*Michael Roberts’ın “Fixing the climate – it just ain’t profitable” isimli makalesinden çevrilmiştir.
2023 yılında, kayıtlı tarihte ilk defa gezegenin küresel yüzey sıcaklığı 1850-1900 IPCC (1) taban çizgisinin 2,0°C üzerine çıktı. Ayrıca dünya okyanuslarının yüzde 90’ından fazlası sıcak hava dalgası koşullarından etkilendi, buzullar kayıtlara geçen en fazla buz kaybını yaşadı ve Antarktika deniz buzu şimdiye kadar ölçülen en düşük seviyelere geriledi.
Geçtiğimiz ay, küresel sıcaklıkların rekor seviyede olduğu bir yıl olurken Mayıs 2024, tarihteki en sıcak mayıs ayı oldu. NOAA’nın (2) Ulusal Çevresel Bilgi Merkezleri’nden gelen verilere ve bilim insanlarına göre, dünyadaki okyanus sıcaklıkları da üst üste 14. ayda rekor seviyeye ulaştı. NCEI’nin (3) Küresel Yıllık Sıcaklık Sıralaması Görünümü’ne göre, 2024’ün kayıtlardaki en sıcak yıl olma ihtimali yüzde 50, ilk beşte yer alma ihtimali ise yüzde 100 olarak kayıtlara geçti.
Karbondioksit emisyonlarının (küresel ısınma ve iklim değişikliğinin ana nedeni) mevcut eğilimi, dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının bu on yılın sonunda 2015 Paris İklim Konferansı tarafından belirlenen temel hedef sınırının 1,5°C üzerine kolayca çıkabileceğini göstermektedir. Gerçekten de çok daha ciddi adımlar atılmadığı takdirde karbondioksit emisyonları bu yüzyılın ortalarında ya da daha erken bir tarihte taban çizgisinin en az 1,8°C üzerine çıkacaktır. Birleşmiş Milletler (BM) iklim şefi Simon Stiell, gezegenin sanayi çağından bu yana küresel sıcaklıkta 2,7°C gibi “yıkıcı derecede yüksek” bir artışa doğru gittiğini söyledi.
Pek, ne yapılmalı? Bu noktada, karbon emisyonlarını kontrol etmek ve hatta mevcut karbondioksiti yakalayıp atmosferden çıkarmak için önerilen bir dizi teknoloji var. Dahası, son uluslararası iklim konferansı olan COP28’de “iktidar sahiplerinin” yaptığı fosil yakıt üretimini “aşamalı olarak durdurma” ve bunu yerine sözde yenilenebilir enerji kaynaklarını (rüzgâr, güneş, hidro vb.) kullanma çabasına dayalı bir çağrı var. Ve temiz enerji yatırımı artık fosil yakıtların neredeyse iki katı durumunda.
Ama yine de yeterli değil. Fosil yakıt üretimi yeterince hızlı bir şekilde “aşamalı olarak sonlandırılmıyor” ve yenilenebilir enerji kaynakları fosil yakıtların yerini yeterince hızlı bir şekilde almıyor. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı, 2030 yılına kadar küresel çapta her yıl ortalama bin gigawatt yenilenebilir enerji kapasitesi inşa edilmesi gerektiğini öngörüyor. Ancak dünyanın temiz enerji planları (ki bunlar sadece plan) hâlâ bu rakama ulaşmak için gerekenlerin neredeyse üçte biri düzeyinde.
İklim Politikası İnisiyatifi’ne göre (CPI), gerekli yatırım seviyesine ulaşmak için iklim finansmanının 2021-2022’de 1,3 milyon doların biraz altında olan seviyesinden 2030’a kadar küresel olarak yılda yaklaşık 9 milyon dolara çıkması gerekecek.
Bu fon, bir türlü bulunamıyor. Zengin ülkeler, 2022 yılında yoksul ülkelere 100 milyar dolar iklim finansmanı sağlama hedeflerine vadedilenden iki yıl sonra nihayet ulaştılar. Üstelik, son on yılda, yoksul ülkelere yapılan iklimle ilgili transferlerdeki büyümenin çoğunu kamu akışları sağladı. Devlet yardımı veya çok taraflı kalkınma bankası finansmanı 2013 ile 2022 yılları arasında neredeyse iki katına çıkarak toplamda 38 milyar dolardan 83 milyar dolara yükseldi. Ancak OECD’ye göre özel iklim finansmanı 2022’de sadece 21,9 milyar dolar ile “inatçı bir şekilde düşük” kaldı.
