Tarih 28 Ekim 1923…
Mustafa Kemal Atatürk, Çankaya Köşkü’ndeki akşam yemeğinde arkadaşlarına seslendi: “Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz”
Tarihçilere ve arşivlere göre o gece İsmet İnönü ile 1921 Anayasası’nın bazı maddelerini değiştiren kanun tasarısı hazırlandı. “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir.” hükmünün de yer aldığı tasarı 29 Ekim 1923 Pazartesi saat 18.00’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) yapılan konuşmaların ardından kabul edildi. Böylece “Yaşasın cumhuriyet!” sesleri arasında Cumhuriyet ilan edildi.
Saat 20.30 oturumunda ise cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Yapılan gizli oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan Mustafa Kemal, TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.
Cumhurbaşkanı unvanıyla kürsüye çıkan Mustafa Kemal, yaptığı konuşmasını “Türkiye Cumhuriyeti mesut, başarılı ve muzaffer olacaktır.” sözleri ile sonlandırdı.
Ardından mı?
Kadınlara eşit haklar tanındı, tekke zaviye ve türbeler kapatıldı, kooperatifler kuruldu, Medeni Kanun ilan edildi, 3 Mart 1924’te “üç devrim yasası” olarak da bilinen yasalar kabul edildi, kalkınma planları hazırlandı, iktisat kongreleri toplandı, Kabotaj Kanunu çıkarıldı, köy enstitüleri kuruldu…
Cumhuriyetin ilanının 10. yıldönümünde verdiği Onuncu Yıl Nutku’nda Mustafa Kemal, 1925 yılı itibariyla ilan edilen Cumhuriyet Bayramı’nı “en büyük bayram” olarak nitelendirdi.
Cumhuriyetin ilanından sonra yaptığı yurt gezilerinin İzmir ayağında 18 Haziran 1926’da Anadolu Ajansı’na (AA) verdiği demeçte ise; “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözleriyle rejimde artık geriye dönüşün mümkün olmadığını vurguladı.
Aradan yüz bir yıl geçti…
14 Mart 2003’te Başbakan seçilmesinin üzerinden 21 yıl geçen mevcut Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 23 Nisan 2021’deki paylaşımında “Biz bugün var yarın yokuz ama bu millet inşallah ilelebet var olacak” ifadelerini kullandı.
21 yıllık AKP iktidarını dolduran Türkiye’de ekonomi, sağlık, eğitim krizleri içinde boğuşan Cumhuriyet; küresel krizler, jeopolitik konum, toplumsal şiddet kıskancında kaldı.
İkinci yüzyılın ilk yılındaki Cumhuriyet’i, kuruluş ilkelerinin yeniden tartışıldığı bu süreçte ülkenin geleceğini ve bünyesinde barındırdığı sorunları siyaset bilimci Doç. Dr. Fatih Yaşlı, Sosyal Haklar Derneği Başkan Yardımcısı Melda Onur ve Kamu Yönetimi uzmanı Prof. Dr. Tanju Tosun ile tartıştık.
TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SORUN VE İHTİYAÇLARI NELER?
Siyaset bilimci Doç. Dr. Fatih Yaşlı Türkiye’nin en büyük sorununu net bir şekilde ortaya koyuyor: düzen…
Fatih Yaşlı’nın düzen ile kastettiği şey ise “ucuz emeğe ve düşük değerli Türk Lirası’na dayalı ve kronik olarak döviz bağımlısı Türkiye kapitalizmi ile Türkiye kapitalizminin çıkarları adına hareket eden siyasal İslamcı rejim.”
“Bu ikisinin birlikteliği bir yandan gelir dağılımını alt üst edip geniş kitleleri yoksullaştırırken öte yandan da bu yoksulluğun idaresi adına tarikat ve cemaatleri büyütmekte, kadın ve çocukların yaşamını tehdit etmekte, gençlerin geleceğini çalmakta ve son zamanlarda iyiden iyiye gözle görülür hale geldiği üzere bir de bunlara mafyatik yapılar eklenmekte” ifadelerini kullanan Doç. Dr. Yaşlı sorunların karşısındaki ihtiyaç olarak düzen karşıtı sol değerler üzerine kurulu bir siyaseti işaret ediyor.
