Doç. Dr. Ulukan Tarımdaki Dönüşümü Anlattı: Yoksullaşma ve Krizle Birlikte Küçük Çiftçilerin Mücadelesi Artıyor

Son günlerde çiftçiler Türkiye’nin farklı bölgelerinde eylemlerini sürdürüyor. Bursa, İzmir, Gaziantep ve Balıkesir başta olmak üzere farklı illere yayılan eylemlerde çiftçiler alım fiyatlarına isyan ederken zaman zaman “Hükümet İstifa” söylemleri yükseliyor. Görünen o ki eylemler bir süre daha devam edecek.

Çiftçi eylemlerinin nedenlerini ve çiftçilerin taleplerini anlamak için bir örnek üzerinden ilerlemek faydalı olabilir. 12 Ağustos Pazartesi günü Balıkesirli çiftçiler domates ve kavun başta olmak üzere düşen tarım ürünlerinin fiyatlarını protesto etmek için toplandılar. “Çiftçi olmak suç mu?” pankartı taşıyan işçiler eylem yaptıkları bölgede yolu kapattı. Çiftçiler alım fiyatlarının düşük olduğunu ve maliyetleri dahi karşılamadığını dile getirdiler.

Gıda-İş Sendikası Bandırma Şube Temsilcisi Recep Gökdeniz, domates üreticilerinin fabrika patronları tarafından mağdur edildiğini belirterek “Üreticilerin bölge fabrikalarıyla sözleşmeleri var. Sene başında sözleşmeler yapılmış, ancak şu an fabrikalar fiyat düşürüyor. 2 liranın dahi altında fiyat veren fabrikalar var ve üretici domatesini tarladan çıkaramıyor. Patronlar ise işi bedavaya kapatmak için domatesleri almıyor. Yani ürünler tarlada kalmış durumda” dedi.

Yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle bilinen Türkiye’de tarımsal üretimin çeşitli süreçlerinde uzunca bir süredir önemli ve yapısal sorunlar yaşanıyor. Bu sorunlar, elbette dün başlamadı. Sorunların tarihsel bir kökeni var. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) döneminde büyüyen sorunların çözülmesi önem taşıyor. Ancak sorunları çözebilmek için sorunların gelişim dinamiğine göz atmak gerekiyor.

Biz de Türkiye’de tarımsal üretim sürecindeki sorunların oluşum dinamiklerini ve çözüm önerilerini “Devlet, Tarım ve Sermaye: Tarımda Kapitalist Dönüşümü Yeniden Tartışmak” makalesiyle konuyu ele alan Doç. Dr. Umut Ulukan ile konuştuk.

1980 ÖNCESİ DÖNEM

Doç. Dr. Umut Ulukan’a Türkiye’de tarım sektörünün çeşitli son dönemde önemli sorunlar yaşandığını ve bu sorunları anlayabilmek için tarihsel sürece bakmanın önemli olduğunu belirterek özellikle 1980 öncesi ve sonrası dönemde neler yaşandığını sorduk. Öncelikle 1980 öncesi döneme odaklanan Ulukan, “İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkarken Cumhuriyet’in iktisadi politikaları tarıma dayalı kalkınma modeline uygun olarak yönlendirilmiştir. Elbette bunu  İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslarararası kapitalist sistemin yeniden yapılanması süreci ile düşünmek gerekmektedir.  Yeni uluslararası işbölümünde  Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatçısı olarak yer almıştır.  Bu doğrultuda uygulamaya konan politikalar savaş sonrası yıllarda tarımsal üretimin hızla ticarileşmesine yol açmıştır. Bu dönemin tarımsal üretim açısından en önemli politikası ise tarımda makineleşmenin teşvik edilmesidir. Bu dönemde Marshall Planı’nın da etkisiyle traktör sayısı hızla artmıştır. Krediler ve destekleme fiyatları ile tarımda makineleşmenin desteklenmesi Türkiye’de tarımın görünümünde hem dolaylı hem de dolaysız birçok etkide bulunmuştur. Öncelikle ekilen tarım alanları genişlemiş ve tarımsal işletme sayısı artmıştır. Bu işletmeler çoğunlukla 5 dekardan küçük mülk sahibi küçük işletmelerdir. Tarımda mekanizasyonun bir diğer sonucu ise oluşan işgücü fazlasının kentlere göçüdür” diyen Doç. Dr. Ulukan sözlerine şöyle devam etti:

“1960’lı yıllarda ise ithal ikameci sanayileşme stratejisi ve iç pazara ve yerli tarımsal girdilere dayanan sanayileşme politikası ile tarım sanayiye hammadde sağlarken ihracat geliri olarak yerini korumuştur. Buna uygun olarak tarımsal destekleme politikaları dış rekabete karşı korunan bir ekonomide gerçekleşmiştir.  Genel olarak 1962-76 yılları tarımda  giderek yaygınlaşan taban fiyat ve destekleme politikalarının dönem boyunca tarım-sanayi fiyat ilişkilerinin tarım lehine dönmesine katkıda bulunmuştur.”

