Son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim: Artık eski gezegenimizde yaşamıyoruz. Dünya değişiyor ama bu sosyal değişimin ötesinde, insanlığın toplumsal varlığının sonucu olan küresel bir değişim. Ve dünyanın hiçbir yanı bundan azade değil. İnsanlığın var olmasını sağlayan iklimsel istikrar ve çevre koşulları çok hızlı bir şekilde yok oluyor. Ve bunun sebebi de insanlığın ta kendisi…
Evet doğru, insanlık çok genel bir kavram. Bunun içinde çok zenginler, çok fakirler, elitler, güçlü devletler, açlıktan kırılanlar, diktatörler, yarı ve görece gelişkin demokrasiler, kadınlar ve erkekler, çeşitli cinsel yönelimlere sahip insanlar var. Ama ulusal çapta büyük bir yalan olan “Hepimiz aynı gemideyiz” söylemi, küresel düzeyde ve iklim krizi karşısında bir hayli doğru. Bu değişim, elbette en zayıfları, en fakirleri, karar alma süreçlerinden dışlananları daha çok vuracak ama sonuçlarından hemen hemen hiç kimse tamamıyla kurtulamayacak.
Gezegeninin belki son birkaç yüzyıldır en sıcak günü, 21 Temmuz olarak ölçüldü Avrupa Birliği’ne bağlı Copernicus İklim Değişikliği Servisi tarafından. Ama 21 Temmuz’un rekorunu egale etmek sadece bir gün sürdü. Bilinen en sıcak gün 22 Temmuz oluverdi. 2023 yılı ise, en sıcak yıl olmuştu. Ama 2024’ün bu rekoru kuracağından neredeyse emin tüm uzmanlar….
Yine dümdüz söyleyelim: Bu sıcaklar “normal” sıcaklar değil; bunlar politik sıcaklar. Bugüne kadar alınan ve alınmaya devam eden enerji, kalkınma politikalarının doğal sonucu. Nasıl insanlık dünyanın dört bir yanında, Filistin’de ve Ukrayna’da birbirini boğazlaması doğal değilse, bunlar da doğal değil, insanlığın geleceğini belirleyenlerin aldığı kararların doğal sonuçları…
Ve yöneticiler savaşlardan açlığa, yoksulluktan eşitsizliklere kadar uzanan bütün sorunlara, saçma sapan ulusal çıkarlar at gözlüğüyle bakıyorsa, durmadan çözümsüzlük üretiyorsa; uzun vadede felaketler üretecek kısa vadeli kararlarla idare ediyorsa, iklim krizi ve onun sonuçları konusunda da aynı durumda.
Konu gelip şu soruya dayanıyor: Kim sorumlu? Birçok karmaşık politik konuda olduğu gibi, bu sorunun yanıtı da o kadar kolay değil. Ancak hep en kolay yanıtlara bel bağlıyor; böylece işin içinden sıyrıldığımız zannediyoruz.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve gelişmiş Batı diyebiliriz kestirmeden. Doğru küresel düzeyde yön verici çok uzun zamandır onlar. Fosil yakıtlar konusunda tarihsel sorumlulukları çok yüksek ama gelin bu kestirme yanıtın içine dalalım. Her konuda sınıfsal bakmaya niyetliler bile, ABD deyince duruyor. Halbuki ne iklim değişikliğine neden olan emisyonlara konusunda ne de iklim krizinin sonuçları konusunda ABD diye genel ve bütün bir şey yok. Küresel yoksulluklar konusunda araştırmalar yapan OXFAM’a göre, en zengin yüzde 10’luk ABD nüfusunun emisyonlarının toplamı, toplumun en yoksul yüzde 50’sinin emisyonlarının üzerinde. Bu devasa emisyonların arkasında, kocaman ve çok sayıda evin/malikanenin yapımı ve on yıllarca sürecek enerji harcamaları; özel jetler veya sık sık yapılan uçak seyahatleri; kocaman motorlu otomobillerin yaktığı petrol, dünyanın diğer ucundan gelen gıda ve kıyafetlerin üretim ve lojistik emisyonları gibi birçok unsur var. Bu rakamların içine, onlar için çalışan, onlara hizmet veren insanların emisyonları da dahil değil.
ABD örneği üzerinden ilerleyelim ama bunun aslında Çin veya Avrupa ülkeleri ya da Türkiye veya Mısır için bile geçerli olduğunu unutmayalım (Küresel nüfusun en zengin yüzde 1’i, -ki 77 milyon kişiye denk geliyor- 2019’da küresel tüketim emisyonlarının %16’sından sorumluydu; bu, tüm araba ve karayolu taşımacılığı emisyonlarından daha fazla. En zengin %10, emisyonların yarısını oluşturuyor).
