Ümit Akçay: “Türkiye’deki Ekonomi Yönetimi Bir Açmaz İçinde”

Türkiye ekonomisinin son yıllarda karşı karşıya olduğu temel sorunların başında yüksek enflasyonla mücadele geliyor. 2023 yılı itibarıyla resmi enflasyon oranları yüzde 50’nin üzerinde seyrederken, gıda, enerji gibi temel ihtiyaç kalemlerinde çok daha yüksek oranlar kaydedildi. Enflasyonun bu denli yüksek seyretmesi, toplumun geniş kesimlerinde alım gücünün düşmesine ve yoksulluğun orta gelirliyi de içine alıp alanını genişleterek giderek daha da artmasıyla sonuçlandı. 

Fikir Söyleşi’de bu haftaki konuğumuz Berlin School of Economics and Law (Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Akçay oldu. 

Türkiye ekonomisine yönelik araştırmalarını, tespitlerini “Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl” adlı yeni kitabı ile okurla buluşturan Doç. Dr. Akçay, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) kararları, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Orta Vadeli Programı, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan enflasyon rakamları, halkın enflasyonun düşeceğine ikna edilip edilemediği, hükümetin ekonomi politikalarındaki tutumu ve daha birçok başlıktaki sorularımızı yanıtladı. 

Akçay “Türkiye’deki ekonomi yönetimi bir açmaz içinde, birbirine alternatif olarak uygulanan ekonomi politikaları geniş toplum kesimlerinin çıkarlarını gözetmek yerine farklı sermaye gruplarının çıkarlarını koruyor” değerlendirmesi yaparak ekonomi yönetimi konusunda önemli çıkarımlarda bulundu. 

Türkiye son yıllarda yüksek enflasyon kıskacı altında. Bu süreçte uygulanan ekonomi politikaları da tartışma konusu oldu, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de güncel olarak yaşanan hayat pahalılığı krizinin gerisinde 2021 sonbaharındaki faiz indirimleri var. O dönemde iktidar faizleri indirerek ekonomik büyümeyi sürdürmek ve 2023 seçimlerini kazanmak istiyordu. Bazı sermaye grupları da düşük faiz politikasından faydalandıkları için bu politikayı desteklediler. Geniş toplum kesimleri de ekonomik büyümeden ve istihdam artışından yararlandığı için bu politikayı destekledi. Bu politika sonucunda ekonomik büyüme ve istihdam artışı geldi ancak 2021 sonbaharında yaşanan döviz krizi ve sonrasında bunun enflasyona yansıması, hayat pahalılığı krizi doğurdu. Mehmet Şimşek 2023 seçimleri sonrasında ekonomi yönetiminin koordinasyonuna geldiğinde enflasyon yüzde 40’ın altına gerilemişti. Ancak Şimşek’in bir yıllık performansı sonrasında bu oran neredeyse iki katına çıktı. Dolayısıyla, karşımızda topluma refah ve mutluluk getirmeyen iki farklı politika seti duruyor.

Enflasyon rakamları ülkeler için oldukça önemli. Türkiye’de enflasyon, farklı kurumlar tarafından farklı rakamlarla açıklanıyor. Üstelik bu rakamlar arasında önemli farklar oluşuyor. Ülkedeki ekonomi yönetimine ve politikalarına güvenirlik açısından bu farklar ne anlam ifade ediyor?

Enflasyon konusunda farklı toplumsal kesimlerin ‘hissettikleri’ hayat pahalılığının farklı olması, onların en çok tükettiği malların fiyatlarındaki farklılıktan kaynaklanıyor. Örneğin barınma, ulaşım, gıda ve eğitim harcamalarının toplam harcamaları içinde çok büyük bir yer kaplayan orta ve alt gelir grupları için, fiili enflasyon resmi olarak ilan edilen manşet enflasyonun çok daha üzerinde. Bu nedenle pek çok kişi için resmi veriler inandırıcı gelmiyor. Enflasyonun ölçülmesi konusunda ise, en kapsamlı bütçeye ve olanağa sahip kurum elbette TÜİK. Dolayısıyla TÜİK yönetiminin kendisine yöneltilen eleştirileri dikkate alıp yanıtlaması beklenir ancak maalesef bu konuda bir gelişme görmedik.

“TCMB ENFLASYONUN YÜZDE 38’E GERİLEYECEĞİNİ İLERİ SÜRÜYOR, BU İRONİKTİR” 

“Faiz sebep enflasyon sonuç” söyleminin ardından yapılan faiz indirimleri sürecinin sonunda yine yüksek faiz ortamıyla karşı karşıyayız ve bir süre daha bu şekilde sürecek görünüyor. Merkez Bankası’nın faizi yüzde 50 oranında sabit tutması kararını da göz önünde tutarsak, enflasyonda anlamlı bir düşüş beklenmiyor. Yüksek faiz ve yüksek enflasyon ortamını özellikle ücretli çalışanlar ve sermaye sahipleri açısından ayrı ayrı nasıl değerlendirirsiniz?

