“Bangladeş’te Gençlerin Öncülüğünde Bir Haysiyet İsyanı Yaşandı”

Bangladeş’te son yılların en büyük eylemi ülkeyi 15 yıldır yöneten iktidarın sonunu getirdi. Öğrenci hareketinin başlattığı sivil itaatsizliğin ardında yatan nedenler kayırmacılık, rüşvet, ekonomideki kötü gidişat ve insan hakları ihlalleriydi. Gençler başta başkent Dakka ve ülkenin diğer kentlerinde yolları kapattı, grevler ve protestolar ülke çapına yayıldı. Öğrenciler kara ve demir yollarını abluka altına aldı. Adına “Bangla Ablukası” dediler. 

Ablukaya karşı başka bir abluka kuruldu. Genç eylemcilerin karşısına sadece iktidar ve polis değil, iktidarın gençleri de dikildi: Awami Birliği’nin gençlik kanadı Chhatra Birliği… Taşları, sopaları, demir çubukları, kılıçları, bıçakları ve ateşli silahlarıyla birlikte kadın erkek ayırmaksızın “Bu düzen sona ermeli” diyenlere saldırdılar. Hastanelerin acil servisleri işlemez hale geldi. Morglar cesetlerle dolup taştı. 

Normalde görev tanımı sınırları korumak olan BGB ise hükümetin emriyle öğrencileri yaylım ateşine tuttu. İnternet kapatıldı. Baskı arttı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bir ara kerhen pazarlık yapıldı. Önce, protestoların başında sokağa inenleri, 70’lerdeki Doğu Pakistan paramiliter gücü Razakar ile bir tutup “Razakar’ın torunları iş başında” diyen başbakan Şeyh Hasina ülkeyi terk etti, Hindistan’a kaçtı. Sonra “Sokak sloganlarıyla devletin aldığı kararlar değişmez” diyen Baş Yargıç Obaidul Hasan istifa etti. Şimdi görev sırası geçiş hükümetinde. Buraya kadar anlatılanlar Bangladeş’teki olayları takip edenler için yeni olmayabilir.

Ama arka planında yaşananlara içeriden bir bakış, ülkede aslında neler yaşandığına dair sahici bir fikir verebilir. Facebook hesabına “Öyle bir hayat kur ki, öldükten sonra insanlar seni hatırlasın.” diye yazan lise öğrencisi Abu Saeed’in polis kurşunuyla öldürülmesi gibi. Chittagong Üniversitesi 3. sınıf öğrencisi Hriday Chandra Tarua, hazır giyim işçisi Hossain Mia, gazeteci Tahir Zaman Priya’nın katli gibi… 

Ya da dokuzuncu sınıf öğrencisi İmam Hossain Tayem’in başına gelenler gibi. Babası Rajarbagh polis teşkilatında müfettişiydi. Oğlunu tüm gün hiçbir yerde bulamadı. Dakka Hastanesi morguna gitti. Soğuk bedenine rastladığında şu soruyu sordu: “Efendim, oğlum öldü, oğlum artık yok. Bir adamı öldürmek için kaç kurşun gerekir?” Bu gözlemler Sosyalist Öğrenci Cephesi Başkanı Salman Siddiqui’ye ait.

Peki ya ötesi? Ülkeyi Nobel ödüllü bir ekonomist, Muhammed Yunus kurtarabilir mi? Geçici hükümet Bangladeş halkı için ne anlam ifade ediyor? “Yoksulların bankacısı” gerçekten yoksullara merhem olabilir mi? İktidar gerçekten gitti mi? Yüzler değişse de sistem yerli yerince duruyor mu? Fikir Gazetesi, Bangladeş’in önde gelen ekonomist, siyasi analist ve insan hakları aktivistlerinden Profesör Anu Muhammad ile konuştu. Bangladeş’in geçiş hükümetini, ekonomisini, doğal kaynaklarının peşkeş çekilmesini, mevcut siyasi partilerini ve elbette gençliğini…

