ABD Başkanlık Seçimi: Adaylar, Söylemler ve Olası Sonuçların Anatomisi

5 Kasım’da olacak seçimler için tüm dünya heyecanla beklerken posta ile oy kullanmaların birçok eyalette başladığı ABD’de adayların baş başa yarışın ateşini günden güne yükseltmeye devam edeceği hatta seçim sonrasında da durulmayabileceği görülmekte. 

GÜNCEL DURUM VE SEÇİM ATMOSFERİNİN GETİRDİKLERİ

2024 yılı ABD için seçim yılı olmasının dışında hem ABD içerisinde hem de Dünya’da emperyalizmin, neoliberal politikaların büyük sıkışmışlıklarının kendisini dışa vurduğu ve gelmekte olan daha da büyük yıkımın habercisi olarak değerlendirilebilecek olayları gözlemlediğimiz bir yıl oldu. 

Bir başkan adayının seçime 5.5 ay kala değişmesi, yerine parti ön seçim teamüllerinin dışından bir adayın, Kamala Harris, gelmesi Demokratlar tarafındaki sıra dışı gelişmelerden biri. Bu değişimi daha karmaşık kılan ise Harris’in siyasette etkin bir geçmişe sahip olmaması, çoğunlukla kariyerist hamlelerle yükselmiş ve soykırım destekçiliğine bulaşmış bir politikacı olması. Öte yandan karşısında, cinsel saldırıdan suçlu bulunarak tazminat cezasına çarptırılmış ve ayrıca sahtecilikten ağır ceza almış, fakat infazı seçim sonrasına ertelendiği için yarışta kalabilmiş bir aday var. Bu adayın paramiliter kitle tabanına sahip olması, önceki seçimlerde bu kitleyi darbe girişiminde kullanması, açıkça Neonazi örgütlerle iş birlikleri ve yabancı karşıtı söylemleri, devlette kadrolara sızma ve yeniden yapılanma planı olarak Project 2025 insiyatifi gibi faşizmin kodlarını taşıyan otoriter bir rejimin habercisi olarak Cumhuriyetçi Parti’nin adayını tanımlıyor. Ayrıca, Trump’a yönelik iki suikast girişiminin olması, bu seçimin hem toplumsal hem de devlet düzeninde ne kadar gergin bir ortamda gerçekleştiğinin bir başka göstergesi.

Mevcut başkan, Joe Biden’ın yaşlılığı sebebiyle adaylıktan çekilmesi kendisini topal ördek konumuna koyduğu için son aylarda özellikle Batı Asya’da İsrail’in pervasızca sürdürdüğü soykırım, yıkım ve bölgesel savaş provokasyonunun içine seçilecek bir ABD başkanı söz konusu. Uluslararası alanda ABD’nin tek kutuplu emperyalist sistemin merkez ülkesi olduğu dönemin sonlanmakta olduğu dönemde adayların bu duruma yaklaşımının da yine seçmen için önemli olduğu bir seçim. Öte yandan içeride ise kapitalizmin yarattığı toplumsal huzursuzluk ABD gibi neoliberalizmin sonuna kadar içselleştirildiği bir ülkede dahi sisteme tepkilerin yükseldiği bir dönem yaşanmakta. Uzaktan bakışta ABD gibi büyük bir ülke böyle bir dönemde nasıl böyle iki adaya sıkışır sorusu akıllara getirmekte. Siyasetin tüm kademelerinin kılıfına uydurulmuş rüşvetçilik olarak da görülebilecek lobicilik faaliyetleri ve büyük sermayedar bağışlarına dayalı siyasi kariyerler üzerinden yürümesi belki sistematik sorunu bir yere karar açıklayabilse de olayın toplumsal yanını anlayabilmek için yakın zamandaki liman işçileri eylemi hem toplumsal sıkışmayı hem de örgütlenmeyi anlama üzerinden gelinen noktayı anlamlandırmada yardımcı olacaktır. Ekim başındaki grev, tüm doğu yakasının büyük limanlarını kapsayan bir liman işçileri grevi katıldığı 1977’den beri ilk kez gerçekleşmiş bir grevdi. İşçilerin birincil talebi maaş zamlarıydı. Zira hissederların, üst düzey yöneticilerin kazancı sistematik olarak artarken işçilerinki erimekteydi. Sıklıkla birincil görevleri şirketlerin artan gelirlerini işçiden sakınıp hissederlara yönlendirmek olan üst düzey yöneticilerin maaşlarının ‘60, ‘70li yıllarda işçi maaş oranı 1’e 20-30 iken günümüzde bu oran 1’e 190’a kadar artmış bulunmakta. Bu sebeple sendika kendilerine verilmemiş ancak CEO’lara verilmiş olan son dört yıllık maaş oranının aynısını (%40) birincil talep olarak sundular. Ülkedeki emek mücadelesinin neoliberal sermaye karşısındaki zayıflığı kendisini bu örnekte ortaya çıkan gelir uçurumundaki açılmanın seviyesi üzerinden okunabilir. Emek sömürüsü, sosyal güvencesizliğin yarattığı öfke ve gerginlik yanında gelişmekte olan teknoloji de bir başka toplumdaki gerginlik konusu. Bu gerginlik de kendisini grevin ikinci talebinde göstermekteydi, otomatizasyonun kaldırılması. Emekçilerin yapay zeka teknolojilerinin de gelişmesiyle gelmesi beklenen artı değerdeki, verimlilikteki büyük artışın sermaye tarafından tamamıyla el konulacağından emin hatta bunun kendi emek güçlerini kaybettireceği işsiz kalacakları kaygısıyla ön almak için ilerlemenin durmasını talep etmekte. İşçi örgütlenmelerinin diyalektik maddecilik öncesi yanlış hedeflenen işçi mücadelesi örneği ludizmin kodları ile hareket ediyor oluşu ülkede etkin emek siyasetinin zayıflığını, sorunları çözme ve çözüm üretmedeki yetkinsizliğini göstermekte. Sendikanın ücret talebinin kısmı kabul edilmesi sonucu bu grevin 15 Ocak’a ertelenmesi, mevcut sorunları sadece biraz daha ileriye öteleme politikasının da iyi bir temsilcisi olmakta.