Enflasyon önümüzdeki aylarda düşecek. Bu büyük oranda baz etkisiyle, yani bir yıl öncesinde yüksek enflasyonlu olan ayların seriden çıkası nedeniyle olacak. Merkez Bankası, enflasyonun yıl sonunda yüzde 38’e gerileyeceğini ileri sürüyor. İroniktir, bu oran Nurettin Nebati yönetiminin görevi bıraktığındaki enflasyon oranı. Yani Mehmet Şimşek göreve geldikten bir buçuk yıl sonra, enflasyonun göreve geldiği seviyeye gelmesini başarı olarak sunmaya çalışıyor. Enflasyonun seviyesi, geliri enflasyon oranında artan kesimler için çok büyük bir sorun olmayabilir. Örneğin 1990’lı yıllarda da enflasyon yüksekti, ancak çalışanlar enflasyon oranında hatta daha üzerinde reel ücret kazanımları elde edebildikleri sürece, bu süreçte alım güçleri düşmedi. Şimdi yüksek enflasyonun hayat pahalılığı krizine dönüşmesinin nedeni, çalışanların pazarlık güçlerinin azalması ve bu nedenle reel ücretlerindeki gerilemeyi durduramamasıdır. Sermaye için ise, özellikle fiyat belirleme gücü olan büyük firmalar için enflasyon dönemi süper karların kazanıldığı bir dönem oldu. Hatta yaygın kanının aksine, enflasyonu ücret artışları değil bu firma karları ittiriyor.

“EKONOMİ POLİTİKALARI FARKLI SERMAYE GRUPLARININ ÇIKARLARINI KORUYOR”

Yüksek faiz ve yüksek enflasyon ortamında kurun baskı altında tutulduğuna yönelik söylemler de söz konusu.   Dövizin pek çok girdi ve çıktı açısından önemli olduğu Türkiye’de kurun mevcut ve gelecek durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, kur baskı altında mı tutuluyor?

Kur 2018’den beri baskı altında tutuluyor. Daha doğrusu yönetiliyor. Ancak şu anda, Şimşek yönetiminin mevcut politika çerçevesi, enflasyonu TL’nin reel olarak değerlenmesine bağlaması ekonomi politikasındaki esnekliği azaltıyor. Enflasyonun gerilmesinin, TL’nin reel olarak değerlenmesine bağlanmasında birkaç sorun var. İlki, enflasyonun gerisindeki diğer faktörleri (örneğin firma karlarını) görmezden geliyor. Gerçekten de veriye baktığımızda, 2024 yılında TL reel olarak değerlenirken ve reel ücretler düşerken enflasyondaki artış sürdü. İkincisi, TL’nin reel olarak değerlenmesi için faizlerin yüksek tutulması, bir ekonomik kriz riskini giderek artırıyor. Dolayısıyla ekonomi politikasındaki esnekliğin kaybolması, bizi giderek riskli bir bölgeye sürüklüyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Orta Vadeli Program uygulanması ile ortaya çıkan bütün bu verilerin ve gözlemlerin arasında oldukça olumlu bir gelecek tablosu çiziyor. Mevcut ekonomi yönetiminin politikaları Türkiye ekonomisini nereye götürebilir?

Mevcut politikalar en başarılı bir şekilde sürdürülse dahi, bunların bizi götüreceği yer, ekonomideki kırılganlıkların yoğunlaşması ve yeni kriz eğilimlerinin ortaya çıkmasıdır. Şunu iyi anlamak gerekiyor: Türkiye’deki ekonomi yönetimi bir açmaz içinde, birbirine alternatif olarak uygulanan ekonomi politikaları geniş toplum kesimlerinin çıkarlarını gözetmek yerine farklı sermaye gruplarının çıkarlarını koruyor.

“ALTERNATİFLERİN UYGULANMASI, SINIFLAR ARASI GÜÇ DENGELERİNİN DEĞİŞMESİ MÜCADELEYLE MÜMKÜNDÜR”

Son olarak çözüme yönelirsek, tüm yaşananlar ve mevcut durum dikkate alındığında Türkiye’de ekonominin belirli bir stabilizasyona ve ardından ilerlemeye sahip olabilmesi için neler yapılmalıdır? Türkiye ekonomisi nasıl toparlanır, toparlanır mı?

Türkiye ekonomisinin toparlanmasının öncelikli koşulu, hayat pahalılığı krizinin sonlandırılmasıdır. Bunun için, orta ve alt gelir gruplarının alım güçlerinin desteklenmesi gerekir. İkinci olarak, yüksek gelirli gruplara ve şirketler kesimine yeni vergilerin uygulanması şarttır. Son olarak, eğitim, sağlık, ulaşım, gıda ve barınma gibi temel mal ve hizmetlerin meta ilişkisinin dışına çıkaracak kamusal girişimlerin hayata geçirilmesi gerekir. Bu kısa vadeli ‘onarım’ programı sonrasında orta ve uzun vadeli planlar yapılabilir. Ancak bu alternatiflerin uygulanması, sınıflar arası güç dengelerinin çalışanlar lehine değişmesiyle, yani mücadeleyle mümkündür.

Devletin Parası Nereye Gidiyor?

Ekonomik Krizin Yakıcılığında: Yurttaşlar Temmuz Zammı Bekliyor

Moddy’s Notu Verdi: Paranın Efendilerinden Erdoğan’ın Şimşek Programına Onay