“BANGLADEŞ’İ YENİ LİBERALLİK ADI ALTINDA VAHŞİ BİR YAPI YÖNETİYORDU”

İlk olarak, genel bir soru. “Yeniden Gözden Geçirilen Kalkınma: Neoliberal Bangladeş’in İnşası ve Sonuçları” kitabınızda “Yoksunlukla büyüme, yoksullukla zenginlik ve insan hareketliliği üzerindeki kısıtlamalarla küreselleşme” gözleminde bulunuyorsunuz. Bu şekilde inşa edilen neoliberal kalkınma modeline sert eleştiriler getiriyorsunuz. Yerel egemen sınıfın, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Asya Kalkınma Bankası gibi küresel aktörlerle, çeşitli devlet ve devlet dışı aktörler de dahil olmak üzere, nasıl simbiyotik bir ilişki kurduğunu anlatırken, bu küresel kurumların önerilerinin koşulsuz kabulünün Bangladeş tarımını nasıl tahrip ettiğinden bahsediyorsunuz. Bu gözlemler Türkiye’nin durumu ile bazı benzerlikler gösteriyor. Şüphesiz, tek bir kişinin ayrılışı bütün bunları değiştirmeyecektir. Ve ülkenizin geleceği hala belirsiz. Bangladeş’teki bu sömürü döngüsünü kırmanın bir yolu var mı? Umutlu mu yoksa karamsar mısınız?

Evet. Yeni liberal ekonomik kalkınma modeli ülkemizi ele geçirdi. Başbakan bu dinamiğin lideri gibiydi. Bu modeli uygulamada çok etkin ve çok agresif bir rol oynadı. Bu modelin yeni sınıf yararlanıcıları, yeni liberal kalkınma modeli sırasında ortaya çıktı. Her ne kadar “yeni liberal” denilse de liberal dünya bir aldatmacadır. Bu, hiç de liberal değildir. Bu, son derece agresif, muhafazakâr bir yapı. Bangladeş’te ve yurtdışında büyük iş grubu var. Uluslararası gruplar Hindistan, Çin, Rusya, ABD ve Japonya’dan. Bu “kurumsal” gruplar Bangladeş’te antidemokratik bir hükümeti tercih ediyorlar. Çünkü bu onlar için çok elverişli. Eğer otokratik, otoriter bir yönetim varsa, o zaman sorunsuz bir şekilde faaliyet gösterebilirler. İhtiyaçları doğrultusunda sözleşmeler imzalanabilir. Çevresel etki göz ardı edilir. Bangladeş halkı göz ardı edilebilir. Eğer otoriter bir yönetim varsa, her şey olabilir. Bangladeş’teki hükümetin 15 yıldır yaptığı acımasız girişimler ve antidemokratik bir sistemi sağlamlaştırmaktan ibaretti, bunu başardılar. Farklı dijital güvenlik yasaları dayatılarak halkın ifade özgürlüğünü kullanması engellendi. Üniversite gibi kurumları ele geçiren kurumlar, iktidar partisi ve öğrenci örgütleri, gençlerin muhalefetlerini ifade edebilecekleri bir alan bırakmamak için üniversiteleri ele geçiriyor. Medya bu mega projeler hakkında hiçbir muhalefeti ifade edemeyeceğiniz bir yer.  Tüm bunlar Şeyh Hasina Vecid rejimi sırasında oldu. 

Peki bu durum tek bir kişiyle mi alakalı ve sınırlıydı?

Hayır, bu kişisel bir şey değildi. Bu, Şeyh Hasina’nın bireysel yolculuğu değildi. Kraldan çok kralcılar ve yerel iş gruplarının kolektif bir yolculuğu söz konusu. Bu kitlesel ayaklanmadan sonra ne oldu? Yerel iş gruplarının ve uluslararası çıkar gruplarının denge durumu sarsıldı. Ancak bu durum çökeceklerini garanti etmez elbette. Peki bu son ayaklanmanın merkezi liderliğinin özlemleri neydi? Sınırlandırma karşıtı ve ayrımcılığa karşılıktı. Gençlerin, öğrencilerin açıklamaları farklı bir Bangladeş inşasına işaret ediyor. Yani içinde yaşadığımız değil farklı bir Bangladeş’e… 

Nasıl farklı?