Hatta bu kamu finansmanı bile abartılmıştır. Bunun nedeni, paranın bir kısmının mevcut denizaşırı yardım bütçelerinden alınmış olması ve iklim finansmanı olarak sayılanların bir kısmının öncelikle sağlık ve eğitim gibi kalkınma projelerine tahsis edilen ve iklime yalnızca yüzeysel faydaları olan fonları içermesidir. Oxfam’ın İklim Finansmanı Gölge Raporu’na (2023) göre tüm bu meblağlar çıkarıldığında, 83 milyar doların sadece 21-24,5 milyar doları, herhangi bir şarta bağlı olmaksızın saf iklim finansmanı olarak kalmaktadır.
İklim hedefine neden ulaşılamıyor? Neden gerekli finansman sağlanamıyor? Bunun nedeni, yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyet fiyatı değildir. Yenilenebilir enerji fiyatları son birkaç yılda keskin bir düşüş yaşadı. Sorun, hükümetlerin yenilenebilir enerjiye geçişte özel yatırımların öncülük etmesi konusunda ısrarcı olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, özel yatırım, yalnızca yatırımın kârlı olması durumunda gerçekleşir.
Kârlılık, iki açıdan sorundur. Birincisi, dünya genelinde ortalama kârlılık düşük seviyelerde seyretmektedir ve bu nedenle her şeye yapılan yatırım artışı da benzer şekilde yavaşlamaktadır. İkincisi, ironik ve çelişkili bir şekilde, daha düşük yatırım ve GSYİH büyümesi, fosil yakıt enerji kullanımını azaltarak karbon emisyonu genişlemesini yavaşlatacaktır. 2002-2015 döneminde karbon emisyonlarını “zirveye çıkarmayı ve azaltmayı” başaran 18 ülke üzerinde yapılan yakın tarihli bir çalışma, bu sürecin temel itici güçlerinden birinin (emisyonlardaki düşüşün ortalama yüzde 36’sını oluşturan) kısmen “GSYİH’deki yaklaşık yüzde 1’lik düşük büyümeden” kaynaklanan enerji kullanımındaki azalma olduğunu ortaya koymuştur (Le Quéré vd., 2019: 215). GSYİH büyüme oranı sıfıra yaklaştıkça, büyümenin karbon emisyonlarından tamamen ayrıştırılması daha uygulanabilir hale gelmektedir (Schroder ve Storm, 2020).
Ancak öte yandan yenilenebilir enerji fiyatlarının düşük olması bu tür yatırımların kârlılığını da düşürmektedir. Güneş paneli üretimi, güneş enerjisi çiftliklerinin işletmecileri ile ciddi bir kâr sıkıntısı yaşamaktadır. Bu durum, kapitalist yatırımlarda, daha yüksek verimlilik yoluyla maliyetleri düşürmek ile düşen kârlılık nedeniyle yatırımları yavaşlatmak arasındaki temel çelişkiyi ortaya koymaktadır.
Brett Christophers’ın bir başka mükemmel kitabı olan The Price is Wrong – Why capitalism won’t save the planet kitabının ana mesajı budur. Christophers, küresel ısınmanın sınırlandırılmasına yönelik yatırım hedeflerine ulaşılmasının önündeki engelin yenilenebilir enerji ve fosil yakıt enerjisi fiyatları olmadığını savunuyor. Asıl engel karşılaştırmadaki kârlılıktır.
“Yenilenebilir enerji kaynakları söz konusu olduğunda, başlıca karar vericiler enerji şirketleri, diğer geliştiriciler ve özellikle de yatırım sermayesi sağlayıp sağlamama ve bunun maliyetinin ne olacağı konusundaki kararlarıyla güneş ve rüzgâr enerjisi projelerinin devam edip etmeyeceğini belirleyen finans kuruluşlarıdır. Bu nedenle, yenilenebilir enerji geliştiricileri tarafından yatırım teklifleri sunulduğunda bu tür finansörlerin kafasındaki en önemli soru nedir diye sorabiliriz? Soru şudur: Paramı kabul edilebilir bir finansal getiri ile geri alabilecek miyim? Bu sorunun temel cevabı elbette şöyledir: Yalnızca genel olarak projenin kârlı olması durumunda.”
Christophers, İsveç gibi bir ülkede rüzgâr enerjisinin çok ucuza üretilebileceğini gösteriyor. Ancak maliyetlerin çok ucuzlaması aynı zamanda gelir potansiyelini de düşürüyor. Bu çelişki, fosil yakıt şirketlerinin petrol ve doğalgaz üretiminin hızla sonlandırılamayacağı yönündeki iddialarını artırıyor. Wood Mackenzie’nin baş ekonomisti Peter Martin bunu başka bir şekilde açıkladı: “Artan sermaye maliyetinin enerji ve doğal kaynak sektörleri üzerinde derin etkileri var” ve daha yüksek oranlar “yüksek sermaye yoğunluğu ve düşük getirileri nedeniyle yenilenebilir enerji ve nükleer enerjiyi orantısız bir şekilde etkiliyor.”