Yaşlı, sosyal devlet, sosyal adalet, kamucu-halkçı bir ekonomi, adil bir vergi sistemi, yeni bir sanayileşme ve kalkınma modeli, siyasal ve toplumsal alanın yeniden laikleştirilmesi gibi bütünlüklü bir yol haritasına sahip olan radikal bir siyasetin Türkiye’nin öncelikli ihtiyacı olduğunu vurguluyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nde 24. dönem İstanbul Milletvekili görevini almış olan Melda Onur farklı bir noktaya dikkat çekiyor. Türkiye’deki sorunların kronik krizlere dönüştürülerek kanıksatıldığını belirten Melda Onur, sıkıntıları somut başlıklarda değil ülkenin sosyopsikolojik ikliminde aramak gerektiğini söylüyor.
Onur, mevcut iklimin sorunlarını 3 başlıkta açıyor:
- Kuralsızlık: Devletin kurumlarının işleyişi bozularak, yerine yenisini özellikle konmayarak, yani yeni bir kural getirilmeyerek, fiili durum yaratılarak kuralsızlık halini kronikleştirilmiştir. Kuralsızlık bir yürütme şekli olmuştur. Buna da anayasa değişikliğiyle “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında bir isim verilmiştir.
- Denetimsizlik: Bu kuralsız ortamın arzu edildiğince denetlenmemesi için devletin kamu ya da özel kurumları bu iklime uydurulmuştur. Uymayanın yerine yenisi ikame edilmiş ve diğeri etkisiz hale getirilmiştir.
- Hukuksuzluk: Kuralsızlık ve denetimsizliği kurumsallaştıran kanunların, düzenlemelerin kabulüyle bir hukuk devleti olmaktan çıkılarak ülke bir kanun ve Kanun Hükmünde Kararname devletine dönüştürülmüştür.
İhtiyacı ise “Bu yönetsel iklim krizinin son bulmasını sağlayacak kapsamlı bir reform. Cumhuriyet Devrimleri gibi İkinci Yüzyıl Cumhuriyet Reformlarına ihtiyacımız var.” sözleri ile açıklıyor Melda Onur.
Siyaset bilimi ve kamu yönetimi üzerine uzman bir isim olan Prof. Dr. Tanju Tosun ise Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının mevcut sorunlarını “Ahlak, bireylerin birbirlerine güven duyması, adalet, hukukun egemenliği sorunu gibi bir arada yaşamanın olmazsa olmaz şeklindeki sorun boyutları yanında, eğitim, gelir dağılımında adaletsizlik, otoritelerin yurttaş denetimine büyük ölçüde kapalı olması” olarak nitelendiriyor.
Cumhuriyetin birinci yüzyılında iktidarların attığı adımlar olsa da, ikinci yüzyıla devredilen en önemli sorunları “refah ve demokrasi temelli bir sistem inşa edememe” olarak tanımlayan Prof. Dr. Tosun, çözüm önerisini de ekliyor: “İşe refah, adil gelir dağılımını öncülleyen ekonomi politikaları, hukuk, adalet, demokrasiyi merkez alan kurumsal-yapısal düzenlemelerden başlamak şart.”
CUMHURİYETİN İKİNCİ YÜZYILININ İLK YILI NASIL BAŞLADI?
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2023 yılında yayımladığı Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre Türkiye’de mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı yüzde 52.7’ye geriledi. Mutsuz olduğunu beyan edenlerin oranı ise yüzde 13.7’ye çıktı. Bu oran 2003 yılında yüzde 7.3’tü.
Peki ikinci yüzyılın ilk yılı nasıl başladı?
“Gelişmiş toplum ve ekonomilerle karşılaştırıldığında, hangi endeksi veri alırsak alalım, maalesef standartların çok altında bir ülke gerçeğiyle karşı karşıyayız.” diyor Prof. Dr. Tanju Tosun ve ekliyor “Bu anlamda politik elitlerin söylemleriyle paralel somut adımlar atılmadığı için geleceğe güven düzeyi düşük, umutsuz, endişeli bir toplumda yaşıyoruz.”
