Göçmenlere Yönelik Nefret Söylemlerine ve Saldırılara Karşı Ne Yapmalı?

Fikir Gazetesi olarak göç ve göçmenler temasında üretimlerimizi sürdürüyoruz. Günümüz dünyasında önemli ve yapısal bir sorun alanı hâline dönüşen göç olgusuna farklı açılardan bakmaya, sorunun özünü kavramaya ve çözüm önerilerini üretmeye gayret gösteriyoruz.

Geçtiğimiz hafta “Kayseri’den Southport’a: Göçmenlere Yönelik Saldırılar ve Göçmen Karşıtlığı” başlıklı dosyamızda, Kayseri ve Southport saldırıları üzerinden göçmenlere yönelik nefret söylemlerini, bu söylemlerin hızlı biçimde nasıl yayıldığını ve bu yapısal sorunun nasıl çözülmesi gerektiğine yönelik önerileri gazetemizde daha önce yaptığımız söyleşilerden derlemelerle aktarmıştık. Göç meselesine dair sorunların günden güne önem kazanması bizleri bu konuda daha duyarlı olmaya ve üretimlerimizi çeşitlendirmeye yöneltiyor.

Özellikle İngiltere’de göçmenlere yönelik saldırıların ardından yükselen dayanışma eylemleri de özel bir örnek olarak göze çarpıyor. Bu örneğin kapsamlı biçimde değerlendirilmesi ve saldırılara karşı dayanışma eylemlerinin nasıl örülmesi gerektiğini değerlendirmek de önem kazanıyor. 

Çeşitli sorular gündemde tazeliğini koruyor. Dünyada genel bir “göçmen sorunu”ndan söz edilebilir mi? Yükselen göçmen karşıtlığını nasıl değerlendirmeliyiz? Göçmenlerin gittikleri ülkelerde ucuz işgücü olarak ağır ve güvencesiz koşullarda çalıştırılmasını ekonomi politik düzlemde göç teması bağlamında nasıl değerlendirebiliriz? Bu hafta bahse mevzu çeşitli sorulara yanıtları Göçmen Sendikası Girişimi ile yanıtlar aradık. Göçmen Sendikası Girişimi üyesi Bala Ulaş Ersay ve Göçmen Sendikası Girişimi Avukatı Sevda Karataş sorularımızı yanıtladı.

“ASIL TEHDİT GÖÇMENLER DEĞİL”

Öncelikle, “göçmen sorunu” kavramına odaklandık. Dünyada genel olarak bir “göçmen sorunu”ndan bahsedildiğini hatırlatarak bu söyleme nasıl yaklaşmamız gerektiğini anlamaya çalıştık. Bu bağlamdaki sorumuzu yanıtlayan Göçmen Sendikası Girişimi üyesi Bala Ulaş Ersay, “Öncelikle, ‘göçmen sorunu’ olarak tanımlanan kavramın, toplumsal bir sorunu daraltılmış, hatta yanlış bir şekilde tanımlamak anlamına geldiğini belirtmek gerekiyor. Göç, insanlık tarihi boyunca var olmuş, insanların çeşitli nedenlerle (savaş, ekonomik kriz, doğal afetler vb.) yer değiştirdiği bir olgu. Dolayısıyla, göçmenlerin varlığı yeni bir durum değil, insanlık tarihinin doğal bir parçası olarak kabul edilmeli. Göçün bir ‘sorun’ olarak sunulması, toplumlardaki mevcut sosyal, ekonomik ve politik sorunları göçmenlere yükleme ve onları birer tehdit olarak görme eğiliminin bir yansıması olarak yorumlanmalı. Asıl tehdit olarak göçmenleri değil, bu tür söylemleri kullanan ve ırkçı, ayrımcı politikalara zemin hazırlayan yaklaşımları görmek gerekiyor. Bu yaklaşımların arkasında da ölümcül sınır rejimlerinden ve ‘kültür savaşı’ sanrılarından siyasi rant devşirme hayali kuran ırkçı siyasetçiler ve göçmenlerin daha fazla kriminalize edilmesiyle bu insanların emeğine daha ucuza erişmenin hesabını yapan sermaye sınıfı olduğunu düşünüyoruz” dedi.

