Yoksul Çocukların Ebeveynlerine Öfkesi: Üzgünüz, Size Ulaşamadık

Gabore Mate’in “Dağınık Zihinler” kitabının bazı bölümleri, Ken Loach’ın “Üzgünüz Size Ulaşamadık (Sorry We Missed You)” filmiyle ilişki kurmamı sağlayan bazı çağrışımlar yarattı.

İzlemeyenler için filmin konusu şöyledir: Aile babası olan Ricky, kurye olarak bir firmada işe başlar ve kendini yoğun bir çalışma hayatının içinde bulur. Ricky’nin yoğun çalışma hayatının yanında ailesine karşı da sorumlulukları vardır.  Özellikle ergenlik dönemindeki oğlu Seb, babanın onunla ilgilenmesine ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçmektedir.

Seb’in film boyunca okulu asmak, evde tartışma durumları yaratacak davranışlar sergilemek, hırsızlık yapmak gibi bir dizi davranışını görürüz. Aslında bu davranışların hepsi Seb’in babasıyla ilişki kurabilmesinin bir yöntemidir. Ricky, oğlunun ona ihtiyacının olduğunun farkındadır ancak izin kullandığı takdirde, maaşından ciddi bir kesinti yapılacağı için oğluna zaman ayırabilmenin yollarını bulamamaktadır.

Gabor Mate, Dağınık Zihinler* kitabında DEB’in (Dikkat Eksikliği Bozukluğu) temelinde yatan sebepleri incelemektedir. Kitapta sıralanan etmenlerin bazılarıyla, filmde Seb’in isyanını ortaya çıkaran etmenler benzerlik göstermektedir. Gabor Mate’in, Robert Bly’dan alıntıladığı “ebeveynsizlerin öfkesi” olarak zikrettiği terim bu etmenlerden biridir. Mate, bu terimi açıklarken Bly’ın Kardeş Topluluğu’ndan “1935’te ortalama bir işçinin cumartesi de dahil olmak üzere haftada kırk saat boş zamanı olduğu” cümlesini alıntılar ve devamını kendi cümleleriyle getirir: “Bu süre 1990’da 17 saate düştü. 1935’ten bu yana haftada yirmi üç kayıp boş zaman, babanın bakım veren bir baba olabileceği ve kendi içinde bir merkez bulabileceği; annenin de gerçekten bir kocası olduğunu hissedebileceği saatler”  (Syf. 122).

Seb karakteri, tüm öfkesiyle tam da “ebeveynsizlerin öfkesi”ne sahip olan bir gençtir. Seb, tıpkı diğer çocuklar gibi ebeveyni için değerli ve önemli olduğunu hissetmek isteyen bir çocuktur. Fakat varlığı görülmeye yetmeyen her çocuk gibi görülüp duyulmak için her yolu denemeye hazırdır, sonunda bir yıkım olsa bile. Seb’in yarattığı sorunlar, aslında babaya ulaşmak için çıkardığı isyankar bir sestir. Çünkü Baba Ricky, ancak oğlu ciddi problemler yarattığında (Ricky’nin yöneticisi izin verme konusunda hiç istekli olmasa da) işini bırakıp oğlunun yanına gelebilmektedir. Ergen çocuk öfkeli ve hayal kırıklığına uğramış bakışlarıyla da olsa bir şekilde babasını yanında görebilmektedir. Hatta biraz daha ileri gidecek olursak onu günden güne tüketen işten alıkoyarak belki de babayı kurtarmaya çalışır. 

Gabor Mate, kitapta çocuğun bağlanma ihtiyacının eksik kalmasına neden olan faktörleri incelerken ailenin içinde bulunduğu koşulların duruma olan etkisine değinir. Bunu açıklarken Yahudi olan ailesinin İkinci Dünya Savaşı esnasındaki mevcut koşullarına dair bir anısını paylaşır:

Alman işgalinden iki gün sonra annem çocuk doktorunu aradı. “Gelip Gabi’yi muayene eder misin?” diye rica etti. “Dün sabahtan beri neredeyse hiç durmadan ağlıyor.” “Elbette gelirim” diye yanıtladı doktor, “Ama sana şunu söyleyeyim: Bütün Yahudi bebeklerim ağlıyor.” 