1980 VE SONRASI

1980 sonrası dönemin tarımda neoliberal yeniden yapılanma sürecinin başladığı dönem olduğunu belirten Doç. Dr. Ulukan, “Ben bugüne değin devam eden bu süreci iki bölümde anlamaya çalışıyorum. Birincisi, 1980-1999 yılları arası çoğunlukla deregülasyon dediğimiz bir önceki döneme ait kuralların bozulduğu dönem. Gerçekten de bu döneme baktığımızda yeni sermaye birikim rejimi için gerekli olan ve 24 Ocak Kararları ile uygulamaya konan neoliberal politikalar tarım sektörüne yönelik önemli uygulamaları içermekteydi. Dünya ölçeğinde 1980’li yıllarda geç kapitalistleşen ülkelerin çoğunda yaşandığı gibi Türkiye’de de tarımsal politikalarda devletin bir önceki döneme ait ‘koruyucu ve düzenleyici’ anlayışı değişmiş, tarım üretiminde piyasa şartlarının öne çıktığı bir politika izlenmiştir. Ürün fiyat desteği, girdi sübvansiyonları ve kredi kolaylığı gibi desteklemeler önemli ölçüde daraltılmıştır” dedi. Doç. Dr. Ulukan sözlerine şöyle devam etti:

PİYASALAŞMA SÜRECİNİN HIZLANIŞI

“İkinci bölüm ise 1999 yılından başlayan ve günümüze kadar devam eden ve tarım sektörüne ait yeniden kuralların oluşturulduğu, kurumsal ve yasal düzenlemelerin hayata geçirildiği, geçirilmeye devam ettiği içinde olduğumuz dönem. 1999 yılında IMF ile imzalanan Niyet Mektubu ile başlayan ardından 2001 yılında Dünya Bankası ile imzalanan Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) ile devam eden bu süreçte tarım sektörünün piyasalaşma süreci hızlanmıştır.  Bu dönemde dolaylı destek politikaları kaldırılmış, devletin tarımsal ürünlerin üretim ve pazarlanmasındaki payı daha da azaltılmış, tarımsal/kırsal alanı düzenleyen birçok yasa çıkarılmış, tarımsal KİT’lerin özelleştirmeleri hızlanmıştır. Bu yasal düzenlemelerin en önemlileri Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri kanunu, Şeker Kanunu (2001), Tütün Kanunu (2001), Tohumculuk Kanunu (2006), Tarım Kanunu (2006) ve Bütün Şehir Yasası (2012) olarak sıralanabilir. Peki bu sürecin etkisi ne oldu?  Küçük bir örnek verelim: 1997-2007 yılları arasında tütün ve şeker yasası sonrasında, tütün ekilen alan yarı yarıya azalırken şeker pancarı üretimi yüzde 36 azaldı. Öte yandan 2000-2007 yılları arasında yukarıda aktarılan politikaların sonucunda tarımsal istihdamda 3 milyonun üzerinde bir azalma gerçekleşmiştir.”

SERMAYENİN EGEMENLİĞİ

Türkiye’de hâlâ küçük toprak mülkiyetine ve aile üretimine dayalı tarımsal üretimin de önemli ölçüde bulunduğunu gözlemliyoruz. Öte yandan, sermayenin tarım sektörünün tüm veçheleri üzerinde egemenliği olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Doç. Dr. Ulukan’a bu durumu nasıl değerlendirmemiz gerektiğini de sorduk. “Tarımın neoliberal yeniden yapılanmasına yönelik kurumsal ve yasal dönüşümler tarımsal üreticilerin özellikle de küçük üreticilerin yoksullaşmasını ve borçlanmasını artırdığı yadsınamaz bir gerçek. Bu bir yandan tarımdan kopuşu ve işçileşme sürecini hızlandırmaktadır” diyen Doç. Dr. Ulukan,   “Ancak dediğiniz gibi hâlen küçük toprak mülkiyetine ve aile çiftçiliğine dayalı tarımsal üretimin Türkiye tarımında hakim olduğunu görüyoruz. Ancak şunu da vurgulamak gerekir: Türkiye tarımında homojen bir yapı elbette yok, farklılaşmış ve farklılaşan bir yapı var. Gelir olanakları azalan ve kendini yeniden üretemeyen çoğunlukla küçük  tarımsal üreticilerin bir kısmının tarım dışı  geçici ve farklı işlerde ücret karşılığı çalışmaya başladıkları ve kırdan-kıra, kırdan kente  bir göç yoğunluğunun olduğu ileri sürülebilir. Kısmi olarak veya tamamen mülksüzleşmiş bu üreticiler  yedek işgücü ordusunun bir parçası hâline gelmiştir. Bir kısım küçük üretici de tarımsal üretimi ancak hane içindeki emeği çeşitlendirerek hanenin bir ya da birkaç üyesinin tarımda ve/veya tarım dışı gelir getirici işlerde çalışmasıyla devam ettirebilmektedir. Öte yandan sermaye birikimi yapabilen, tarımsal alana yatırım yapabilen kapitalist çiftçilerin de var olduğunu yapılan çalışmalarda görebiliyoruz. Ayrıca Türkiye’de belirli bölgelerde emek açığının artması ile birlikte yabancı göçmen emeğinin kullanımının yaygınlaşmasını da gözlemliyoruz.  Bu durum Türkiye’deki tarımsal işgücü piyasasında çok katmanlı bir yapıya neden olmaktadır” diyerek sözlerine devam etti.

