TBMM İLİÇ MADEN KAZASINI ARAŞTIRMA KOMİSYONU, KIŞLADAĞ ALTIN MADENİ’NE ZİYARET GERÇEKLEŞTİRDİ.
Yukarıdaki başlık Kanadalı şirket ELDORADO GOLD’un ülkemizdeki işbirlikçi ortağı TÜPRAG’ın TÜPRAG Linkedin’de yayınladığı gönderisinden alındı. Gönderinin devamında, “Ziyaret kapsamında yönetim kurulu başkanımız Mehmet Yılmaz, Türkiye’deki madencilik sektörünün güncel durumu ve Kışladağ işletmemizdeki üretim süreçlerine ilişkin komisyon üyelerini bilgilendirdi.” cümlesi yer alıyor.
TÜPRAG Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yılmaz’ın bilgilendirmesine devam etmeden önce komisyon üyelerinden bazılarıyla yapılan görüşmelerde söylediklerine göre “ziyareti” hangi amaçla yaptıklarını belirteyim: “İLİÇ’TE KAZA OLUYOR DA KIŞLADAĞ’DA NEDEN OLMUYOR?” Gezinin amacı, büyüsü bu sorunun içinde gizli.
Erzincan-İliç’teki Altın Madeni’nde meydana gelen ve dokuz işçinin göçük altında kalarak hayatını kaybettiği maden “kazası” ile ilgili kurulan TBMM Araştırma Komisyonu 10 AKP’li, beş CHP’li, iki DEM’li, iki MHP’li, iki İYİ Parti’li ve bir de Saadet Parti’li olmak üzere 22 milletvekilinden oluşuyor. Komisyon üyeleri böyle bir karar alarak Eşme Kışladağ’a geliyorlar.
Eldorado Gold-Tüprag’ın Kışladağ’da siyanürle örnek bir altın işletmeciliğini nasıl yaptığını öğrenip İliç’teki ANGOLD’a önerilerde bulunacaklar ve bir daha böyle kazalar olmamasına katkıda bulunacaklar!
Komisyon’un kararı akıl alır olmadığı gibi ortaokul çocuklarını bile inandıramayacakları bir tiyatro oyununun oyuncuları olduklarının farkında değiller.
Çocukluğumda Eşme’ye gelen Çadır Tiyatrosu gösterilerinde “sihirbaz”ın torbaya koyduğu gazete parçalarını paraya çevirmesinden bile daha az inandırıcılar. Özellikle komisyon sözcüsü MHP milletvekili Abdurrahman Başkan, “Çevreye doğaya canlı yaşama en küçük bir zarar verilmesine müsaade etmeyeceğiz, onun için buradayız.” diyordu ve TÜPRAG’ın ne kadar zararsız olduğunu görüp diğer madencilerden de aynısını yapmalarını isteyecekti. Komisyon üyeleri bilerek Eldorado Gold-Tüprag’a güzelleme yapmaya gelmişlerdi.
Mehmet Yılmaz’ın komisyon üyelerine açıklamalarıyla devam edelim: “Sektördeki yaklaşım olarak şuna inanıyoruz. Her kaza önlenebilir. Madencilik emek yoğun bir sektör. Bulunduğu yere alt yapı ve istihdam götüren bir sektör ve köyden kente göçü önleyen bir sektör. Hatta biz birçok yerde örneğini sunmaya çalışıyoruz. Tarımla, doğayla, çevreyle, doğayla birlikte yaşayabilecek bir sektör.”
Mehmet Yılmaz başından beri yöre halkına söylediği yalanlarını şimdi de komisyon üyelerine söylüyor: Gümüşkol köyüne kanalizasyon ve içme suyu getirmenin dışında maden bölgesine yaptıkları bir altyapı hizmeti yoktur.
Kışladağ Altın Madeni’nde bugün itibariyle çalışan sayısı 400’dür. Yarattığı istihdam budur.
Madenle birlikte Karapınar, Ovacık ve Söğütlü köyleri tamamıyla boşalmış ve şehre göçmüştür. Ören Köyü’nde iki aile kalmıştır.
400 kişiye istihdam sağlarken sadece üç köyden yüzlerce insan şehre göçmek zorunda kalmıştır.
Ören Köy’ünden Raşit Bozkurt’un söylediklerine kulak verelim: “Ören ve Söğütlü’de 3 bin koyun varken şimdi 2 yüz koyun kalmıştır. Tarlaları maden sahasında kaldığı için ekip biçememektedirler. Domates, biber ve bostanları yazın yağmur yağdığında ya da ağustos ve eylül aylarında yağan çiğle birlikte kurumaktadır.”
Diğer çevre köylerdeki zararı bir kenara bırakalım, sadece Söğütlük ve Ören Köyü’nde koyun sayısı 3 binden 2 yüze düşmüştür. Koyunların ölü ve sakat doğumlarından dolayı çevrede sürekli olarak sürüler satılmaktadır. Eşme ve Ulubey köylerinde küçükbaş hayvancılık tükenmek üzeredir. Ekilemeyen arazilerden elde edilebilecek olan mahsullerinin gelirlerinden ayrı tarım yapılabilen köylerdeki siyanürlü yağmurların her yıl verdiği zararın ekonomik değeri, madenin ülke ekonomisine yüzde 2’lik verdiği değerle karşılaştırılamayacak kadar büyük olduğu ortadır.
