalleşme söylemi hâlâ çok eleştiriliyor, iktidara yarar mı diye kaygılar ifade ediliyor ama üzerine biraz daha incelikli düşünmeyi hak eder. Sizi saymayan, dikkate almayan birinin iktidar olsa dahi bundan vazgeçmesi onunla değil sizinle ilgilidir. Başka türlüsü izah edilemez kanımca. Değişen duruma bir şekilde ama bazen hızlı bazen usulca değişerek cevap veren bir iktidar karşımızdaki. O değiştiğinde mevcut ilişkilerinde de mecburen bir değişim olur ki o karede Özel, Kurtulmuş, Erdoğan gibi Bahçeli de vardı, görmüşsünüzdür. Görünüz. El öptürme kadar bunu da görünüz ki el öptürme bu görüşmeler, konuşmalar artık daha fazla omasın diyeydi. Günlük yaşamda her zaman en büyük başarıyı farklı fikirdeki eş dostumla aynı masada her gün buluşabilmek, konuşabilmekte bulan birisiyim ben. Fikirlerimiz o an değişmeyebilir ama konuşuyor, selamlaşıyor olmak iktidarın iktidar olma halini altını oyuyor. Sizi yok sayanın var olduğunuzu görüp konuşması pek mühim bir aşama. Ancak o andan sonra tartışabilirsiniz, konuşabilirsiniz çünkü. Muhalifler mecburen konuşma ustasıdır ki derdini anlatsın. İktidar açısından Demirtaş’ı en büyük tehlike olarak görmelerinin nedenini onun meseleyi anlatabilmesi, etkilemesi olduğunu hep düşünmüşümdür.
Normalleşme ve görüşme süreçlerine ilk yol veren MHP’ydi retorik olarak. Ancak bu söylem güçlü partiyim, kaygım, tedirginliğim yoktur ben devletim diye ilan etmek içindi. Bu ilan edildi ama kaygıyı hafifletmediği için olmalı ki polislere el de öptürüldü.
Yakın geçmişte MHP’nin ittifakı bozması çok beklenmişti ama o zamanlarda AKP’nin CHP ile usulen yapılanlar dışında pek görüşmesi yoktu ve MHP ile kabul edilmiş bir ‘’gönüllü mecburiyet’’ ilişkisi vardı. MHP ile “gönüllü mecburiyet” kuran pragmatik AKP CHP ile niye kurmayacakmış! Cumhur İttifakı gibi bir şeyden bahsetmem mümkün değil tabii. Burada CHP açısından halkların “normalleşmeyle” birlikte ‘ülkedeki ‘huzur ortamı ve demokratikleşmeyi CHP inşa ediyor’ diye görmesi yeterlidir. CHP şimdi kazanmış bir parti olarak “normalleşme” ile AKP’ye kapı açarak “siyaset yapma, ortalığı dağıtmadan, sakince çıkış” olanağı tanımış oluyor. AKP seçmenine de böylece sadece bir kelimeyle çok şey söylemiş oluyor. Normalleşme söylemi bu açıdan elbette diğer muhalif partilere dair değil, AKP’ye odaklanmış bir politikanın söylemi. MHP ise AKP’nin HDP ile görüşmesine dahi “Meclis’teki partilerin birbiriyle görüşmesi olağandır” demişken CHP ile görüşmesine mi karşı çıkacaktı. Ve fakat gelişen politik durumu da görmezden gelemezken, görüşemezsiniz de diyemezdi. AKP “normalleşme” politikasına “yumuşama” dese de adını ben koyuyorum diye atak yapsa da sonuçta Özel’in dediği politikaya bir şekilde dahil olmak zorunda kalıyor. Açıkça diz çök ve itaat et diye hayal kuranlar var siyasette biliyorum ama geçmişte de bu hiçbir zaman olmadı, olmasın da. Kişisel hikayeler ayrı tabii ama siyasi olarak durum böyle değil. AKP’nin HDP ile vesilelerle görüşmesi Cumhur İttifakı’nı bozucu etki yaratmazdı ama kazanmış bir CHP ile, birinci olmuş parti ile görüşmek öyle olmaz tabii. Haliyle MHP’nin yavaştan ittifakı bozmaya doğru gittiğini artık düşünebilirim ama AKP’nin acelesi yok bu konuda. Esas durumu değiştirmeyen politikalarda ittifak bozulması mümkün değil zaten. Her iki taraftan birisi ittifakı bozan olmak istemese de yol açıkça yürünemeyecek hale gelirse -ki geliyor- bozan olmak kaybolan prestiji yeniden kazanma, yeniden yola düşmek olarak da görülebilir.
