Altın Koza’nın Ardından: Sanat Tarihin Önünde Yürür

31. Altın Koza Uluslararası Film Festivali sonuçlandı. Kimi için sevinç, kimi için hayal kırıklığı, kimi için beklenen, kimi için de sürpriz oldu açıklanan sonuçlar. Hepimiz, yarışmacı filmler açıklandıktan sonra üzerinde konuşmaya başladık, kendimizce tartıştık, son sözü seçiciler kurulu (jüri) söyleyecekti; söyledi. Şimdi sonuçları tartışıyoruz.

Açıklamayı yapan Seçiciler Kurulu Başkanı Nuri Bilge Ceylan da, “Bugün bu filmler seçildi, ama aynı kurul, belki bir hafta sonra başka bir filmi seçebilirdi; zamana, zemine, ortama, ruhsal ve düşsel koşullara bağlı olarak değişebilir sonuçlar” dedi, mealen. Haklıydı Ceylan, hele başka bir kurulun bambaşka kararlar verebileceği apaçık.

Sırada Antalya Altın Portakal var ve geçen yıldan beri kara bulutlar dolaşıyor Antalya’daki festivalin üzerinde. Sosyal, siyasal, ekonomik, ekolojik, kültürel bir sorun bu ve Belediye de festival yönetimi de iyi yönetemedi/yönetemiyor süreci.

Adana sinemadır, sinema da Adana

Sinemayla ilgili olanların bildiği gibi, eskiden “işletmeciler” döneminde, filmin oyuncularını hatta konusunu da parayı veren işletmeciler belirlerdi. En büyük ya da en güçlü işletmeciler Adana bölgesindeydi. Çukurova Kalkınma Ajansı’nın, Altın Koza ve Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi işbirliğinde yaptığı çalışma sonuçlarına göre, Adana’da 1960’larda toplam 120 sinema bulunuyormuş… İlginç bir not, bu sinemaların büyük çoğunluğu (85 adedi) açıkhava sineması. Yaşar Kemal’in –ve diğer edebiyatçıların da- tanımladığı gibi yılın büyük bölümünde cehennemi sıcakları olan kentin bir film boyunca bile salonda oturmaya tahammülünün olmaması doğal karşılanmalı, ama artık klima denilen bir araç var, her ne kadar karbon ayak izini arttırsa da hepimiz kullanıyoruz. 

Adana, sadece yurtiçi değil, uluslararası ilişkilerin de merkezi aynı zamanda; buna da bağlı olarak filmler yakın uzak tüm kentlere, hatta yakın uzak ülkelere de dağıtılıyor. Bu, kentin ve işletmecilerin (sinema özelinde olduğu kadar hemen tüm endüstrilerde de) önemini sergiliyor. Hem zaten, Yeşilçam filmcileri, anılarında, Adana bölgesinden destek (para) almışlarsa filmin zarar etmeyeceğinden emin olduklarını dile getiriyorlar.

Festivalle birlikte…

İlkin Antalya, var olan etkinliğini Sinema Festivaline dönüştürmüş, Adana da hemen peşinden gelmiş. 1969’da başlayan festival serüveni birçok kez darbeler, depremler ve ekonomik zorunluluklar nedeniyle birkaç kez ara verdiği yolculuğuna 2005’te yeniden başladı ve bugüne geldi. Bugün, belki de, Altın Koza, Türkiye’nin en etkin sinema festivali; özgün ve özgür oluşuyla. Altın Koza, sadece filmlerle sınırlı değil, yanı sıra birçok kültür sanat etkinliğini de taşıyor. Öğrencilere yönelik açtığı senaryo, kısafilm yarışmalarıyla, özellikle iletişim fakültesi öğrencilerini desteklemesi önemli. Bu yıl, bir de Adana Film Endüstrisi Çalıştayı düzenlenmişti, festivalle birlikte. Sonuçları açıklandığında yol gösterici olacağını düşünüyorum.

Sinema sevgidir, sinema dayanışmadır!

Bu yıl, festivalin belirleyici sözü “umudun ışığında”ydı bana göre; çünkü umut veren insanlar, umut veren filmler ve umut veren düşünceler buluştu. Festivalin heyecanından önce tarımın tükenişinin, hayat pahalılığının, betona dönüşen bitek toprakların hüznü sardı bizi, daha uçak teker koymadan. Üzülmemek elde mi? Ama yine de ilk andan başlayarak, Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın, “Adanalı misafirperverdir, kucak açar” dediği gibi güler yüzle karşılandığımız için sıyrıldık o duygudan. 

Festivalin son birkaç yıldır yapıldığı “esas01”in tüm salonları doldu taştı. 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde, ücretsiz izlenen ana yarışma Uzun Metraj filmlerin yanı sıra Uluslararası Kısafilm Yarışması, Edebiyat Uyarlaması Uzun Metraj Senaryo Yarışması, Adana Kısafilm Yarışması, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması, Kısa Gösterim Seçkisi, Belgesel Film Yarışması, çocuk filmleri gösterimi ile sergiler, söyleşiler, paneller, seminerler ilgiyle izlendi. “Polonya Şimdi” film seçkisi ile uluslararası festivallerden ödüllü filmler izleyicinin beğeniyle izlediği bölümlerdi. Ülkemizde de, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi film festivali var ama hemen hiçbiri bu kadar çok izleyici toplamıyor gösterimlerde. Kuyruklar oluşuyordu koridor boyunca ve insanın göğsü kabarıyor. 

