Dünyalılar Uyanın, Nükleer Silah Çok ama Başka Gezegen Yok!

Dünya Barış Günü’nde barış kadar, barışı tehdit eden savaşı ve gerçeklikleri de konuşmak gerekiyor. Bunun için Barış Günü’ne not düşmeye çalıştığım, savaşın gerçekliği, karanlığı ve iki yüzlü dünyayı anlatan kapsamlı dosyaya göz atabilirsiniz. Bu yazının konusu ise nükleer savaş olasılığına odaklanıyor.

2023-2024 yıllarında nükleer savaş olasılığına dair tartışmalar hiç olmadığı kadar artmış vaziyette. Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki jeopolitik gerilimler, nükleer cephaneliklerin modernizasyonu, süregelen çatışmaların etkileri ve silah kontrol anlaşmalarının bozulması gibi konular öylece ortada duruyor.

Özellikle Ukrayna’daki savaş ile birlikte Batı dünyasında nükleer gerilim endişesi tırmanmış durumda. Varlığı gereği doğrudan Moskova’yı hedef alan NATO’ya karşı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in nükleer hakkındaki sözleri çatışma olasılığı tartışmalarını beraberinde getiriyor. Putin’in konuyla ilgili söylemleri inişli-çıkışlı. Kimi zaman cümlelerindeki doz hafiflese bile taktik nükleer silahların kullanımını gösteren askeri tatbikatlara izin veriyor.

Rusya’nın Kapsamlı Nükleer Deneme Yasağı Anlaşması’ndan (CTBT) çekilmesinin ardından tatbikat düzenlediğini anımsamak gerekiyor. Rusya’nın çekildiği CTBT, tüm nükleer denemeleri hem sivil hem askeri amaçlar için her ortamda yasaklayan çok taraflı bir antlaşma. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Eylül 1996’da kabul edildi ancak Çin, Mısır, Hindistan, İran, İsrail, Kuzey Kore, Pakistan, ABD anlaşmayı onaylamadığından yürürlüğe girmedi. Bilim insanları olması gerekeni söylüyor ancak uluslararası siyaset bildiğini okumaya devam ediyor.

Yani mesele tek başına Rusya ya da Putin değil. Putin mevzunun popüler aktörü. Zira nükleer silahların küresel manzarasına bakıldığında nükleer silahlara sahip dokuz ülkenin tamamı, ABD, Rusya ve Çin de dahil olmak üzere, cephaneliklerini modernize ediyor.

SIPRI’nin raporuna göre Ocak 2024 itibarıyla dünya genelinde yaklaşık 12 bin 121 nükleer savaş başlığı bulunuyor. Bunların yaklaşık 9 bin 585’i askeri stokta yer alıyor. Bu savaş başlıklarının yüzde 90’ını elinde barındıran ülkeler ise ABD ile Rusya. Çin ise her geçen gün nükleer kapasitesini artırıyor.

Geçen hafta New York Times’da yayımlanan bir habere göre ABD Başkanı Joe Biden’ın mart ayında “Nükleer Görevlendirme Kılavuzu” adı verilen son derece gizli bir nükleer strateji planını onayladığı ortaya çıktı. Söz konusu plan ABD’nin nükleer stratejisini ilk kez Çin’in nükleer cephaneliğindeki genişlemenin oluşturduğu tehdide odaklanacak şekilde yeniden düzenlemeyi öngörüyor. Yani yeni bir nükleer silahlanma yarışı kapıda değil, belki de gerçek anlamıyla çoktan başladı. Öyle ki Washington DC ve Pekin kasım ayında kısa bir süreliğine resmi düzeyde nükleer silahlar üzerine görüşmeleri yeniden başlatmıştı. Lakin müzakereler o zamandan beri donmuş vaziyette. Pentagon’a göre geçen yıl Pekin’in 500 operasyonel nükleer savaş başlığına sahip olduğunu ve muhtemelen 2030 yılına kadar 1.000’den fazla savaş başlığı sahaya süreceğini tahmin ediliyor. Bu sayı ABD ve Rusya tarafından sırasıyla 1.770 ve 1.710 operasyonel savaş başlığıyla kıyaslanıyor. Bu önemli ve güncel bilginin ardından CTBT’yi yeniden anımsayalım.