SÖZLEŞMELİ TARIM VE DEĞİŞİMLER

Türkiye tarımındaki bu farklılaşmanın önümüzdeki süreçte daha da hızlanabileceğini düşünğünü belirten Doç. Dr. Ulukan, “Bu aslında sorunuzun ikinci kısmıyla ilgili. Sermaye tarımsal alana farklı biçimlerde girebilir ve hakimiyeti altına alabilir.  Örneğin, sözleşmeli tarım Türkiye tarımında kapitalist ilişkilerin yayılmasını ve üreticilerin artan bir şekilde tarımsal sermayenin denetimi altına girmesini sağlayan bir üretim formu olarak giderek yayılmaktadır.  Sözleşmeli tarımın bazı ürünlerde zorunlu hale getirileceğine yönelik beklentiler de artmaktadır. Örneğin daha önce TBMM sunulan ancak yasalaşmayan ÇAYKUR Kanunu’nda da daha önce Tütün ve Şeker yasalarında olduğu gibi çay üretiminin sözleşmeli olarak yapılacağı hüküm altına alınıyor” dedi. Doç. Dr. Ulukan sözlerine şu şekilde devam etti:

“Tarım bakanlarının açıklamaları, tarım kanununda yapılan değişiklik ile bazı ürünlerde zorunlu olarak sözleşmeli tarıma geçilebileceğinin imkânının sağlanması, tarımsal ürün alıcısı firmaların (gıda işleme sanayi, gıda perakende firmaları, ihracatçılar vb.) sözleşmeli tarımı artırmaya yönelik sıklaşan projeleri bir arada değerlendirildiğinde önümüzdeki yıllarda sözleşmeli üretimin daha da yaygınlaşacağını tahmin etmek çok da zor olmayacaktır. Böylece sözleşmeli üretim Türkiye tarımında ulusal ve uluslararası sermayenin toprak üzerindeki etkisini ve dolaylı kontrolünü genişleterek, toprak, emek ve doğa üzerinde yeni bir endüstriyel disiplin dayatmanın bir aracı haline geleceğini düşünüyorum.”

ÇÖZÜME GİDEN YOL

Doç. Dr. Ulukan’a son olarak tarımsal üretimdeki sorunları düşündüğümüzde gıda egemenliği kavramına giden yolda kısa ve uzun vadede nelere dikkat edilmesi gerektiğini ve nasıl bir değişim ve dönüşüm sürecine ihtiyacımız olduğunu sorduk. Öncelikle bu sorunun gündemde tutulması gerektiğini belirten Doç. Dr. Ulukan, “Bir yandan da bu alanda yeni araştırmaların yapılması gerekiyor. Son yıllarda biraz daha ilgi artsa da halen sosyal bilimciler için tarım sorunu çok öncelikli değil. Oysa kırda sınıf dinamiklerini ve çelişkilerini, üreticiler arasındaki farklılaşmayı, tarımsal üretimdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, devlet ve (ulusal ve uluslararası) sermaye ilişkilerini bütüncül bir biçimde tüm boyutlarıyla yeniden tartışmamız ve bu alanda bilgi üretmemiz gerekiyor” dedi. Doç. Dr. Ulukan sözlerini şu şekilde sonlandırdı:

“Bu, gıda egemenliği, gıda güvencesi ve gıda güvenliği kavramlarını da kapsıyor. Gıda egemenliğine giden bir yol varsa o yol öncelikle tarımsal üreticilerin ve tarım işçilerinin güvencesini ve güvenliğini sağlamaktan geçiyor. Burada da anahtar kelime örgütlenme elbette. 2000’li yıllardaki küçük çiftçilerin gerek örgütlenme gerekse eylemlilikleri bir yandan IMF, DB gibi uluslararası kuruluşların ve devletin tarım politikalarına karşı oluşurken bir yandan da yaşam alanlarına yönelik ekolojik yıkımlara karşı oldu. Özellikle Hidroelektrik Santralleri (HES) ve maden çıkarma faaliyetlerinin artışına karşı köylülerin bu mücadelelerinin arttığını gözlüyoruz. Türkiye ekonomisinin içine girmiş olduğu kriz süreci ile yaşanmakta olan yoksullaşma, küçük çiftçilerin mücadelelerinin artmasına yönelik etki yaratıyor. Bu kriz ortamında özellikle kırsal alanlardaki maden rezervlerinin aranması ve işlemeye açılmasının hızlanması da öngörülebilir. Bu da küçük çiftçilerin kriz sürecinde yoksullaşmaya karşı artması beklenen mücadelelerine ekolojik mücadelelerin de ekleneceği anlamına geliyor.”

Tarımda Kadının Adı Var, Emeği Yok Hükmünde!

Tarımın ve Çiftçilerin Sorunları Nasıl Çözülecek?

Çay Tarımı: Sorunlar, Tepkiler ve Çözümler