“Kalıcı Barış için En Yüksek Sesi Çıkarmaya Devam Etmek Gerekiyor”

Dünya geneline yayılacak bir savaş riskinin farklı kesimlerce dillendirildiği bir dönemden geçiyoruz. III. Dünya Savaşı ihtimali şimdiye dek hiç bu kadar açıktan dillendirilmemişti. Milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği, yaralandığı ve ardından psikolojik sorunlar yaşadığı iki savaşın ardından üçüncü savaşın yaratacağı karanlık tabloyu ise düşünmek dahi istemiyoruz.

İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşi saldırıları, Hamas lideri İsmail Haniye’yi İran’ın başkenti Tahran’da öldürmesi ve Lübnan’a yönelik saldırıları Ortadoğu’da bölgesel savaş riskinin yükselme ihtimalini artırıyor. Ukrayna-Rusya Savaşı, Ukrayna’nın Rusya’daki Kursk bölgesinde ilerlediğini açıklamasının ardından yeni bir evreye girdi. ABD-Çin geriliminin Tayvan ve Asya-Pasifik ekseninde artabileceği ve çatışma çıkabileceği de uzunca bir süredir dillendiriliyor.

Uluslararası kurum ve kuruluşların savaşlara, çatışmalara ve katliamlara karşı durma noktasındaki işlevi de günümüzde oldukça eleştiriliyor. Zira, İsrail’in vahşi saldırıları altında insanlar Gazze’de yaşamını yitirirken, yerlerinden olurken, açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalırken uluslararası kurum ve kuruluşların cılız açıklamalar dışında önemli adımları at(a)maması da durumun net örneklerinden biri olarak göze çarpıyor. 

Fikir Gazetesi’nin 23. Sayısının kapağında “Savaşın Tarafı Çok, Barışa Ses Olan Yokdemiş ve savaşlara karşı barış seçeneklerinin dillendirilmediğini, oysa çözüm girişimlerinin tarihte muhtelif olumsuzlukları önleyebildiğini vurgularken bugün barışın sesinin yükselmesine ihtiyacımız olduğunu vurgulamaya çalışmıştık.

Peki, barışın sesi nasıl yükselecek? Uluslararası kurum ve kuruluşlara yöneltilen eleştirileri nasıl değerlendirmeliyiz? Barış ortamının sağlanması adına Türkiye’de ve dünyada neler yapılmalıdır? Bu bağlamda sorulacak soru çok. Cevaplar önemli. Konuşmaya, değerlendirmeye ve çözüm seçeneklerini açığa çıkarmaya ihtiyacımız var.

Konuyu, 25. ve 26. Dönem İzmir Milletvekili ve Ege Barış ve İletişim Derneği Başkanı Zeynep Altıok Akatlı ile konuştuk.

“EMPERYALİST AKTÖRLER ETNİK VE DİNİ AYRIMCILIĞI KULLANIYOR”

Dünya genelinde bölgesel çatışmaların topyekûn savaşa evrilme olasılığının olduğu bir dönemden geçiyoruz. Öncelikle dünya genelindeki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kapitalizmin türlü manipülasyonla kontrol altında tuttuğu ve sermaye lehine güçlüler arası paylaşım anlaşmalarıyla yönettiği kaynakların dünya yaş aldıkça hem karşı koyulamaz doğa koşullarıyla azalması/yeni ve farklı çözümlere yönelim ihtiyacı oluşması hem de yıllardır ezilen halkların tepkileriyle değişen bölgesel dinamikler nedeniyle statüko değişiyor. Kollektif paylaşım güçlerinin karşısında başa çıkmaya çalıştıkları yeni aktörler belirmeye başladı. Özellikle bizi yakından ilgilendiren coğrafyadan bakarsak, Ortadoğu sahip olduğu enerji kaynakları nedeniyle emperyalizmin elini çekmediği ve bölge halkı için yarattığı kendi iç çekişme dinamiklerine bağlı dönemsel ve alışılmış çatışma, insan hakları ihlalleri ve sömürüyle zulüm bölgesi olarak sürekli savaş dinamiğinin kalbi. Bu nedenle özellikle bölge ülkelerinin kırılganlıklarını manipüle ederek ve onları kendi satranç tahtasının piyonları olarak kullanan emperyalist aktörler etnik ve dini ayrımcılığı kullanışlı bularak yapılan hamlelerle savaşı hep diri tutuyor ve buradan besleniyorlar.