Rusya’nın Şubat 2023’te Yeni START antlaşmasını askıya alması ve Kapsamlı Nükleer Deneme Yasağı Antlaşması’ndan çekilmesi, nükleer silah kontrol çerçevelerini önemli ölçüde zayıflattığı aşikâr. ABD açısından bakıldığında Çin veya Rusya ile yüksek yoğunluklu bir savaş veya Kuzey Kore ile büyük bir çatışma kaçınılmaz olmasa bile, potansiyel çatışmalara giden yollar artıyor ve nükleer kullanımın riskleri de aynı oranda yükseliyor. Aynı durum Moskova ve Pekin için de geçerli. Tüm bunlara son derece karmaşıklaşan, kimsenin pek de güven durmadığı ve muhtemeldir ki bu yüzden durmaksızın silahlandığı uluslararası güvenlik ortamını ekleyin. Politika yapıcıların, planlamacıların ve yasama organlarının düşünülemez olanı gerçekten düşünüp düşünmediği ile ilgili bir şeyler söylemek çok zor. Ancak savaş ve çatışmalarla kavrulan dünyanın her geçen gün kaostan uzak bir hal almadığını görmek için uzman veya politikacı olmaya gerek yok.

Şimdi de geçen yılı hatırlayalım. 2023 haziran ayında Rus lider Putin, taktik nükleer silahların Belarus’a konuşlandırılacağı tarihi duyurmuş, söz konusu hamle NATO’nun Finlandiya ve İsveç’le ittifakı genişletme adımına karşılık bir adım olarak yorumlanmıştı. Temmuz 2023’te ise Soçi’de düzenlenen Uluslararası Valday Kulübü toplantısındaki uzun toplantıda Putin’in değindiği konulardan biri yine nükleer silahlardı. Putin, Rus devletinin varlığının tehlikeye girmesi halinde nükleer silahları kullanacaklarını belirtip “Aklı başında olan hiç kimsenin Rusya’ya karşı nükleer silah kullanmayı düşüneceğini zannetmiyorum” demişti.

Bu silahların karşılıklı olarak kullanılması dünyanın nükleer kışa gireceği, 5-6 milyar insanın ölümüne yol açacağı, bir başka deyişle insan neslinin yok olacağı anlamına geliyor. Tek bir nükleer silahın kullanılması bile gezegeni önü aşılamayacak bir nükleer savaş felaketine sürükleyebilir.

Zaten bilim dünyası da nicedir bunun uyarısı yapıyor. JAMA, New England Journal of Medicine, British Medical Journal ve Lancet gibi sayıları yaklaşık 100’ü bulan saygın tıp/bilim dergilerinin geçen yılın başında yaptığı ortak çağrı önemliydi. Atom Bilimciler Bülteni’nin Bilim ve Güvenlik Kurulu, Nükleer Kıyamet Saati’nin akrep ve yelkovanını gece yarısından 90 saniye öne taşımıştı. “Doomsday Clock”, atom bilimcileri tarafından kabul edilen sembolik bir saat. İnsanların bir küresel felakete ne kadar yakın olduğunu göstermek için kullanılıyor. Ancak sembollerin hayatın gerçeğine dönüşebileceği bir dünyada yaşıyoruz, tarih bunun canlı ve süregelen kanıtı.

Bilim insanlarının çağrısının özü, “Nükleer silahlar insanlığı yok etmeden biz onları yok etmeliyiz” şeklinde. British Medical Journal baş editörü Kamran Abbasi, araştırmacılar Parveen Ali ve Virginia Barbou, 2022 ağustos ayında BM Genel Sekreteri António Guterres’in dünyanın artık Soğuk Savaş’ın doruğundan bu yana görülmemiş bir nükleer tehlike zamanında olduğu yönündeki uyarısı şu sözlerle anımsatıyor:

“Herhangi bir nükleer silahın kullanılması insanlık için felaket olurdu. Dünyadaki 13 bin nükleer silahın yalnızca 250’sini içeren ‘sınırlı’ bir nükleer savaş, 120 milyon kişiyi doğrudan öldürebilir ve 2 milyar kişiyi riske sokacak şekilde küresel iklim bozulmasına neden olabilir. ABD ve Rusya arasındaki büyük çaplı bir nükleer savaş, yakın vadede 200 milyon kişiyi öldürebilir ve potansiyel olarak 5 ila 6 milyar kişiyi öldürebilecek bir küresel “nükleer kışa” yol açabilir, insanlığın hayatta kalmasını tehdit edebilir. Bir nükleer silah patladığında, tamamen nükleer savaşa tırmanma hızla meydana gelebilir. Bu nedenle nükleer silahların kullanımının önlenmesi acil bir kamu sağlığı önceliğidir ve aynı zamanda sorunun temel nedeninin ele alınması için nükleer silahların kaldırılması için temel adımlar atılmalıdır”

Uzun lafın kısası mevcut nükleer silahların kontrolü ve yayılmasını engelleme çabalarının dünya nüfusunu korumak için yetersizliğine işaret ediliyor. Mevcut durum hiçbir uluslararası gücün nükleer silahlarından vazgeçmeyeceğini ortaya koyuyor.

