Türkiye Geçinemiyor, Kriz Derinleşiyor, İktisatçılar Çözüm için Ne Öneriyor?

Türkiye’de artan hayat pahalılığı ve ekonomik belirsizlik, milyonlarca insanı derin bir geçim sıkıntısına sürüklüyor. Gıda fiyatlarından konut kiralarına, enerji maliyetlerinden temel ihtiyaçlara yansıyan zamlarla her alanda hissedilen bu zorluklar, hanelerin bütçelerini zorlayarak geçinmeyi her geçen gün daha da imkânsız hale getiriyor. Ekonomik krizle başa çıkmaya çalışan halk, yüksek enflasyon ve düşük alım gücüyle mücadele ederken, çözüm bekleyen sorunların ağırlığı altında eziliyor.

Türkiye’deki ekonomik sıkıntılar son dönemde yayınlanan verilerle net bir şekilde ortaya koyuluyor. TÜİK’in verileri de artık mevcut durumu gözler önüne seriyor.

TÜİK’e göre, 2024 yılı ağustos ayı enflasyon oranı yıllık bazda yüzde 51,97 olarak gerçekleşti. Bunun yanı sıra aylık bazda yüzde 2,47 oranında bir artış yaşandı.  Bağımsız kuruluş Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) verilerine göre ise 2024 yılı ağustos ayı için yıllık enflasyonu yüzde 90,35. ENAG’ın hesaplamalarına göre, ağustosta tüketici fiyatları yüzde 3,47 artış gösterdi bu da TÜİK’in verilerinden daha yüksek bir oran.

Buna karşın, TÜİK ve Merkez Bankası, yıl sonu enflasyon tahminlerini yüzde 38-42 aralığında tutmaya çalışırken, reel ekonomik veriler daha zorlayıcı bir tabloyu işaret ediyor.

Peki çözüm ne?

Fikir Gazetesi geçinemeyen Türkiye’nin karşılaştığı sorunlara ilişkin çözüm önerilerini iktisatçılara sordu. 

YÜKSEK ENFLASYONLA NASIL MÜCADELE EDİLEBİLİR?

Faizleri indirdik, enflasyonu indirdik, yaparsak yine biz yaparız” 2023 yılındaki seçim kampanyasında sıkça vurgulanan bu mesaj Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait. 

“Alışveriş yapan, pazara, çarşıya çıkan herkes filizini nasıl doldurduğunu ya da dolduramadığını biliyor. Geçen hafta aldığınız malların, hizmetlerin bedeli bir hafta içinde, on gün içinde devamlı değişiyor.” cümlesi ise Prof. Dr. Kaya Ardıç’a.

Prof. Kaya Ardıç tutarlı bir para politikası ve bunu destekleyecek bir maliye politikası olmadan yüksek enflasyonla mücadele edilemeyeceğinin altını çiziyor. 

Prof. Ardıç, “Sorunlar öteleniyor, çözülmüş gibi yapılıyor. Hani bu miş gibi yapmak vardır, yanlış söz değil. Halının altına süpürülüyor. Sürdürülebilir bir durum değil. Ama bundan önce Türkiye’nin ekonomik sorunlarını tartışırken ekonominin özü olan kıt kaynakların etkin kullanılmasını unutmamız lazım.” diyor. 

Hiç uçak inmeyen hava meydanlarını itibardan tasarruf olmaz deyip yapılan harcamaları mevcut sorunlara çözüm olabilecek kaynakların israfı olarak nitelendiren Ardıç, önce bu israfın durdurulması gerektiğini belirtiyor. 

Hükümetin enflasyonla mücadele için öncelikle yatırımcısından iş insanına, tüketicisinden vatandaşına güven aşılaması gerektiğini aktaran Prof. Ardıç, TÜİK’in verilerine göre en yüksek gelir grubu olan yüzde 20’nin milli gelirin yüzde 54-55’ini en düşük yüzde 20’nin ise milli gelirin yüzde 5’ini aldığına dikkat çekerek dengesizlik vurgusunda bulunuyor.

Prof. Dr. Hakkı Hakan Yılmaz da aynı noktaya dikkat çekiyor. Enflasyonla mücadele programının başarılı olması için para politikasının maliye politikası tarafından mutlaka desteklenmesi gerektiğini belirten Prof. Yılmaz, “Bu anlamda kamu harcamalarında önceliği olmayan alanların belirlenip harcamaların azaltılması ve/veya ertelenmesi, vergilerin özellikle dolaysız vergilerin (gelir ve kurumlar vergisi gibi) artırılması ve servet vergisi benzeri uygulamalarla kamu gelirlerinin artırılması suretiyle bütçe açıklarının azaltılması önemli.” diyor.