“DAYANIŞMA VE CESARET ÖRGÜTLENMELİ”

Ancak bölge halklarının kendilerine dayatılan bu zulme direnme damarları da güçlendirilen gericilik üzerinden tıkanarak kontrol altında tutuluyor. Özellikle ekonomik olarak güçsüz ülkelerde kurulan bu baskı ve derinleşen yoksulluk, özellikle de Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan ağır yıkım ve acılar gibi dinamiklerle bu baskıya tepki vermeye başlıyor. Gazze örneğinde olduğu gibi İsrail ve Hamas dışında bir direniş hattı geliştirebilecek muhalif yapılar oluşturulabiliyor. Geçmişte “Arap Baharı” adıyla birbirinden sinerji kazanarak yayılan hareket müdahalelerle sindirilmiş ve sonucunda Arap devletlerinin otokrasi ve despotizmle yeniden kontrolü elinde tutacak şekilde güçlendirilmesiyle bertaraf edilmişti. Bu sürecin en önemli aracı olan Siyasal İslam bir süredir kendi evinde cesur başkaldırılarla, değişimlerle tehdit altında. İran’da kadınların en ağır işkencelere rağmen kısılmayan sesi, Suriye’de Esad’la ve yenilmeksizin devam eden süreç, Rojava dinamikleri, Suudi Arabistan reformları gibi örneklere baktığımızda Ortadoğu’da cihadisterle yaratılan terör ortamının kapitalizmin tüm dünyada zora girdiği koşulda ekonomik istikrarsızlığa ve daralmaya bağlı olarak yeni bir yükseliş damarı, yeni bir muhalif format geliştirmesinden söz edebiliriz. Bunu olası görüyorum. Belki de umuyorum.  Elbette romantik bir ihtimal olarak işaret etmiyorum. Küresel ekonomi ve politika koşularının dayattığı silahlanma, savaş ekonomisi, devlet ve asker hegemonyasını güçlendiren gereklilikler açıkça önümüzde ve savaş artık çoktan bir zorunluluk olmaktan çıkarak bir fırsat aracı haline getirildi. Ancak unutulmamalıdır ki tarihte pek çok örneği olduğu gibi en cahili, en çaresizi bile uyandıran deneyimidir. Kaybedecek bir şeyi kalmayanın ise gözü karadır. Önemli olan bu dip dalgayı olumlu yönetebilecek bir dayanışma, güvence, cesaret örgütleyebilmektir.

“İYİMSER OLMAK MÜMKÜN DEĞİL AMA İNANCI DİRİ TUTMAK ÖNEMLİ”

İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü vahşi saldırganlık, Ukrayna-Rusya Savaşı ve çeşitli bölgesel çatışmalar… Savaşın taraflarının epeyce fazla olduğu bu dönemde barışın sesi nasıl yükseltilebilir?

Batılı devletlerin; uluslararası hukuk ilkelerini ve uluslararası sivil toplum çağrılarını, uluslararası anlaşma kararlarını yok saydığı durum demokrasi ile bağdaşmıyor. Önümüzdeki süreçte yüksek demokrasi modeli olan ülkelerin kendi içlerinde yüzleşmek zorunda kaldıkları yükselen ırkçılık ve faşizm en önce kendi oyunlarını bozacak ve dengelerini saracak. Bu damarın güçlenmesine kendi elleriyle verdikleri bu destek de sorgulanmalı. Dolayısıyla, bugünün koşularında ağır silahlarla yaşanan savaşların dolaylı olarak çok yönlü şekilde dünya barışını ve dinamikleri değiştirecek etkileri olacaktır. İnsani, siyasi ve ekonomik boyutta etkilerden bahsediyorum. 

Yapılması gereken elbette kalıcı barış için en yüksek sesi çıkarmaya devam etmek ve uluslararası ilişkileri kullanarak özellikle arabulucu olabilecek güçlü aktörleri evrensel insan hakları, hukuk ve demokrasi ilkelerine bağlılığa ilişkin yükümlülüklerini hatırlatarak zorlamaktır. Ancak biz bunu önemli stratejik coğrafi konumumuza, uzun yıllara ve ağır bir saldırıya direnen Cumhuriyetimizin omurgası, mayası laik yaşam kalkanımıza rağmen sağlayabilecek siyasi iradeden yoksunuz. Kendi iç barışımız için etnik köken ve inanç üzerinden yaratılan ayrımcılıkla mücadelemizi sürdürürken bırakın yol almayı sokak hayvanlarımızı bile koruyamaz hâldeyiz. İyimser olmak mümkün değil ama direniş her zaman umudu ve iyiliğe olan inancı diri tutmaktır. Bir can kurtarmayı bir ülke kurtarmak gibi görerek güçlü bir sivil inisiyatif örgütlenmek ve dünyanın neresinde olursa olsun sessizliğin karşısında çığlık atmayı sorumluluk bilmek gerekli.

Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşların barış gündemini yükseltme noktasında işlevsiz kaldığı yönünde eleştiriler mevcut. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Az önce bahsettiğim güç aktörlerinin karşısına çıkan Çin gibi yeni ve belirleyici aktörler ve Rusya’nın Putin’le birlikte yeniden bölge içinde hamleleri kartların yeniden karılmasına sebep oluyor. Yeni gruplaşmalar savaşa desteği ya da tepkisizliği güçlendiriyor. Ukrayna’da savaş bir süredir neredeyse olağan görülerek gözlerin Ortadoğu’ya çevrilmesiyle daha da sıradanlaşmıştı. Tam bu dönemde nükleer santralin bombalanması yeni bir güç hamlesi. Yeni mesajlar taşıyor. Gazze’de yaşananlara İsrail’le ara bozmamak adına tüm Batının ve ABD’nin sessiz kalması, Arap ülkelerinin yaşanan çatışmalardan kendilerini uzak tutarak yeni saldırılara hedef olmayı altından kalkılamayacak bir risk olarak görmesi çatışmaların şimdilik (!) yerinde kalması ve olağanlaşması halini doğuruyor. 

Ancak çağın savaş teknolojisi ve bombaların geniş bir coğrafyadan dünyaya yayılacak kalıcı kaynak ve sağlık sorunları yaratacağı da kimsenin umurunda değil. Mevcut kaçış göçlerinin üzerine gelecek kaçınılmaz göç dalgaları ve ülkelerin ekonomilerini etkileyecek savaş sonrası gerçekleri de öyle. Ne yazık ki duruma etki edebilecek tüm aktörlerin önceliği “gemisini kurtaran kaptan” yaklaşımıyla belirleniyor. Her savaş getireceği fayda ve zarar terazisinde tartılarak mevziler belirleniyor.

“GÜÇLÜ SİYASAL AKTÖRLER ÖZGÜRLÜKLERE DAYALI TOPLUMCU BİR YAKLAŞIMI KURMAYA ÖNCÜLÜK ETMELİ”

Ortadoğu başta olmak üzere Türkiye’nin de bulunduğu bölgede savaşların önlenmesi ve barış ortamının sağlanması adına hem Türkiye’de hem de bölgede neler yapılmalıdır?

Filistin ve İsrail çekişmesinin bir anlaşmaya bağlanarak kalıcı şekilde çözülmesini sağlamak bölgesel huzur için olmazsa olmaz. Bu sorundan beslenen ABD gibi ülkelerin çıkarlarını da tehlikeye sokan istikrarsızlık ve koşullar araçsallaştırılarak çözüm için geniş bir masa kurmak kaçınılmaz kılınmalı. Aksi koşulda Ortadoğu’nun hiçbir köşesinde istikrar, barış ya da güvence tesis edilemez.      

Öte yandan bu coğrafyada Siyasal İslam’ın bir yönetim biçimi olarak Batı’da gördüğü kabule iyi bir örnek olarak Türkiye’de “ılımlı İslâm” argümanıyla iktidara taşınan anlayışı üst çıkar için kullanışlı bulan yaklaşım çöktü. Avrupa bile dün destekleyerek yarattığı canavarın farkında. Siyasal İslâm, düşündükleri kadar kolay yönetilemeyen bir cehalet ve vahşilik barındırdığını türlü şekilde batıya yaşatıyor. IŞİD, El Kaide… Adına ne derseniz deyin bölgede üstünlük için işbirliği kuruldukça dünya barışını tehdit eden bir edilgenliğe bürünüyor. Tüm dünyada barış için artık kendi gücüne bile tutunamayan kapitalizmin, tüketen/eriyen neoliberal politikaların yerine koyulacak yeni rejim tartışmaları güçlendirmek gerekli. Bu tartışmalar seküler ve özgürlükçü bir zeminde yürütülmeli. Özgürlüklere ve paylaşım kültürüne dayalı toplumcu bir yaklaşım benimsenmeli. Tüketim kültürünün karşısına sınırları aşan bütüncül bir akılcı paylaşım kültürü aşılanmalı. Ancak güçlü siyasal aktörlerin buna öncülük etmediği her koşul sadece ütopya olarak kalmaya mahkûmdur.

Fikir Sayı 23: Savaşın Tarafı Çok, Barışa Ses Olan Yok

İsrail – Lübnan Hattında Yüksek Gerilim: Bölgesel Savaş Kapıda mı?

 

Ortadoğu ve Akdeniz Ekseninden Dünya’ya Bakış