Zaman kısa…

“Sanat uzun, zaman kısa” sözü bir kez daha kanıtlandı Adana’da… Bir hafta boyunca filmden filme koşturanlar, yetişemediklerini ikinci gösterimde izlemek için yeniden plan yaparken; şehri görmek, tarihi ve doğal güzellikleri tanımak isteyenler özel bir gezi planlamak zorunda kaldı.

Adana, gerek kültürlerin gerek medeniyetlerin gerekse de halkların buluşma merkezi olduğu için çok yönlü ve çok önemli bir yerleşim. Tarihin en eski çağlarından bu yana buluntuların sergilendiği Adana Müze Yerleşkesi -içinde Arkeoloji Müzesi, Tarım Müzesi, Sanayi Müzesi, Edebiyat ve Sinema Müzesi yer alıyor- eski Milli Mensucat Fabrikasında konuşlandırılmış. Müthiş birikimli müzeleri gezmek için tabii ki zamana ihtiyaç var. 

Merkez ilçelerden Seyhan Belediyesi de bir çırçır fabrikasını kültür merkezine dönüştürmüş. İzlediği ilk filmin etkisinden kurtulamadığı için Yılmaz Güney’le önce yazışarak sonra görüşerek ilişki geliştiren Tahir Yüksel’in “Endişesiz Bir Ülke, Endişesiz Bir Dünya İçin” başlıklı, daha önce görülmemiş birçok Yılmaz Güney fotoğrafını içeren sergi de çırçır fabrikasındaydı. Vadullah Taş’ın “Edebiyattan Sinemaya 1960-1990” sergisi Tiyatro Salonunda buluştu izleyicilerle…

Yılmaz Güney Müzesi açılacak

Nuri Bilge Ceylan, festival yoğunluğundan olsa gerek, Adana’nın sinema müzesine kavuşturulmasını istedi. Oysa sinemanın merkezi olarak tanımlanan Los Angeles, Mumbai (Bombay), Roma, Berlin, İstanbul gibi şehirlerde bile Adana’daki kadar sinema müzesi yok. Belediyenin Sinema Müzesi, Sabri Şenevi’nin Sinema Evi (dünyanın başka bir yerinde kursaydı o evi, adı duyurulur heykeli dikilirdi), Müzeler yerleşkesindeki Edebiyat ve Sinema Müzesi ile Adana gerçekten sinema şehri olduğunu kanıtlıyor. Eksiği yok mu? Var tabii. Yılmaz Güney Müzesi açılmalı. Başkan Karalar Yılmaz Güney Müzesi için çalışmalarının olduğunu açıkladı. 

Adana’ya çağrılı gelen konukların Adana’yı gezebilmesi için bir, hatta birkaç zaman aralığı bırakılması gerekir. Yaşar Kemal’in doğduğu köyden (heykeli bile yeterli aslında orayı görme nedeni olarak), Yılmaz Güney’in büyüdüğü mahalleye, Orhan Kemal’in Kanlı Topraklar romanında anlattığı mahallelerden, Anavarza Kayalıklarına gezilmesi, görülmesi gerekli o kadar çok yer var ki… Bir gerekçe daha: Adana’da 2013’ten bu yana, 11’i yüz bin bileti aşan 35 film çekilmiş. Pandemiden sonra 36 ayda 28 diziye ev sahipliği yapmış. Demek ki, pamuk tarlalarından seralara, deniz kıyısından ırmak boylarına, baraja kadar her yeri gezdirmeliler sinemacılara… Belki bir değil, birkaç güne yayılmış birkaç gezi düzenlenebilir ve hem filmlerden geri kalmaz konuklar hem de Adana’yı tanırlar. Özetlersek, Adana sadece kebap kenti değildir.

Yaşanabilir bir dünya için…

“Sinema Ekosistemlerinde Sürdürülebilirlik ve Ekosinema” başlıklı panelden öğrendiklerimiz, küresel ısıtma ve iklim kriziyle de bağlantılı olarak sinemacıların neler yapılabileceğiyle neler üzerine yoğunlaşması gerektiğiydi. Belki ayrı bir yazının konusu olabilecek kadar önemli, yaşamsal bir konu bu. Üzerinde durulmalı. 75 milyon TL bütçeli bir filmin 2500 ton karbon salımına neden olduğu belirlenmiş. Bu, bir kişinin bir yıllık elektrik tüketimine, uçakla İstanbul-Londra gidiş gelişine ve Times Meydanının 5 gün aydınlatmasıyla eşdeğer. Bu da gösteriyor ki, sürdürülebilir yapımlar için kollar sıvanmalı. Tabii ki, öncelikli eğitim alınması gerekir.

Levent Üzümcü: Okulda Tiyatro için Kapıyı Kapatırlarsa Bacadan Gireceğim

Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nden Kısa Kısa