Dr. İlhan Döğüş’e göre ise hükümetin yapması gerekenleri kısa ve uzun vade olarak ikiye ayırmak gerekiyor. Kurun enflasyona etkisini kırarak kısa vadede çözüm sunulabileceğini belirten İlhan Döğüş, uzun vadede ise ithalat bağımlılığını düşürmek gerektiğini belirtiyor. 

“Devlet aynı Kur Korumalı Mevduatta (KKM) yaptığı gibi diyebilir ki kurun enflasyona etkisini fiyatınıza yansıtmazsanız ben vergi indirimi yapacağım ya da kur farkını ben üstleniyorum diyebilir. Devletin bunu yapma gücü var.”

PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN SORUNLAR NASIL AŞILACAK?

İstanbul Planlama Ajansı’na göre, İstanbul halkının yüzde 50’si geçim sıkıntısı yaşıyor. Türkiye’nin genelinde de öncelikli mesele farklı değil.

Merkez Bankası’nın faiz oranlarını düşük tutma politikası, enflasyonu kontrol altına almak yerine ekonominin aşırı ısınmasına yol açmıştı. Türk Lirası değer kaybı yaşamaya devam ediyor. Peki para politikasına ilişkin sorunlar nasıl aşılacak?

Ekonomistlerin çözüm önerisi benzer: Maliye politikası tarafından desteklenen tutarlı bir para politikasıyla…

Para politikasına pasif bir rol vermek lazım. Üzerine bu kadar yüklenmemek lazım” diyen Dr. İlhan Döğüş, “Siz ülkeyi kalkındırırsanız dolayısıyla enflasyonu da alt edersiniz. Para politikasının burada yapacak bir şeyi yok. Para politikasının burada yapacağı şey maliye politikasına eşlik etmektir” ifadelerini kullanıyor. 

Prof. Hakkı Hakan Yılmaz ise “Para politikasının son dönemde doğru yolda olduğu söylenebilir” diyor ve ekliyor: 

Ama maliye politikası tarafından yeterince destelenemezse ve orta dönemde yapısal reformlarla programlardaki iyileşme kalıcı hale getirilemezse para politikası tek başına yeterli olmayacaktır. Bu ise ekonomi açısında daha yüksek maliyetli olacak olan faiz artışlarını da beraberinde getirecektir.” 

Profesör Kaya Ardıç da dengeli, tutarlı bir iktisat politikası gerekliliğinin altını çiziyor: 

“Maliye politikası eğer sizin para politikanızı desteklemiyorsa, bu ince ayarlarla olacak iş değil. Daha oraya çok uzak Türk ekonomisi. Onun için önce hukuk, sonra insan hakları. Bu gelir dağılımındaki çarpıklığın giderilmesi için gerekli.” 

CARİ AÇIK VE BÜTÇE AÇIĞI NASIL KAPANACAK?

Türkiye ekonomisinde yaşanan bir diğer sorun ise cari açık ve bütçe açığı. Ekonomide ikiz açık olarak nitelendirilen bu problem, vatandaşı kemer sıkmaya iten nedenlerden bir diğeri.

2024 ocak-ağustos döneminde Türkiye’nin bütçe açığı 976,6 milyar TL. 2023’ün bütününde ise 383 milyar TL idi. Yüzde 100’den fazla artış yaşanan 8 ayda bu iki açık kapanmadan kemer sıkmaya devam edilecek gibi gözüküyor.

Enerji fiyatları ile dünya ekonomisinde yaşanacak olan durgunluğun 2025 ve izleyen dönem hedefleri açısından risk taşıdığını belirten Prof. Hakkı Hakan Yılmaz, “Bütçe açığının yılın geri kalan kısmında uygulanacak tedbirlerle azaltılması ve 2025 yılı için daha kapsamlı ve şeffaf bir maliye politikası uygulanmasıdır. Bu anlamda 2025 yılına ilişkin Orta Vadeli Program (OVP) hedefine ulaşmak için başta vergi olmak üzere ilave tedbirler alınması gerekmektedir. Cari açığın düşük seviyede tutulması ise doğrudan ekonomide verimliliğin artırılması suretiyle rekabet gücünün desteklenmesi ve enerji maliyetlerinin düşük seviyesini devam ettirmesine bağlı görülmektedir.” ifadelerini kullanıyor.

Ülke olarak pahalı ithalat yapıp ucuz ihracat yaptığımıza dikkat çeken Dr. İlhan Döğüş ise kur ne olursa olsun açık verildiğinin altını çiziyor. 2002 sonrası Türkiye’nin vergi gelirinin de ithalata bağlandığına dikkat çeken Döğüş, “İlaç, otomobil, makine gibi pahalı ithalata karşılık penye gibi ucuz ihracat yapıyorsunuz. Dolayısıyla hep cari açık oluşuyor. Kur 30 da olsa 10 da olsa hep açığınız var. Bunu görmeniz lazım artık. Bütçe açığı arttı diye kamu tasarrufu yapalım kemer sıkalım diyorsunuz. Asıl israfın kaynağı olan harcamalara dokunulmuyor memur, öğretmen, işçiye dokunuluyor. Türkiye her türlü kemer sıktırılıyor.” açıklamalarında bulunuyor.