İnsanların alanının olduğu bir Bangladeş. Hesap verebilirliğin, şeffaflığın ve katılımcı bir sistemin olduğu bir ülke… Üniversiteleri terörize eden gruplardan ve gerçekleri görmeyen medyadan arınmış bir ülke… Gençlerin deneyimleri bunlara işaret ediyor. Yeni, farklı bir kervan hayal ediyorlar.

“BANGLADEŞ’TE DEMOKRATİK GEÇİŞE YÖNELİK TEHDİT SÜRÜYOR”

Kota reformu hareketi Bangladeş’in geleceğini belirleyebilir mi? Eylemciler, tutukluların serbest bırakılması umuduyla sokaklara döküldü. Sadece öğrenciler değil öğretmenler, anne-babalar, fabrika işçileri ve şoförler de yollardaydı. Sarbojonkotha.info’da yayımlanan bir makalede Bangladeş’teki manzara şöyle tarif ediliyordu: “İnsanlar sadece iki avuç yiyecekle hayatta kalmanın garantisi olmadığını biliyor. Piyasada malların fiyatları hızla arttı. Oy kullanma hakkı çoktan elinden alındı. Konuşma hakkı yok. Muhalefet partileri baskı altında. Kayıplar, cinayetler ve işkenceler devam ediyor. Hükümet kalkınma mesajı yayıyor, ancak sıradan insanların hayatında bir iyileşme işareti yok.” Bangladeş’teki durum gerçekten bu kadar vahim mi?

Evet, öyle. Değişim 5 Ağustos’ta gerçekleşti. 5 Ağustos’tan sonra bir geçici hükümet kuruldu. Ancak herhangi bir demokratik geçişe karşı en büyük tehdit üç faktörden kaynaklanıyor. Birincisi, otoriter yönetimden fayda sağlayan yerel büyük iş grupları. Bu birinci sırada. İkincisi, farklı teşvikler alarak bu sistemi sürdürmekten tehdit altında olan sivil ve askeri bir grup. Üçüncüsü, uluslararası kurumsal gruplar ve onların destekçileri. IMF gibi. 

Yani bu üçü hâlâ iktidarda? 

Evet. Bazı değişiklikler oldu. Hasina hükümetinin sağ kolu ya da sol kolu olarak çok iyi bilinen bazı iş grupları şimdi saklanıyor. Yani geçici olarak… Onlar sivil ve askeri bürokratlardır. Ve bazı üst düzey yetkililer var. Şimdi görevden alındılar.  Uluslararası çıkar grupları orada. ABD lobisi daha iyi bir konumda. Ancak, ülkeye özgü olmayan, yalnızca Hint yatırımıyla sınırlı olmayan diğer kurumsal gruplar, Alman şirketlerini ve Avrupa bankalarını bulabilirsiniz. Bu, çok uluslu, uluslararası bir kapitalist sistemdir. Dolayısıyla kendi dinamikleri ve birbirleriyle ilişkileri var. Dolayısıyla, bunlar hâlâ iktidarda. Ciddi bir tehdit var. Dolayısıyla yoksulların bankacısı olarak bilinen Muhammed Yunus ve liderliğindeki yeni hükümet bu durumda. Onun hakkında bir sorunuz var mı? 

“GEÇİŞ HÜKÜMETİNİN LİDERİ YUNUS, ULUSLARARASI SİSTEMLE DOST”

Elbette! Mesela gerçekten yoksulları temsil eden bir bankacı olabilir mi?