Christophers’ın da belirttiği gibi, petrol ve gazın kârlılığı genellikle yenilenebilir enerji kaynaklarınınkinden çok daha yüksek olmuştur ve bu durum da 1980’lerde ve 1990’larda petrol ve gaz devlerinin yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik ilk girişimlerini neredeyse başlatır başlatmaz neden belirsiz bir şekilde kapattıklarını açıklamaktadır. “Aynı karşılaştırmalı hesaplama, bu şirketlerin neden bugün temiz enerjiye kaplumbağa hızıyla geçiş yaptığını da açıklıyor.”
Christophers, Shell’in CEO’su Wael Sawan’ın, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha düşük getirilerini şirketi için kabul edilebilir bulup bulmadığına ilişkin bir soruya verdiği yanıtı aktarıyor: “Düşük karbon konusunda, kategorik olarak şunu söylememe izin verin. Girdiğimiz her işte güçlü getiriler elde etmeye çalışacağız. Düşük getiri elde etmeyi haklı çıkaramayız. Hissedarlarımız güçlü getiriler peşinde olduğumuzu görmeyi hak ediyor. Bir işte çift haneli getirileri sağlayamıyorsak o işe devam edip etmemeyi gerçekten sorgulamamız gerekiyor. Kesinlikle, daha düşük ve daha düşük karbon için çalışmaya devam etmek istiyoruz, ancak bunun kârlı olması gerekiyor.”
Bu nedenlerden ötürü, JP Morgan ekonomistleri, dünyanın fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişi konusunda bir “gerçeklik kontrolüne” ihtiyacı olduğu sonucuna varıyor ve net sıfır hedeflerine ulaşmanın “nesiller” alabileceğini söylüyor.
Fosil yakıt devleri de bu noktayı vurguluyor. Petrol üreticisi Chevron’un CEO’su geçtiğimiz ekim ayında Financial Times’a şunları söyledi: “Senaryolar oluşturabilirsiniz, ancak gerçek dünyada yaşıyoruz ve gerçek dünya taleplerini karşılamak için sermaye tahsis etmek zorundayız.” Her beş şirket yöneticisinden dördü “projelerden kabul edilebilir getiri elde etme becerisini enerji sisteminin karbondan arındırılmasının önündeki ana engel” olarak görmektedir. Suudi Aramco’nun CEO’su Amin Nasser, “Petrol ve doğalgazı aşamalı olarak ortadan kaldırma hayalinden vazgeçmeli ve bunun yerine gerçekçi talep varsayımlarını yansıtacak şekilde yatırım yapmalıyız” diyor. ExxonMobil’in üretime yönelik işlerinin başkanı Liam Mallon ise “Bütün gün yeşili ve bütün gün sivil toplum kuruluşlarını tartışabilirsiniz ama gerçekler bunlar. Bence bu mesaj yankı bulmaya başlıyor” dedi.
JP Morgan’ın fosil yakıt projelerinin önde gelen finansörlerinden biri olması şaşırtıcı değildir. JP Morgan, 2021 ve 2022 yıllarında 101 milyar dolarlık fosil yakıt anlaşmasına karşılık 71 milyar dolarlık düşük karbonlu anlaşmanın altına imza attı. JP Morgan Chase, Mizuho ve Bank of America geçen yıl fosil yakıt endüstrisinin en büyük finansörleri olarak gösterilirken, iklim kampanyacıları tarafından hazırlanan bir raporda dünyanın en büyük bankalarının Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana geçen sekiz yılda sektöre toplam 6,9 trilyon dolar sağladıklarını hesapladı.
Christophers şu sonuca varıyor: “Eğer piyasalarda dolaşan özel sermaye, hükümetlerden aldığı ve almakta olduğu tüm desteğe rağmen ve teknoloji maliyetleri bu kadar hızlı düşmüşken bile küresel elektrik üretimini yeterince hızlı bir şekilde karbondan arındıramıyorsa, bu kesinlikle sermayenin bu işi yapmak için tasarlanmadığının mümkün olduğunca açık bir işaretidir.”
Christophers bunun yerine, eğer karbon emisyonlarında hızlı bir düşüş elde edeceksek, “yenilenebilir enerji varlıklarının kapsamlı kamu mülkiyetinin en uygun model olarak göründüğünü” savunuyor. Ayrıca hızlı bir geçiş için fosil yakıt üreticilerinin kamu mülkiyetinde olması gerektiğini de eklemek isterim.
Bu arada, gezegen endişe verici bir hızla ısınmaya devam ediyor…
—-
Çevirenin Dipnotları
(1): Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli
(2): Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi
(3): Ulusal Çevresel Bilgi Merkezleri
*Çeviri: Can Derdiyok