Öyle ya da böyle AKP’nin CHP ile usul usul normalleşmesi daha hızlı ve açık hale gelecek sanırım. MHP’nin bu tavrı AKP’yi daha da çok CHP’ye iter ama sussa da olmuyor. AKP’li bakanların CHP’nin gölge bakanlarıyla görüşmeleri nerdeyse olağan hale gelmek üzere. Tüm bunlara karşın iktidarın kimi eski dil ve söylemleri devam ettirmesi ise muhalefetin değil kendilerinin sinirlerinin yıpranması, alışkanlıklarına dönme çabası olarak görüyorum. Belirleyebiliyor olsalar o kadar bağırıp çağırmazlardı. MHP’nin 15 Temmuz’un yıldönümünde CHP’ye de ağır sözler söylemesi ‘normalleşme’ sürecinden rahatsızlığının bir başka göstergesi bu açıdan: ‘Görüşme demiyorum ama kiminle görüştüğünü biliyor musun, fikrim bu ve beni dikkate almıyor musun’ u içeriyor bu açıklama. Bu açıdan MHP, CHP ile kapıları kapatmaya çalışıyor diyebiliriz ama Erdoğan ile de geçmiş tartışmalarına bakarak Cumhur İttifakı’nın da olmaması gerekirdi. Demek bu da bir kriter değil. Yani sağ da sözün bir anlamı yok. O halde göstergemiz söz değil yapılanlar olmalı. Özel ile Erdoğan fotoğrafı konuşma yani yapma halinin gösterisi. El öptürmeye bir cevap gibi de…
Bahçeli eski dili devam ettirirken 31 Mart sonrası Erdoğan “Eyyy CeHaPe’’ demedi henüz.
Mesajı alınmayan MHP’nin daha büyük ve etkili bir söyleme geçmesi beklenebilir. Bu onlara göre “ufak” bir konuda bile olabilir. Bahçeli’nin sokak hayvanları yasasına dair iktidar gibi düşünmediğini söylemesini böyle anlıyorum. Bu sorunu da atlatabilirler ama AKP genelde MHP’nin son dönem “gösterilerine” sessiz kalırken yeni ‘gösteriler’ gittikçe artıyor bir yandan da.
Sokak hayvanları yasasında muhalefet kendi içinde bir tartışma yaşamazken iktidarın düşük dozda olsa da sorun yaşamasını hiçbir şey olmuyormuş gibi değerlendirmem olası değil. Hiçbir şey olmasaydı bu sözler söylenmez bu pozlar verilmezdi. Söyleneni duymamış gibi yapmak ise mümkün değil. Partiler, duyulsun diye konuşur, görülsün diye poz verir…
Erdoğan’ın örtük olarak CHP’li belediyeleri zora sokacak söylem ve politikalar geliştirmesini ise “e hani normalleşme!” diye değil CHP’yi engellemeye çalışma girişimi ve nafile olarak görüyorum. Başarısız olanın önüne niye engel çıkarılmaya çalışılsın, o zaten başarısızsa eğer. Nafile çünkü daha zor zamanlardan geçip halkın da büyük desteği alınmışken topal ördek olunmamışken şimdi niye olunsun. Erdoğan’ın son belediyeler politikası İktidardan muhalefet durumuna düşmenin göstergesi oluyor böylece.
MHP ile AKP’nin 2015 sonrası ittifakı bir ‘gönüllü zorunluluk’ ise 31 Mart seçimleri ve ‘normalleşme’ politikasıyla birlikte yaşayacakları kaçınılmaz tartışma da bir zorunluluk olacaktır. CHP’nin birinci parti olmasında DEM’in “kent uzlaşısı”nın etkisi muhakkak. “Normalleşme” de “kent uzlaşısı” da bu açıdan birbirini duyma, anlama ve kabul etmeyi içeriyor. Kabul etmeyenler, inkar edenlerse azınlık kalmış görünüyor.
Erdoğan’ın Esad ile yeniden görüşme konuşmaları dahi esas olarak Özel’in açıklamaları ile başladı, unutmayınız ve rica ederim bunu hafife almayınız. Kaldı ki Erdoğan dahi Özel’i hafife almıyorken hafife almak bir muhalife mi düşsün…
Ve ayrıca Demirtaş’ın on yıl önce söylediklerini bugün dahi güncel olarak ‘nasıl da öngörülüymüş’’ diye paylaşıyorsanız Demirtaş’ın mesela on yıl sonrası için bugün söyledikleri neden öngörüsüzlük olsun…