Bu elbette gerçek değil. Grameen Bank, 1976 yılında yoksulları girişimci yapmak amacıyla Muhammed Yunus tarafından Bangladeş’te kurulmuş olan banka olarak sunuluyor. Batı’da ne kadar yanlış anlaşıldığını biliyorum.  Farklı medya kampanyaları ile yerleştirilmiş çalışmalar da dahil olmak üzere halkla ilişkiler faaliyetlerinin Grameen Bank ve Yunus etrafında nasıl bir mit yarattığını önceden fark etmiş bir ekonomistim. Grameen, Dünya Bankası’nın teşvik ettiği neoliberal ekonomik modele asla bir alternatif olmamıştı. Aksine bunun gerekli bir tamamlayıcısı olarak doğmuş ve büyümüştü. Fikrin sahibi Muhammed Yunus, kurumsal dünyaya çok dostça yaklaşan bir isimdir. Yeni liberal bir tür, tüm sistemi bireylerin bir sorunu ve çözümünü krediyle tanımlıyor. Onun sosyal işletmeleri, diğerleriyle benzerdir. Yani, Muhammed Yunus, uluslararası iş gruplarını ve uluslararası kurumsal ekonomileri temsil ediyor. Bundan şüphe yok.

“GEÇİCİ HÜKÜMETTE AZ SAYIDA DA OLSA BASKICI SİSTEME KARŞI İSİMLER DE VAR” 

Geçici hükümetinin içinde Nahit İslam ve Asif Mahmoud Boujian gibi eylemlerde yer alan gençler de var.  Ayrımcılık karşıtı öğrenci hareketinin üyeleri de yeni kurulan geçici kabinesinin bir parçası. Sol gelenekten gelen biri olarak bu mevcudiyeti içsel bir uzlaşma olarak mı, bir nevi hakemlik olarak mı algılıyorsunuz? Sonuçta Nahit İslam ve arkadaşlarının, önceki hükümet tarafından işkence gördükleri iddia ediliyor. Bu gençlerin geçici hükümette yer almalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Mahmoud’un da aralarında bulunduğu geçici hükümet üyeleri, farklı geçmişlerden geliyor. Muhammad Yunus dediğim gibi uluslararası alanda tanınmış bir figür. Diğerleri ise insan hakları aktivistleri, avukatlar, öğretmenler ve bankacılardan oluşuyor. Çoğu liberal duruşa sahip. Evet, bu sosyal olarak liberal bir duruş. Birkaçı işçi hakları, kadın haklarını gözetiyor, cinsiyet ayrımcılığına karşı duruyor. Sınıf ayrımcılığı, çevrecilik gibi geniş sol fikirlerden geliyor. Bu düşünceleri taşıyorlar. Bu öğrenciler bunu temsil ediyor. Onları tam bir kategoriye koymak zor. Çünkü öğrenci hareketi arasında da farklılıklar var. Liderlerin farklı siyasi felsefeleri var. Çoğu geniş; sol bakış açısıyla uyumlu bir vizyon paylaşıyorlar. Ayrımcılık, sınıf, cinsiyet meselesi gibi konularda sol bir vizyona sahipler. Gerçekten, ayrımcı olmayan bir toplum için mücadele ettiğinizde, bu sol fikirlere daha yakın hale gelir. Siyasi yönelim ise herkes için aynı değil. Ancak geçici hükümette, bahsettiğiniz iki kişi geçmişte bazı faaliyetlerde bulundu. Bu durum onların bu baskıcı sosyal sisteme bir cevap aradıklarını gösteriyor. Bir çalışma grubunda yer alıyorlardı ve bir öğrenci topluluğunun parçasıydılar. Çalışma grubu yerleştiğinde, küresel politikayı, yerel politikayı, Marksizm’i, post-modernizmi çalıştılar. Dolayısıyla mevcut fikirlerden ve farklı tür uygulamalardan kopuk değiller. Devleti ve geçici hedefin yönünü anlama kapasitesine sahip olma olasılıkları var.