1954 yapımı, başrolünde Richard Windmark’ın oynadığı “Tehlikeli Sular” filmi Soğuk Savaş döneminde çekilmişti. Amerika’ya karşı komünist komplo “kahramanca” önleniyor, atomik ada üssü aranıyor, hidrojen bombası testini durdurmak için “dünya barışının peşinden koşan” Amerikan denizaltısı düşman kuvvetlerince saldırıyı uğruyordu. Geçen yıl konuştuğum Prof. Dr. Tolga Yarman anımsatmıştı bu filmi bana. Yarman, uluslararası birçok akademik etkinlikte Türkiye’yi yıllarca temsil etmiş; enerji, nükleer enerji, savunma alanlarında çok sayıda çalışması bulunan, Einstein’ın Görecelik Kuramı ile Modern Atom Kuramı’nı birleştirmek üzere çalışmalar gerçekleştirmiş bir isim. Amerikalıların nükleer savaşı senaryo olarak Hollywood eliyle daha önceden çalıştığını söylemişti. Kuşkusuz hayat, bilhassa böyle meseleler filmden ibaret olmayabilir.

O zaman lafı dolandırmadan direkt sorayım: III. Dünya Savaşı ihtimali abartıdan mı ibaret, yoksa hiç olmadığı kadar yakın mı? Her ne kadar kırmızı bir düğme olmasa da birileri o kırmızı düğmeye basar mı?

Savaş tamtamlarını çalan ben değilim. Dünyanın gittiği yeri merak eden, politikadan tiksinen ve takip eden bir barışseverim. Ama bu sorunun sorulması gerek. Tolga Yarman’a göre ortada bir abartı yok. “Herhangi bir süper güç, nükleer silahlara sahip bir ülke gider üç teröriste görev verebilir. Koltuklarının altına üç bavul sıkıştırır, teröristler bavullarda ne olduğunu bilmez. ‘Bunları götürüp şuraya koyacaksınız’ derler. Dışarıdan patlatabilirler. Bütün bir sistemin altüst olması işte bu kadar kolay… Dolayısıyla evet, nükleer tehlike var. Her zaman vardı. Bu benim deyiyimimle dahiyane bir ahmaklık tablosudur” diyor. Komplo teorisi mi? Belki kimilerine göre öyle belki değil.

Ama insanlığın paradoksal bir durumla karşı karşıya olduğu su götürmez. Bir yandan teknolojik açıdan gelişiyor öte yandan kendini yok ediyor ve üstelik bu çerçeve içinde geri adım dahi atmıyor. Yapılması gereken belli. Yapılması zor da değil. Dünya yine bir topyekun çılgınlık döneminden geçerken, gözler nükleer silahı olan bölgeler ve sıcak çatışma/savaş alanlarına çevriliyor. Yapılması gereken mi? Halihazırda süren çatışmalarda tarafların nükleer silah kullanmayacaklarını ilan etmesi, ülkelerin nükleer silahlarını anında kullanılabilecek konumdan çıkarması, nükleer silah sahibi ülkelerin ilk önce kullanmama politikasını kabul edip açıklaması. Sonuncu madde ise hem en kolayı hem en zoru olsa gerek: “Aklıselim olmak ve başka bir dünyanın olmadığının farkına varmak”

Yazıyı 80’ine merdiven dayamış Profesör Tolga Yarman ile geçen yıl yaptığım söyleşiden bir bölümle bitireyim:

“Düşünsenize mavi gezegen yok! Dünyalılar uyanın. Gidecek başka bir yuvamız yok bu dünyadan başka! En yakın yıldız Alfa proxima, Beta proxima. Kim gidecek oraya ya? Bu uçsuz bucaksız karanlıkların ortasındaki, ummanın ortasındaki şu nazar boncuğu gibi yuvanızın kıymetini bilin demesi gerekiyor bilim insanlarının dünya insanına. Ne gerek var çocuklar? Bu drama, bu trajediye, bu komediye? Kafayı yemeyin, kafayı çizmeyin! Sizin de gireceğiniz yer bir metrekarelik yüzey alanından, bir çukurdan ibaret. Dikine girerseniz biraz daha küçük bir yüzey alanından ibaret! Beni anladınız mı?”

Anladınız mı?

Yahya Sinvar: Hamas’ın En Şahini, Roman Yazarı Yeni Lideri

“Biden Daha Önce Çekilseydi Cumhuriyetçilerin Eli Daha Rahat Olurdu”