Şimdi, Yahudi bebekler Naziler, İkinci Dünya Savaşı ya da soykırımı hakkında ne biliyorlardı? Bildikleri -daha doğrusu soğurdukları- ebeveynlerinin kaygılarıydı. Bunu annelerinin sütünde içiyor, babalarının sesinde duyuyor, onları kucağına alan gergin kollarda ve vücutlarda hissediyorlardı. Korku soluyor, hüzün yiyorlardı (Syf. 104).

Tıpkı bu satırlarda anlatıldığı gibi Seb de film boyunca babasının edemediği isyana, itiraf edemediği öfkeye dönüşür. Ricky, işinde ne kadar boyun eğerse Seb de sorun çıkarmakta ve öfkeyi yükseltmekte o kadar ileri gider. Ebeveynlerinin yaşam koşullarına dair kaygı ve gerginliğini soğurmaya mecbur kalır. 

Üzgünüz, Size Ulaşamadık; işçi sınıfının, yoksul mahallelerinin çocuklarının yukarıdaki anlatıdan farklı bir hayat deneyimlemediği gerçekliğini zihinlere çağıran bir film olarak düşünülebilir. İşçi sınıfına aidiyetin getirdiği yaşam koşulları bu çocukların hayatlarının bir yaralanma ile başlamasına yol açmaktadır. Tıpkı savaş döneminde olduğu gibi bu mahallelerde de ebeveynlerinin gergin kollarını hisseden, kaygıyı ve korkuyu soluyan, anne sütünden yoksulluğun ve imkânsızlıkların izini alan bebekler dünyaya gelmektedir.

Mate ardından savaş dönemi doğan çocukların sevilip sevilmediğine dair ise şu tespiti yapar:

“Peki sevilmiyorlar mıydı? Herhangi bir yerdeki çocuklardan daha az değildi gördükleri sevgi. Fotoğrafta annemin yüzünde sevgi görülüyorsa da korkusu ve endişesi benim yüzümden okunuyor.”

Ricky ve ailesinin yaşadığı sorunlar için de “Temelinde sevgisizlik var” demek güç olacaktır. Bu ailenin problemlerinin temelini şefkatli bir aile ortamı yaratabilme kaynak ve olanaklarından yoksunluk oluşturmaktadır. Ricky için tıpkı diğer işçi babalar gibi sevgisini verebilmenin tek mümkün yolu uzun çalışma saatleridir. Yoğun çalışma temposu, sevgisini yüzüne yerleşen bir yorgunluk ifadesi olarak vermekten başka bir seçenek yaratamamaktadır. Ricky’nin yüzündeki yorgunluğun sebepleri ise Seb’in yüzünde öfke olarak okunur.

Mate, Dağınık Zihinler’de ebeveynlerinin kendinde açtığı yaraların dönemsel sebeplerini sorgularken “Annemle babamın kusursuz ebeveyn olmalarını engelleyen tek şeyin savaş olduğunu söylemiyorum” (Syf 106) eklemesini de yapmaktadır. Aynı şekilde bu yazının amacı da tüm sorumluluğu koşullara yıkmak değildir, amaç yoksulluğun ve sınıfsal eşitsizliğin yarattığı koşulların çocuk ruhsallığındaki olumsuz etkilerini tartışmaya açmaktır. Yoksul ailelerin psikolojik tahlilini yapmanın pek de para etmediği bir dünyada bu ailelerin ruhsallığını etkileyen ve kader olmayan faktörlerin altını çizebilmektir. 

Ricky, elbette kusursuz bir baba değildir. Filmin son sahnesine dek çocuğuna zaman ayırmanın yollarını arayıp bulamayan biridir. Fakat son kertede çabaları sonuçsuz kalır ve yetersizlik hissini ve öfkesini yanlış yere yöneltir: Oğlu Seb’e. Bu yazı Ricky’nin oğluna uyguladığı şiddeti meşrulaştırmak gibi bir niyeti elbette taşımamaktadır. Fakat içinde yaşadığımız sistemin şiddet döngüsünün devamlılığını sağlayan bir yönü vardır ve bu yön görmezden gelindiğinde aile içi şiddetten sadece bireyi sorumlu tutmak gibi büyük bir hataya düşülecektir.