“SON BÜYÜK EYLEMİN ARDINDA HİÇBİR SİYASİ PARTİ ÖRGÜTLENMESİ YOKTU”

Geçici hükümet kurulmadan önce, Bangladeş Üniversite Öğretmenleri Ağı adına önerilen geçici hükümetin kurulmasında rol oynamaya hazır olduğunu belirtmiştiniz. Çağrınıza bir yanıt gelmedi. Neden?

Bangladeş’te, daha önce birçok büyük halk ayaklanması deneyimledik. Çok önemli, büyük ve güçlü halk ayaklanmaları yaşadık. Bunlardan üçünü özellikle belirtmem gerekir. 1969’da General Muhammed Eyüb Han tarafından yönetilen Pakistan askeri rejimini deviren ayaklanma, 1990’da Hüseyin Muhammed Erşad’ı deviren bağımsız ayaklanma. Üçüncüsü ise bu son deneyimlediğimiz ayaklanma. 

Bunun diğerlerinden farkı ne?

Önceki iki ayaklanmadan temel farkı, 1969 ve 1990’daki isyanlara siyasi partilerin liderlik etmesiydi. Ancak 2024’teki bu ayaklanmaya tek bir siyasi parti ya da herhangi bir siyasi parti ittifakı liderlik etmedi. Bu ayaklanma, bilinmeyen bir kaynaktan çok hızlı bir şekilde ortaya çıktı. Diğer toplumsal kesimlerin güvenini kazanabildiler. Çünkü bu hükümetten kaynaklanan öfke, memnuniyetsizlik ve hayal kırıklığı vardı. Büyük yolsuzluklar, yaygın işsizlik, yüksek enflasyon, temel ihtiyaç maddelerine yönelik durmaksızın artan krizler, hükümetin baskısı, zulmü gibi sorunlar mevcuttu. Dolayısıyla, iktidar partisinin faydalandığı kesimler dışında toplumun her kesimi oldukça tereddüt içindeydi. Bu tereddüttün bir göstergesi olarak hiçbir siyasi partide güven bulamadılar. Öğrenci gücü yani genç bir güç sokağa çıktığında hükümet eşi benzeri görülmemiş bir baskı makinesini kullandığında, sadece üç-dört gün içinde 300’den fazla öğrenci, işçi, çocuklardan yaşlılara kadar 300’den fazla kişi hayatını kaybetti.

Evet bazı raporlarda polisin 11 yaşındaki bir çocuğu hedef gözeterek başından vurduğundan bile söz ediliyordu…

Maalesef. Hayatını kaybedenler arasında işçiler de vardı. Yaklaşık 92 işçi… Fabrika işçileri, ulaşım işçileri, satıcılar… Çoğu gençti. Bu korkunç tavır ve hükümet operasyonları tüm toplumu harekete geçirdi. Dolayısıyla, öğretmenler, üniversite hocaları; gençleri polisten, polis ateşinden ve öldürülmekten kurtarmak için öne çıktı. Tüfeklerin ve gaz bombalarının önünde durdular. Sanatçılar, yazarlar, avukatlar toplumun tüm kesimleri gençleri destekledi. Bu, geniş ve benzersizdi. Üniversite öğretmenleri hala bu işin içindeler. Bahsettiğiniz çağrı da bununla ilgili. Birkaç gün evvel bir konferans düzenledik. Geçici hükümetten beklentilerimizi ve ne yapılması gerektiği üzerine görüşlerimizi sunduk. Sadece beklentilerimiz değil, aynı zamanda taleplerimiz de var. Bu geçici hükümetten en önemli taleplerimiz arasında yerel ve yabancı kurumsal gruplarla yapılan sözleşmelerin, anlaşmaların şeffaf bir şekilde yayımlanması da var. “Tüm bunları kamuoyuna açıklayın, insana ve doğaya karşı sözleşmeleri iptal edin” diyoruz. Tüm bu talepler, yolsuzluk üzerine bir beyaz kitabın yayımlanmasını sağlar. Tüm bu şeyleri kamuoyunun bilgisine sunmanız gerekiyor. Yani, kamuoyunu yaratmaya çalışıyoruz. Biz, kamuoyunu resmi olarak kamuoyuna getirmeye çalışıyoruz. Bunun uygulanması için baskı yapıyoruz. Henüz emin değiliz, ama deniyoruz.