KAPASİTE KULLANIMI NASIL DÜZELECEK?

“Türkiye, cari açık vererek dış dünyanın tasarruflarını kullanıyor, borçlanıyor.” diyor Prof. Kaya Ardıç.

Merkezi hükümetin Mayıs rakamlarına göre 7 trilyon 641 lira TL olarak borç stoku var. Özel sektörün ve finans kesiminin borcu hariç tabi bu rakamlardan…

Bu kadar büyük borç stokuyla, bu kadar büyük dışa bağımlılıkla, siz bağımsız politikalar da güdemezsiniz. Dolayısıyla ithalatın azaltılması söz konusu değil” diye belirtiyor Prof. Ardıç ve konuya ilişkin çözüm önerisini de ekliyor:

Bu girdi bağımlı yapıyı, üretim yapısını, önce düşürmek sonra değiştirmek lazım. O da ha deyince olmaz ama bu süreç başlatılabilir. İthalatın girdi bağımlılığını düşürmek ihracatta katma değeri yüksek ürünler üretmek gerekir.

Dr. İlhan Döğüş’e göre çözüm kamu yatırımlarından geçiyor. Emek yoğun ihracata karşılık sermaye yoğun ithalat yapıldığını ve bunun yoksulluğa yol açan faktörden biri olduğunun altını çizen Döğüş, “Türkiye ekonomisi ve halkı sıkıştırılmış durumda. Faiz düşürülürken inşaat düşünülüyor faiz arttırılırken tekelci sermaye grupları düşünülüyor. Sosyal bir devlet burada kamu yatırımlarını geliştirebilir. İstihdamı arttırabilir, özel yatırımları teşvik edecek şekilde kamu yatırımları yapabilir. Devletin öncülüğünde sektöre dönüşüm…” olarak sunuyor çözüm önerisini. 

Prof. Hakkı Hakan Yılmaz ise çözümü kısaca “Türkiye özellikle potansiyel büyüme seviyesini artırmamaktan kaynaklı bir büyüme ve istihdam sorunu ile karşı karşıyadır. Bu yüzden ülkenin kapsamlı bir kalkınma stratejisi ve planına ihtiyacı vardır.” sözleriyle özetliyor.

DENGESİZ BÜYÜME NASIL DÜZELECEK?

Geçen sene büyüme yüzde 5 civarıydı fakat bunun 8 puandan fazlası iç talep kaynaklıydı. Net ihracatın katkısı da -3 puanın üzerindeydi. Dengesiz büyümeydi ve enflasyonu, cari açığı doğuruyordu.” 

Yukarıdaki cümleler Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e ait. 2023-2024 yıllarını kapsayarak “geçen yılkı büyüme dengesizdi” diyen Bakan Şimşek’in cümlelerini ekonomistler kabaca on yıldır dengesiz büyüme halindeyiz diye yorumluyor. 

Dünya Bankası ise Türkiye’nin 2024 ve 2025 yıllarındaki büyüme tahminlerini düşürmüş durumda.

Dengesiz büyüme yaşayan Türkiye bu durumdan nasıl kurtulur? 

Dr. İlhan Döğüş’e göre ekonomi politikasını Merkez Bankası’nın para politikasına endeksleyen düzenden çıkmamız gerekiyor. 

Prof. Kaya Ardıç’a göre, tutarlı bir büyüme politikası, tutarlı bir iktisat politikası ve gerçekçi hedefler koyup, bu gerçekçi hedeflere uygun araçları kullanmak gerekiyor.

Prof. Hakkı Hakan Yılmaz’ın yanıtı ise kısa ve net. Kalkınma stratejisinin eksikliği ve verimlilik oranlarındaki düşmenin düzeltilmesi gerekliğinden bahsediyor.

ADALET VE EKONOMİ ARASINDAKİ UÇURUM ARTIYOR, SOSYAL SORUNLAR ÇOĞALIYOR

Yaşanan bu dengesiz büyü(yeme)me durumu sosyal sorunlara da yol açıyor. Halkın büyük bir kesimi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaya devam ediyor. Geçinemeyen, ezilen, barınamayan halk geniş kesimleriyle; çiftçisiyle, köylüsüyle, memuruyla, emeklisiyle, esnafıyla güç durumda. Adalet ve ekonomi arasındaki uçurum giderek artıyor.

Peki ne yapmak lazım?