Madenin verdiği zararları anlatmaya devam edelim:
Yazın 26 derecede buharlaşan siyanür dolayısıyla yağan yağmurla birlikte rüzgârın estiği yönde kalan bütün çevre köylerin bağları ve bostanları kurumaktadır. Madenin 20-25km uzağında bulunan Caber, Cevizli ve Güneyköy’e kadar aradaki bütün köyler, araziler siyanürlü yağmurdan etkilenmekte bir gecede kurumaktadır.
Madenle birlikte madenin 20-25 kilometre çevresinde bulunan yüzey suları tamamıyla kurumuştur. Çeşmeler, kuyular ve pınarlarda sular ya tamamen kesilmiş, kurumuş ya da kesilme noktasında azalmıştır.
Yeraltı sularında da çok ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Örneğin Güneyköy’de madenden önce 60 metreden su alınabilirken şu anda 180 metre sondajdan su alınamamaktadır.
Var olan içme sularında yaptırılan tahlillerde arsenik tespit edilmektedir.
Yığın liçlerinin kuzey tarafında bulunan Çınarlı Dere ve Kale Deresinin madenden önce suları içilirken şimdi bu derelerden köylüler hayvanlarına bile su içirmiyorlar. Çünkü dereden su içen hayvanlar zaman zaman ölüyorlar. Gecen yıl (2023) ilkyaz yağmurundan sonra derede balıklar bir anda öldüler.
Geçtiğimiz yıllarda Bekişli Köyü’nde bir köylünün 80 koyunu hiçbir müdahalede bulunmaya vakit bile kalmadan dereden içtiği suyla zehirlendi ve öldü. Maden şirketinin fazlasıyla zararını karşılaması ve ölen koyunlarından fazlasını satın alması üzerine davacı olmadı. Ayrıca çocukları madende çalışan diğer insanlar gibi zaten şikâyetçi olamazdı.
Madenden zarar gören insanlar sadece işten çıkarılmakla tehdit edilmiyor, mahkemeye verilerek çok büyük miktarlarda tazminat ödemeye mahkûm olacakları söylenerek tehdit ediliyorlar.
Madencilerin kaymakamlıktan, valilikten cumhurbaşkanına ve mahkemelere varıncaya kadar istedikleri her şeyi yaptırabildiklerine inanılıyor.
Kale Deresi ve Çınarlı Derenin suları Gediz Nehrine karışarak İzmir Kuş Cenneti’ne kadar Alaşehir, Salihli ve Manisa, Menemen ve Foça bölgelerini zehirleyerek denize dökülüyor.
Yığın liçlerinin güneyinde depolanan pasalar bir dağ halini aldı. Doğada uyur halde bulunan ağır metallerin -çinko, bakır, kurşun, alüminyum, molibden, arsenik, krom vb.- su ve havanın oksijeni ile aktif hale geldiği bilimsel ve önüne geçilemez bir gerçek.
Madenin çevresindeki köylerde madenden önce hiç görülmeyen sakat ve ölü hayvan ölümleri sıradan vakalar haline geldi. Düzköy, Aydınlı ve İnay köylerinde diğer köylerden çok daha fazla yaşandı. Sakat ve ölü doğumlar üzerine köylüler Uşak Ziraat Müdürlüğü’ne yaptıkları müracaatlara “Allah’tan geldiği”cevabı verildi.
Pasaların asit maden drenajı olarak adlandırılan zehirli ağır metalleri de madenin çalışmaya başladığı ilk günlerden itibaren Aksaz deresinden Banaz Çayına karışarak Büyük Menderes Nehri ile İzmir Selçuk’tan Ege Denizi’ne döküldüğü yere kadar geçtiği her yerdeki yeraltı ve yüzeysel sularını ve tarım alanlarını zehirleyip gitmektedir.
Altını ve gümüşü alınmış olan milyonlarca tonluk geride kalan yığınlar da zehirli atıklar üretmeye tıpkı pasaların yaptığı gibi doğayı ve canlı yaşamı zehirlemeye ilk günden itibaren devam etmektedir.
Pasalardan oluşan zehirli ağır metallerinin doğaya karışmaması için siyanürle ilgili yaptıkları gibi sözde bile olsa bir önlem alınmamıştır.
Siyanürle ilgili alındığı söylenen önlem de kilometrelerce metre karelik alana 100-110 metre yükseklikte ve bugün için açıklanan rakamla 535 milyon ton olan siyanürlenmiş toprağın – dağın altına serilen membrandır.
Alındığı söylenen bu önlemin hiçbir önleyiciliği yoktur. Olsaydı 2004 yılında çalışmaya başlayan madenden 2006 yılında Kale Deresindeki balıklar ölmezdi.
2006 yılında siyanürlenmiş olan liç yığınları yağmurla tel örgülerinin dışına kadar bir miktar taşarak doğaya karıştı. Fakat aynı yağmurlarla Eşme’de ve köylerinde binden fazla insan kusma, baş dönmesi, halsizlik ve görmede bulanıklık gibi rahatsızlıkla hastaneye başvurunca can derdinden dolayı madendeki taşkınla kimse ilgilenmedi. Madenciler sabah erkenden taşkın topraklarını temizlediler ve tel örgüleri düzelttiler.
Eşme’de zehirlenenleri ne hastane aldı ne de yeterli serum bulunamadı.
Zehirlenmenin ikinci ve üçüncü günü alınan kan örneklerinde siyanür tespit edilip raporları tutuldu. Armutlu köyünden Halil Kaya, Eşme’den Hulusi Ada ve Tayyip Ada, Düzköy’den Mahmut Kulalı’nın raporları buna örnektir.
Tüm bu nedenlerle Kışladağ Altın Madeni derhal kapatılmalıdır.