“BANGLADEŞ’TE YAŞANAN GENÇLERİN ÖNCÜLÜK ETTİĞİ BİR HAYSİYET İSYANIDIR”

Gençliğin gücü ve tepkisiyle başlayan bu hareketin genel bir harekete, hükümete karşı geniş çaplı bir protestoya dönüştüğünü söylüyorsunuz. Türkiye’deki Gezi Parkı protestolarını anımsıyorum. Orada da sadece gençler değil her kesimden insanlar sokaktaydı. Bu anımsatmayı yapmamın nedeni Bangladeşli gazeteci Salman Siddiq’in bir makalesi. Haberinde Bangladeş’teki eylemlerde anne babaların da sokaklara çıktığından, göstericilere ekmek, bisküvi, ev yemeği getirdiğinden; dükkân sahiplerinin gençlere maske ve su sağladığından bahsediyor.  Göstericilerden biri, “Ailelerimiz genellikle protestoları durdurmaya meyilli olurlardı ama bu kez her şey farklı” diyor. Bu açıdan bakıldığında, Bangladeş’teki olaylar, gençler tarafından başlatılan toplumsal bir haysiyet ayaklanması mı?

Evet, doğru. Çok doğru. Bu kesinlikle doğru. 3 Ağustos veya 4 Ağustos’tan önce, kota hareketi için öğrenciler seferber olduğunda kimse onları tanımıyordu. Sonra ne oldu? Halkın tepkisi ve velilerin de bu hareketi desteklemesi sonrası 1971 Kurtuluş Savaşı ruhu hâkim oldu. Benzer bir ruh ve öfke, benzer bir tutku sokaklardaydı. Anne babalar su ve yiyecek getiriyorlar ve öğrencilerle polis veya paramiliter güçlerin önünde duruyorlardı. 

“BANGLADEŞ’İN DOĞAL KAYNAK VE İMKANLARI YABANCI ŞİRKETLERE TERCİH EDİLDİ”

Siz aynı zamanda Bangladeş’in Petrol, Gaz ve Minerallerin Korunması Ulusal Komitesi Genel Sekreterisiniz. 2009 yılında, hükümetin uluslararası petrol şirketleriyle yaptığı açık deniz gaz ve petrol arama anlaşmalarına karşı barışçıl bir protesto düzenlerken, Dakka’da polis tarafından saldırıya uğradınız, bacaklarınız kırıldı. O dönemde, ülkedeki egemen sınıfların şirketler ve emperyalizmle yakın iş birliği içinde olduğunu söylediniz. Ülke hala enerji konusunda ifade ettiğiniz gibi sömürülüyor mu? 

Vaziyetimiz 2000’lerden daha kötü. Bu dönemde, hükümet Rusya, Çin, ABD ve Hindistan gibi ülkelerden gelen magnezyum şirketleri ile kömür, kömürle çalışan santraller ve nükleer santraller lehine birçok sözleşme imzaladı. Ayrıca diğer enerji ve güç anlaşmalarından faydalanan yerel iş gruplarıyla da anlaşmalar yapıldı. 2017’de, Bangladeş’in kömür veya nükleer enerjiye ihtiyaç duymadığını, şu anda daha fazla doğalgaz keşfedebileceğimizi ve yenilenebilir enerji potansiyelimizin büyük olduğunu öne sürdüğümüz bir alternatif önerdik. Yenilenebilir enerji ve doğalgaz kombinasyonu Bangladeş’in ihtiyaçlarına uygun olurdu. Ancak hükümet her zaman ters yönde ilerledi. Yerel ve yabancı şirketler için büyük kâr sağlamak istediler. Ne oldu? Elektrik ve gaz fiyatları arttı. Tüm bu mega projeler kömürle çalışan nükleer enerji projeleri ile bağlantılı. Bu projeler büyük projeler. 