Prof. Kaya Ardıç, “dengesizliği azaltıcı yönden kimsenin elinde sihirli değnek yok. Bunu kabul ediyoruz” diyor ve ekliyor, “Ama hiç değilse halka bunun yavaş yavaş giderek azalacağı izlenimini veren bir takım gelir politikasında, gelir dağılımında değişiklikler yapmak lazım. Bu da vergi oranlarıyla olur.” Devletin büyük bir kaynak israfı içinde olduğunun altını bir kez daha çizen Prof. Ardıç yapılan bu israflarla gelir dağılımında düzeltmeye gidilmesinin pek de mümkün olmadığını belirtiyor.

Dr. İlhan Döğüş ise yeni bir perspektif açıp şu çağrıda bulunuyor: “Gıda ve barınma talebi esnek olmadığı için fiyatları daha da artırılan ürünler bunlar. O zaman devlet der ki bu kiraları ben üstleniyorum. Dolasıyla kiradaki artış oranını baskılayabilir.”

Devletin harcamalarını finanse etmek için vergi toplamadığını belirten Döğüş, “Devlet, fazla parayı emmek ve yeniden dönüşüm amacıyla vergi toplar. ‘Bizim vergimiz yok, bizim dışarıdan para bulmamız lazım’ gibi cümleler hep bizi yoksulluğa mahkûm etmek için uydurulmuş yalanlar. Türk Devletinin içeriden yapacağı TL harcaması için dışarıdan dolar bulması gerekmiyor.” diyor.

Prof. Hakkı Hakan Yılmaz’ın açıklamaları ise Fikir Gazetesi’nin geçen haftaki sayısında yayınlanan ‘Geçinemeyen Türkiye’nin En Zor Yılı 2025 mi Olacak’ haber dosyasını tekrar hafızalara getiriyor.

Prof. Yılmaz, “Özellikle 2025 yılında başta gıda olmak üzere temel gereksinimlerde bir krizi yaşanması muhtemel görülmektedir. Bunun içinde özellikle vergiler ve kamu sosyal transferlerinin yoksullaşan haneleri desteklemek üzere kullanılması gerekmektedir. Bu anlamda programın terzi hassasiyetinde tasarlanması ve uygulanması gerekmektedir.” ifadelerini kullanıyor.

YOKSULLAŞMAYI DERİNLEŞTİREN EN BÜYÜK FAKTÖR NE?

Türkiye’deki yoksullaşma sorunu, giderek artan enflasyon, cari açık, bütçe açığı ve para politikasındaki belirsizlikler gibi makroekonomik sorunlar etrafında şekillenmeye devam ediyor. Derinleşen geçim sıkıntısı içerisindeki halkın mevcut durumu nasıl geriye sarılacak?

Türkiye’deki yoksulluğu körükleyen en büyük faktörü Türkiye ekonomisindeki prodüktivite verimlilik düşüklüğü olarak açıklayan Prof. Ardıç, bunun kaynakları etkin kullanamamaktan kaynaklandığını belirtiyor. 

Etkin kullanmak ne demek? Minimum girdiğiyle maksimum çıktığı elde etmek demektir.”

Türkiye’nin kaynaklarını israf ettiğini ve mevcut potansiyelini kullanamadığını belirten Prof. Ardıç, tutarlı ve planlı bir iktisat politikası izlenmesi gerektiğini aktarıyor. Prof. Ardıç, mevcut merkezi hükümetin hem içeride hem de dışarıda güven yaratarak memleketin sorunlarına çözüm arayan ilişkiler kurması gerektiğinin de altını çiziyor.

Prof. Hakkı Hakan Yılmaz yoksulluğu derinleştiren en birinci faktör grubu “kayıt dışı çalışma, piyasada oluşan ücretlerin düşüklüğü ve asgari ücrete yakınsamasıdır” olarak nitelendiriyor.

Kamu sosyal harcamaları ve vergiler sonrası değişen ikinci gelir dağılımının ise birincil dağımdaki sorunu gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi yeterince çözemediğini belirten Prof. Yılmaz, “Dolaylı vergilerin yüksekliği ile kamu sosyal koruma harcamalarının düşüklüğü ve kırılgan grupları yeterince kavrayamaması yoksulluğun kalıcı olmasına neden olmaktadır.” diyor.

Dr. İlhan Döğüş ise Türkiye’nin mevcut kapitalist yapılanmasında ithalattan beslenen tekelci bir yapıya karşılık yer alan emek yoğunluklu ihracat sisteminin değişmesini gerektiğini belirterek mevcut uygulamanın yoksulluğu derinleştirdiğinin altını çiziyor.

Bitmeyen Tartışmaya 3 Cevap: Stagflasyon Nedir, Nasıl Önlenir?

Derin Yoksulluk Kıskacındaki Emekliler Ne İstiyor?