Bildiğiniz gibi, coğrafi olarak ABD’nin özellikle güney eyaletleri, çok daha sık tropikal fırtınaların gerçekleştiği iklim kuşağında yer alıyor. İklim kriziyle sıklıkları ve şiddetleri artan bu kasırgaların (Birkaçının ismini ve yıllarını hatırlatalım, Katrina-2005, Sandy-2012, Irma-2007, Michael-2018, Dorian-2019) can ve mal kayıplarında siyah ve yoksul Amerikalıların zengin beyazlara göre kat be kat üstte olduğunu biliyoruz. Bunun da temel bir sebebi var: Zenginler çok hızlı bir bicinde, daha fırtınalar daha gelmeden güvenli bölgelere toz olmaları. Bunun için gerekli kaynaklara sahipler; evleri fırtınalara daha dayanıklı ve zaten uğradıkları zararı kapatacak kaynaklara sahipler; bunun da ötesinde zaten sigortalı. Ama geride kalan yoksul Amerikalıların, ABD’nin zayıf sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerinin mağduru olmaktan başka seçenekleri yoktu. Yeni bir hayat kurmak için çok az kaynağa sahip olan bu Amerikalılar mı şimdi iklim krizinin sorulusu?
Dolayısıyla olaylara, ülkeler bazında ve apolitik bakmak gerçek fotoğrafı görmemizi engelliyor. Küresel düzeyde, dünyanın her yanında, yoksullar ve orta sınıflar, iklim krizinin en az müsebbibi ve en çok mağduru. İklim krizinin tetiklediği gıda enflasyonu ve enerji fiyatlarındaki artış da hane halkı gelirinin büyük bir kısmını gıdaya ve ısınma-soğutmaya harcayan yoksulları, elbette zenginlerden çok daha güçlü vuruyor. İşte biz buna İklim Adaletsizliği diyoruz…
Sıcaklarla başladık sıcaklarla kapatalım. Önümüzdeki günlerde çok daha güçlü bir sıcaklık dalgasının tüm Akdeniz havzasını ve tabii Türkiye’yi vuracağından neredeyse eminiz. Bu sıcaklık dalgalarının, hamileler, yaşlılar, hastalar ve çocuklar içi ölümcül etkileri olduğunu da ne olarak biliyoruz. Türkiye’de aşırı sıcaklıklara bağlı sağlık sorunlarından hayatını kaybedenlerin istatistikleri tutulmamakla birlikte (bu da çok büyük bir sorun olarak kayda geçmeli; politik sıcakların insan öldürdüğünü unutmamalıyız; aynı hava kirliliğinin “görünmez katil” olarak adlandırıldığını unutmamamız gerektiği gibi), Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Kıdemli Uzmanı Dr. Ümit Şahin ve arkadaşlarının yaptığı iki ayrı araştırma, sıcak dalgalarının İstanbul’da ölümlere yol açtığını ortaya koymuştu. Araştırmada, 2004-2017 arasında İstanbul’da yaşanan 30 sıcak dalgasında 4 bin 281 beklenmedik (fazladan) ölüm saptanmış. Sadece 2010 yaz aylarında, toplam 39 gün süren iki sıcak dalgasında 986 kişi; 2013-2017 arasında yine İstanbul’da yaşanan üç ayrı aşırı sıcak dalgasındaysa, 419 kişi hayatını kaybetti.
Şimdi bu sıcaklara maruz kalan ve klimadan veya klimaların harcadığı enerjiye harcayacak paradan yoksun dolayısıyla bu politik sıcakların neden olacağı ölüm veya ciddi sağlık sorunlarıyla yüz yüze milyonların durumu, politik ve sınıfsal bir mesele olarak ele alınmamalı mı? Böylesi büyük bir sorunu, sorun hâline getirmeyen politik gruplar, kişiler, partiler ve önderler sorunlu değil mi gerçekten?
Son bir bilgi: Konda ve İklim Haber’in 6 yıldır yaptığı araştırmalar, Türkiye halkının iklim krizi konusunda, gelişmiş Batı ülkelerinden bile çok daha farkında ve endişeli olduğunu (iklim krizinin insan aktivitelerinden kaynaklandığını ve bu konuda endişeli-çok endişeli olduğunu söyleyenlerin oranının %70-80 arasında geldiğini söyleyerek özetleyelim) biliyor musunuz? Bu sorunu bu kadar yüksek oranda endişeyle karşılayanların yaşadığı bu ülkede bu politik suskunluk garip değil mi?
İklim Krizini Yoğun Olarak Hissettiğimiz Bugünlerde Nasıl Beslenmeliyiz?
Kavruluyoruz: Gezegenimiz İklim Krizi ve Aşırı Sıcakların Pençesinde