Proje “mega” olarak nitelendiriliyorsa hesap verilebilirliği de epey azalıyor sanırım öyle değil mi?

Kesinlikle! Hesap verebilirlik yok, şeffaflık yok. Başından beri baskıcı bir mekanizmaya dayanıyor. Kamuoyunun herhangi bir itirazına, danışmanlık veya görüşüne izin vermedi. Bu yüzden biz de saldırıya uğradık. 2009’dan sonra çeşitli aşamalarda, hükümetin çeşitli şekillerde agresif tutumuyla karşılaştık. Dediğim gibi 2024 Bangladeş’inde durum daha kötü. Hükümet değişti. Ama uluslararası çıkar grupları duruyor: ABD Büyükelçiliği, Hindistan Yüksek Komisyonu, Rusya Büyükelçiliği ve Çin Büyükelçiliği. Bugün hala çok aktifler ve kurumsal gruplara da sahipler. Yani yeni bir mücadele aşamasındayız. Gerçek değişimin gerçekleşmesi için yeni bir mücadele gerekiyor. Bu, halkın beklentilerinin ve özlemlerinin gerçekleşmesi için gerekli. Şu anda, halkın çıkarlarını önceleyerek -önceden yaptığımız gibi- çevreye zarar veren tüm bu kötü anlaşmaların iptal edilmesini, enerji ve güç için yeni düzenlemeler yapılmasını talep ediyoruz. Enerji sektörü en büyük yolsuzluk kaynağıdır. Bu, Şeyh Hasina’nın otoriter yönetimi için destek tabanı yaratmanın en büyük kaynağıydı.

“BANGLADEŞ’TEKİ MEVCUT SİYASİ PARTİLERİN ÖZÜ ÇOK FARKLI DEĞİL”

Önümüzdeki dönemde serbest bırakılan eski başbakan ve muhalefet lideri Begüm Halide Ziya’nın veya aynı zamanda Hindistan’a kaçan eski Başbakan Hasina’nın akrabası Bangladeş Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Waker-uz-Zaman’ın ülke siyasetinde öne çıkan figürler olmasını bekliyor musunuz? Ya da mevcut diğer partilerden ne umuyorsunuz?

Tüm suçluların rehabilite edilme olasılığına inanan biriyim. Evet, böyle bir olasılık var. Ancak fark şu. Ülkede gerçek bir direnç ve beklenti var. Halkın beklentileri ve direnci Bangladeş’te gerçekten bir değişim yaratabilir. Bu nedenle şu anda öğrenciler, öğretmenler ve toplumun diğer kesimleri değişim yaratmak konusunda seslerini yükseltmeyi sürdürüyor. Eğer büyük siyasi partiler Bangladeş Avami Birliği (Awami), Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP), Ulusal Parti (Jatiya) ve Bangladeş Cemaat-i İslami Partisi’ni (Jamaat) harekete geçireceksek onları halkın hesap verebilirliği altına almalıyız. Çünkü bu partilerin modelleri aynı. BNP, Awami, Jatiya ve Jamaat’ın geliştirme modelleri, iç ve dış kurumsal çıkarlarla ilişkileri gösteriyor. Dolayısıyla, halkın mücadelesi, halkın özlemleri ve direnişinin başarısı umut kaynağıdır. Bu sefer değişim yaratma potansiyeline sahip olabileceğimiz konusunda iyimseriz. İşte bu nedenle çalışıyoruz.

Yahya Sinvar: Hamas’ın En Şahini, Roman Yazarı Yeni Lideri

50 Yıl Önce Bugün: Nixon’ın Kerhen İstifası ve Watergate Skandalı

Cacerolazo, Ekmek, Haysiyet, İktidar ve Muhalefet: Venezuela