Kuralsızlık, denetimsizlik ve hukuksuzluk ikliminden bahseden Melda Onur ise olumlu bir perspektif açıyor ikinci yüzyılın ilk yılına dair: “Bu iklim krizi toplumun her kesimine sirayet etmiş olmalı ki, vatandaş son yerel seçimlerde bu durumu yaratan ve yerleştirenlere ağır bir fatura kesti.”
31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’ni işaret eden Onur, muhalefetin birinci parti olmak gibi bir başarıyı beklemediğini “bu duruma hazırlıksız yakalandığı hissinin bu iklimde soğuk rüzgarlar olarak kendisini hissettirdiğini” belirtiyor.
Demokratik sistemlerde olması gereken parti içi muhalefet, demokratik tartışmalar ve çok seslilik eksikliğinin; iktidarın kendi yarattığı iklimi her gün bir başka yeni bir gündemle korumaya çalışırken muhalefetin söylem hazırlıksızlığının geleceğe dair umutları azalttığını söylüyor Melda Onur.
Doç. Dr. Fatih Yaşlı da 22 yıllık iktidara işaret ediyor ikinci yüzyılın ilk yılını yorumlarken:
“Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı, geride kalan yüz yılın yirmi ikisini Cumhuriyet’le bir derdi olan, ondan rövanş almak ve onun yerine başka bir rejim kurmak isteyen bir siyasi partinin iktidarı altında geçti. Üstelik 2023’te yapılan seçimlerde AKP ve Erdoğan ülkeyi bir beş yıl daha yönetmek için gereken oyu almayı başardı. Geride kalan yirmi iki yılın sonunda bugün gelinen nokta ise bir tür çözülme ve çürüme oldu.”
Bugün Türkiye’de bilinen kadın cinayetleri verilerine göre 2024’ün ilk 9 ayında en az 295 kadın öldürüldü. Öldürülen kadınlardan en az 22’si polis veya savcılığa şikâyette bulunmuş olmasına rağmen hayatını yitirdi.
İstanbul’da Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) para almak için bebeklerin ölümüne neden olan Yenidoğan Çetesi olarak adlandırılan sahışların çalıştığı hastaneler arasında eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun sahibi olduğu hastane de yer alıyor.
Eğitim sisteminde bilimin son kırıntılarının bile çıkarıldığı müfredatla öğrenim hayatını sürdürmeye çalışan öğrenciler, tarikat yurtlarına mahkûm ediliyor. Cemaat yurtlarında kalan öğrencilerin kaderi ise ya intihar ya istismar…
Merkezi yönetim bütçesinin yılın ilk 8 ayında 973,6 milyar lira açık verdiği bir Türkiye’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’na 2025 yılı bütçesi içinde belirlenmesi teklif edilen miktar 130.1 milyar TL. Bu bütçenin 3 milyar 885 milyon 282 bin TL’si ise “Mal ve Hizmet Alım” kalemine ait.
Büro Emekçileri Sendikası’nın eylül ayı verilerine göre, 4 kişilik bir memur ailesi için açlık sınırı 27 bin 270 lira; yoksulluk sınırı ise 73 bin 651 lira. Türkiye’de 10 işçiden 6’sı ise asgari ücretin yüzde 20 fazlasında ya da altında çalışıyor…
Sorunlar saymakla bitmiyor. Üç tarafı denizlerle çevrili, Avrupa’nın florik açıdan en zengin ülkesi Türkiye’de doğa talan edilmeye devam ediliyor. Akarsular kuruyor, denizler ölüyor, ormanlar bir bir katlediliyor…
“Bugün Türkiye yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, ucuz ve örgütsüz emek üzerine kurulu ve sendikal hareketin tasfiye edildiği bir emek rejiminde yaşıyor. Yargı bağımsızlığından ya da üniversite özerkliğinden bahsetmek mümkün değil, parlamento bir dekordan ibaret, ülke ‘tek adam’ ve etrafındaki dar bir ekip tarafından yönetiliyor.” diyor Doç. Dr. Yaşlı.