“MEVCUT SORUNLAR ÇARPITILIYOR”

Ersay’a Kayseri’de yaşanan olaylar üzerinden göçmenlere yönelik nefret söylemlerinin hızla yayıldığını da hatırlatarak bu tarz söylemlere karşı neler yapmamız gerektiğini sorduk. “Türkiye’de Yeni Osmanlıcılığın çöküşü sonrası yükselen milliyetçilik, ekonomik kriz, işsizlik ve siyasi belirsizliklerin sorumlusu olarak göçmenlerin gösterilmesi, bu kesimlere yönelik öfkenin tırmanmasına yol açıyor” diyen Ersay sözlerine şöyle devam etti: “Siyasilerin ve medyanın göçmenleri hedef gösteren söylemleri, toplumdaki mevcut sorunların kaynağını çarpıtarak göçmenlere yönlendiriyor. Bu durumu daha da kötüleştiren, yayılan dezenformatif bilgiler ve yanlış yönlendirmeler, göçmen karşıtlığını körükleyerek şiddet eylemlerinin artmasına neden oluyor. Benzer şekilde İngiltere’de de ekonomik sıkıntılar ve Brexit sonrası artan milliyetçilik, göçmenlere yönelik şiddetin arkasındaki temel faktörler arasında yer alıyor. İki örnekte de meselenin kontrolden çıkmasına neden olan bilgi kirliliği ilginç bir şekilde paralellik gösteriyor.

“DAYANIŞMA EYLEMLERİ BÜYÜMELİ”

Peki, bu tarz ayrımcı söylemlere karşı neler yapılmalı? 

Öncelikle dayanışma eylemlerinin artması gerektiğini özellikle vurgulayan Ersay, “Bu eylemler, göçmenlerin yalnız ve savunmasız, ırkçı grupların ise güçlü ve konunun tek muhatabı hissetmemesi açısından çok önemli. Bunu göze alamayanlar ise meselede payı olan ve pogromları örgütleyen aşırı sağcı grupları, göçmenleri hedef gösteren yanıltıcı paylaşımlar yapan gazetecileri ve sosyal medya kullanıcılarını ifşalamak hatta ceza almaları için suç duyurusunda bulunmak gibi konularda inisiyatif almalı. Daha uzun vadeli çözüm ise göç yönetimi meselesinin sorumluluk paylaşımı esasına dayalı uluslararası bir yürütme organı üzerinden gerçekleştirilmesini sağlamak, bunun için de hak savunucuları uluslararası ağlarını genişletmeli ve diğer ülkelerden gruplarla bağlantılarını güçlendirmeli” dedi.

“YAKICI VE SOMUT TALEPLER HER KOŞULDA YİNELENMELİ”

Göçmenlerin gittikleri ülkelerde “ucuz işgücü” olarak ağır ve güvencesiz koşullarda çalıştırıldığını ve iş cinayetleri dolayısıyla yaşamını yitirdiklerini biliyoruz. Peki, bu sorunların çözümü için nasıl bir yol hattı önerilmeli? Bu soruyu ise Göçmen Sendikası Girişimi Avukatı Sevda Karataş’a yönelttik. Karataş şu yanıtı verdi: “Öncelikle bizler asıl sorunların açlık, yoksulluk, işsizlik olduğunu, bu sorunlara neden olanların da sermaye devleti olduğunu biliyoruz ve daha çok anlatmak için çabalıyoruz. Sendikalaşamayan işçi emekçilerin örgütlenebilmesi için çabalıyor, sınıf hareketinin örgütlü güçle yaratılabileceğini düşünüyoruz. Göçmen ve yerli işçiler arasında yaratılan rekabeti varmış gibi yansıtan kapitalist düzenin her aşamada ve koşulda teşhir edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla somut olarak da Türkiye Avrupa Birliği (AB) arasındaki geri kabul anlaşmasının iptal edilmesini, isteyen göçmenlere vatandaşlık hakkının sağlanması gerektiğini, patronların çalışma iznine başvuru şartı aranmaksızın tüm göçmenlere çalışma izni hakkı tanınması gerektiğini ve göçmenlerin sendikalara üyeliği yasal güvence altına alınması gerektiğini söylüyoruz.”