Türkçe adıyla “Üzgünüz, Size Ulaşamadık” kuryelerin evde bulamadıkları müşterilere kurduğu klasik cümle olarak zihinlerde yer etmiştir. Fakat filmde asıl ulaşılamaz olanın kurye işçisinin kendisi olduğu görülmektedir. Ricky bir baba olarak ulaşılamaz bir yerdedir, bir eş olarak ulaşılamaz bir yerdedir ve hatta öyle ki Ricky kendi için dahi ulaşamadığı bir yerdedir. Çünkü Ricky bir işçidir. Ricky’nin tüm zamanına işi tarafından el koyulmuştur.

Filmin İngilizce adını (Sorry, We Missed You) düşünecek olursak “miss” kelimesinin özlemek anlamını zihnimize çağırmadan geçmek eksikli bir düşünme olacaktır. Bu bağlamda düşünecek olursak bir dağıtımcıdan ibaret olarak görülen bir babanın aile üyeleri içinde “kayıp nesne” olarak deneyimlendiğini de ifade edebiliriz. Baba, bu sistemin içinde ailesi için ancak yokluğuyla var olabilmektedir. Özlenen baba, ulaşılamadıkça öfkeli bir çocuğun sesine dönüşmektedir.

Anaakım psikoloji her ne kadar ebeveynlere sevgi dolu ve şefkatli anne babalar olmayı nasihat etse de yoksul ve emekçi ailelerin sorunları sevgisizliğin ötesinde çocuklarıyla sevgi bağını kuracak koşullardan yoksun olmalarıdır. Bu aileler; çocuklarına sadece maddi imkanlar sunacak kaynaklardan yoksun değillerdir, duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilecek kaynaklardan da yoksundur. Ya da ekonomik kaynaklar yaratma çabası dışında sevgilerini somutlandırma imkanları pek de yoktur. Çocuklarıyla ilgilenecekleri yeterli zamanları yoktur, yeterli enerjileri yoktur; dinlenme saatleri ertesi gün işe gitmek için temel ihtiyaçları karşılama saatleridir. Fakat bu çocukların duygusal ihtiyaçlarına cevap bulamamaları bu ihtiyacı ortadan kaldırmamaktadır. 

Tüm çocukların sevgiye olan talepleri hangi sınıfta dünyaya gelmiş olurlarsa olsunlar eşittir. Fakat bir çocuğun hangi sınıfa ait olduğu duygusal ihtiyaçlarına ulaşabilme noktasında onları eşit kılmamaktadır. Bir çocuğun nasıl bir birey olacağından sadece ebeveynler değil toplumsal düzenin kendisi ve devlet de sorumludur. Fakat devlet ve toplumsal düzen sağlıklı bireyler yaratmak konusunda hiç de istekli görünmemektedir. 

Ruh sağlığı sorunlarının sadece belli bir zümre ya da sınıfın imkanlarına bakılarak çözülmeye çalışıldığı bir dünyada, emekçi mahallelerinde büyüyen çocukların ruhsallıklarının ihmal edildiğini bir ruh sağlığı çalışanı olarak hatırlatma sorumluluğu hissediyorum. Buradaki problemleri görmezden gelerek ilerleyen anaakım psikolojinin yeni yaralar açtığını ifade etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Yoksul mahallelerde yaşayan çocukların duygusal ve ekonomik ihtiyaçları görmezden gelindikçe ebeveynsizlerin öfkesi dinmeyecektir. Bu öfkenin sesi duyulmadıkça toplumsal iyilik halinden de bahsedilemeyecektir. Bu yazı vesilesiyle toplum ruh sağlığının iyileşmesine dair yeni tartışma parantezleri açılabilmesi umuduyla…

*Gabor Mate, Dağınık Zihinler, Hep Kitap, İstanbul, 2022.

Gümüşlük Akademisi Edebiyat Festivali’nden Dönmeye Hiç Niyetimiz Yok!

Zeytin Ağacı’nda Hastalık ve İyileşme Üzerine

Nuray Önoğlu: “İyi Çevirmen, Editöre Az İş Bırakan Kişidir”