Devlet aygıtının ve bürokrasisinin tarikat ve cemaatler arasında bölüştürülmüş durumda olduğunu ifade eden Yaşlı, bunlar arasında ise hem siyasi hem iktisadi rant için büyük bir kavga sürdüğünü dile getiriyor.
Bu duruma bir de not düşüyor Yaşlı: “Söylediklerim karamsarlık olarak değil gerçekçilik olarak görülürse sevinirim; çünkü tabloyu gerçekçi bir şekilde ve tüm boyutlarıyla ortaya koymadan bir çözüm iradesi geliştirmek de mümkün değil.”
İKİNCİ YÜZYILIN YÖNÜ VE HEDEFİ NE OLMALI?
Hal böyle olunca akıllara ikinci yüzyılın yönü ve hedefi ne olmalı sorusu geliyor.
Doç. Dr. Fatih Yaşlı, Türkiye’de radikal ve topyekûn bir dönüşüme ihtiyaç olduğunu vurguluyor ve ekliyor:
“En acil adımlar olarak kamucu-halkçı bir ekonomi modeliyle gelir dağılımı hızla düzeltilmeli, adil bir vergilemeye geçilmeli, eğitim sistemi yeni baştan ele alınmalı, plan esasına dayalı bir sanayileşme ve kalkınma politikasıyla hızlı bir ilerleme sağlanmalı ve milli gelir yükseltilmeli, tüm bunlara toplumsal bir barış siyaseti eşlik etmeli. Dışarıda ise yeni-Osmanlıcı emperyal heveslerden vazgeçilmeli, komşularla barış esasına dayalı ve sağlıklı ilişkiler kurulmalı, göçün kontrolü için insani mekanizmalar yaratılmalı, emperyalist projelerin ve savaş politikalarının dışında kalınmalı ve uluslararası bir barış siyasetinin yükseltilmesi için çaba gösterilmeli.”
Doç. Dr. Yaşlı’ya göre bunların yapılabilmesi bugünkü siyasi tabloda mümkün değil. Tam da bu sebeple Türkiye’nin “düzen dışı” bir siyasete ihtiyacı olduğu söyleminin altını bir kez daha çiziyor Fatih Yaşlı.
Türkiye’nin yeniden öne çıkan jeopolitik konumunu, tarihsel ve güncel sorun ve ihtiyaçları ile vatandaşların genel yönelimi kapsamında değerlendiren Melda Onur ise ekonomik bağımsızlığa dikkat çekiyor:
“Tarımda, sanayide, ekonominin her alanında bağımsızlık ve kendine yeter bir ülke olmanın koşulları yeniden sağlanamazsa jeopolitik konumumuz bizi felakete de sürükleyebilir. Kuralsızlık, denetimsizlik ve hukuksuzluk, ülkenin jeopolitiğini de dezavantaja çeviren üç büyük virüstür.”
Eğitimde, sağlıkta, ekonomide, tarımda, kültürde ve sanatta yani akla gelebilecek her disiplin başlığında Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan her bir vatandaşa güven verecek bir iklime ihtiyaç olduğunu belirten Onur, “Muhtaç olduğumuz kudret bize bu Cumhuriyeti emanet edenlerin gerçekleştirdikleri devrimde mevcuttur.” ifadelerini kullanıyor.
Prof. Dr. Tanju Tosun ise barışı işaret ediyor:
“Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye için vazgeçilmez yön bölgesinde istikrarlı, barış içinde yaşayan bir ülke olmaktır hedef. Bunun tesisi için barışı hem yerel hem de evrensel anlamda inşa etme adına adımlar atmalı. Aksi takdirde bölgesinde var olan sorunlarda barıştan uzak bir taraftarlık ülkeyi yeni maceralara sokabilir, bu da ülkenin jeopolitik konumundan kaynaklanan yeni riskler üretebilir.”
Cumhuriyetin yegâne hedefinin tıpkı Cumhuriyetin kurucularının şiar edindikleri gibi hümanist kapsayıcı bir çağdaşlaşma” olarak nitelendiren Prof. Dr. Tosun, çağdaşlaşmanın içinin ise demokrasi, hukuk, laik, hakça kalkınmacı ve sosyal adaletçi bir temele oturtulması gerektiğini belirtiyor.