“DAYANIŞMA İLİŞKİLERİ İNŞA EDİLMELİ”

İşkolu fark etmeksizin, göçmen işçi ve işsizlerin sorunlarına birlikte çözüm yolları üretmenin önemine de değinen Karataş, “Haksızlığa uğruyorsa, sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya ise ya da işyerinde iş kazası geçirmişse ona destek olmayı, imkânlarımız dahilinde dayanışma göstermeyi hedefliyoruz ve çabalıyoruz. Sigortalı ve güvenceli iş, insan onuruna yakışır ücret talepleri ve bu taleplerin politikleşmiş talepler olarak göçmenler tarafından sahiplenilmesi için her türlü lojistik, ekonomik, hukuki vb desteği sağlama niyetindeyiz.  Fiili, meşru, bağımsız bir sendikal hareketi birlikte yaratmayı planlıyoruz. Özgür ve eşit bir yaşamı birlikte yaratabilmenin önkoşulu olarak sınıf dayanışmasına dayanıyor. Bu doğrultuda İstanbul’da başta Esenyurt, Bağcılar, Ankara’da Ulus gibi göçmenlerin yoğun yaşadığı ve çalıştığı semtlerde çalışmalar yürüterek, birlikte sosyallikler yaratmaya, güçlü dayanışma ilişkileri inşa etmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla göçmen işçiler açısından yakıcı, somut talepleri her durumda yinelememiz gerekiyor” dedi.

“SORUMLULAR CEZALANDIRILMALI”

Karataş’a mevcut sorunlar ekseninde genel olarak neler yapılması gerektiğini de sorduk. “Öncelikle ucuz iş gücü olarak en ağır ve güvencesiz koşullarda çalışarak hayatta kalmaya çalışan göçmenlere yönelen bu saldırılar işçi sınıfı mücadelesinin en acil gündemlerinden biri olmak zorundadır ve olmalıdır” diyen Karataş, “Az önce de belirttiğimiz üzere meydanları göçmenlerle dayanışma eylemleriyle doldurarak göçmenlerin yalnız ve savunmasız hissetmemesi açısından adımlar atmalıyız. Aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesi içinde kendine asla yer bulmaması gereken nefret söylemleri ve hatalı eğilimlerle karşılaşmamak için bütün işçilerin birliğini savunan bir politik mücadeleyi sendikalarda da hâkim kılmak zorundayız. Son zamanlarda devlet destekli pogromlarda, uzun süredir de yaşanan istismar ve nefret suçlarına sebep olan saldırılarda suça karışan kişi ya da kişilerin hukuk önünde cezalandırılmasını istiyoruz. Ayrıca saldırılar sırasında meydana gelen maddi zararlar tazmin edilmelidir. Irkçılık ve şovenizme karşı göçmenlere yönelik nefret söylemleri ve nefret suçlarında cezasızlık politikasından vazgeçilmeli, caydırıcı cezalar uygulanmalıdır diyoruz. Aynı zamanda ihmali ya da iştiraki sebebiyle sorumluluğu olan tüm kamu görevlileri hakkında da adli ve idari soruşturma başlatılmalı” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Cenk Saraçoğlu: “Kapitalizmin Yıkıcılığı Göçmen Sorununu Doğuruyor”

Ercüment Akdeniz: “Yerli ve Göçmen Yoksulların Talepleri Birleşmeli”

Prof. Dr. Cem Terzi: “Halkların Dayanışması Yegâne Ümittir”