“CUMHURİYET’TEN RÖVANŞ ALMAYI HEDEFLEYEN İKTİDAR BUNU TOPLUMUN BÜTÜNÜNE KABUL ETTİREMEDİ”
Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı yıllardaki laiklik, modernleşme ve çağdaşlık hedeflerinin ikinci yüzyılda toplumdaki karşılığını Fikir Gazetesi’nin 35. sayısı için değerlendiren alanında uzman isimler farklı noktalara dikkat çekiyor.
Modern Türkiye inşası yolunda 1920’lerden itibaren hedeflenen Cumhuriyetçi modernleşme projesinin temellerinin bugün sarsılmış durumda olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tanju Tosun, bunun nedenini ise günümüz iktidarının politik elitlerinin modernleşme ve çağdaşlaşma algılarının farklı olması olarak açıklıyor.
“Toplum maalesef çağdaşlaşma, modernleşmeye bakış konusunda adeta ikiye bölünmüş durumda. Bir yanda dünün evrensel metotlara dayalı çağdaşlaşma arayışı, diğer yanda beka motifli yerli ve milli çağdaşlaşma arayışında bu bölünme hem elitler hem de toplum temelinde dikkat çekiyor. Hal böyle olunca, maalesef toplumu ortak idealler etrafında bir araya getirmek de güç. Bu güçlük Türkiye’nin kendi kendisine yenik düşmesine yol açıyor. Çünkü temel meselelere çözüm bulma arayışı toplumsal mutabakat yitimi nedeniyle sürekli erteleniyor.”
Melda Onur ise laikliğin karşısında nitelendirdiği devlet-cemaat sarmalının ülkeyi bir felakete taşıdığını ve bu tehdidin hala devam ettiğini söylüyor.
Onur, 27 Şubat 2024 tarihli Aksoy Araştırma anketindeki Türkiye’de laikliğe dayalı bir yönetim biçimi tercih eden yüzde 83.2’lik kesimi hatırlatıyor ve ekliyor: “Her ne kadar yaratılan iklimde modern ve muhafazakar mahalle diye toplum ikiye ayrıştırılmak istense de yaşamın hiçbir alanında vatandaşlar birbirlerinden o denli kopuk değil ve modernleşme ve çağdaşlık diye ülkeyi tek düzlemde kesen bir çizgi yok.”
Fakat yine aynı ankette şeriata dayalı bir yönetim biçimi isteyenlerin oranı yüzde 16.8 çıkmış, bu tercihte bulunanların toplamda yüzde 50.3’ü ise 2023 Milletvekili Seçimi’nde AKP ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) oy vermiş olarak gözlemleniyor.
“Laiklik, modernleşme ve çağdaşlık hedeflerinin ikinci yüzyılda toplumun önemli bir bölümünde karşılık bulduğunu geride kalan yirmi iki yılda daha iyi anlıyoruz.” diyor Doç. Dr. Fatih Yaşlı.
Bu kavramların kamucu-halkçı bir perspektifle buluşturulmamasının kavramların sınırlarını belirleyerek İslamcılığın buna bir tepki olarak ortaya çıktığını ve güçlendiğini belirten Fatih Yaşlı, “Cumhuriyet’ten rövanş almayı hedefleyen iktidar 1923 paradigmasını devlet düzleminde yıkmayı başardıysa da bunu toplumun bütününe kabul ettiremedi. Bilakis, yirmi iki yılın sonunda İslamcılık hegemonik karakterini yitirirken cumhuriyet, laiklik, aydınlanma gibi değerler toplumda ve özellikle yeni kuşaklarda daha fazla karşılık görmeye başladı.” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bugünkü esas meseleyi “Türkiye toplumunun bir arayış içerisindeyken cumhuriyet değerleriyle eşitlikçi bir ekonomi modelinin nasıl buluşturulacağı olmalı” olarak nitelendiren Yaşlı, Türkiye’nin çıkış yolunun bu ikisinin birlikteliğinden geçtiğine inandığını aktarıyor.
Bütçe Hedefleri Ne Kadar Gerçekçi: Prof. Dr. Hakkı Hakan Yılmaz’la 2025 Değerlendirmesi