BAŞBAŞA BİR YARIŞIN SON DÜZLÜĞÜ VE SEÇİM GÜVENLİĞİ

Ülke genelinde oylar (popular vote) büyük oranda anketlerde başa baş görünse de başkan seçimi için esas teşkil edenin her eyaletten nüfusları oranında gönderilecek seçiciler kurulu (Electoral college) belirleyici olmakta. Eyalet bazlı olarak ‘kazanan hepsini alır’ mantığı ile çalışan sistemde, eyaleti kazanan aday o eyaletin tüm başkanlık oy haklarını kazanmaktadır. Birçok eyaletin geleneksel olarak cumhuriyetçi-demokrat yönelimi belli olması sebebiyle fiili olarak başkanlık seçim yarışı salıncak eyalet (swing state) olarak adlandırılan yedi eyaletin kazanılması üzerinden yürümektedir. Bu eyaletlerden beşinde anket sonuçları adaylar arasındaki farkın %0.5’ten az olduğunu göstermektedir. Karşılaştırmak gerekirse önceki seçimde de bu eyaletlerde Biden seçimi bu eyaletlerde 10bin-35bin arasında oldukça küçük farklarla kazanması sonrası başkan seçilmişti ve Trump’ın “seçimi çaldılar” söylemi oradan çıkmıştı. Bu seçimde de benzer yakınlıkta sonuçlar beklenmekte olup kimin seçileceğini öngörmek olanaksız. Ancak Trump’ın “seçimi bu sefer çaldırmama” söylemi üzerinden kitlelerini kışkırtması ve giriştiği hazırlıklar az bir farkla kaybederse oldukça karışık günlere gebe günlerin beklediğini göstermekte.

Seçim öncesi son günlerde her iki aday da büyük mitinglerle gövde gösterisi yapmaya ve kararsız seçmenleri sandığa çekmeye çalışsa da 27 Ekim’de New York’ta yaşananlar, Amerikan siyasetinin utanç gecelerinden biri olarak hafızalara kazındı. Madison Square Garden adlı spor kompleksinde yapılan Trump mitingi, konumu sebebiyle toplumsal hafızada İkinci Dünya Savaşı öncesinde gerçekleştirilen büyük Nazi yanlısı mitingi hatırlara getirmekteydi. O dönem duvarlara gamalı haçların asıldığı, ırkçı ve anti-komünist söylemlerin dillendirildiği miting, sosyalistlerin başını çektiği kalabalıklarca protesto edilmiş; sahneye çıkan bir işçinin anti-Nazi sloganları sonrası patlak veren olaylar, Nazi hareketinin ülke genelinde düşüşe geçmesini sağlamıştı. Neo-Naziler için bu alan önemini korurken, Trump’ın böyle bir yeri seçmesi tesadüf değildi. Miting sırasında ırkçı söylemler, göçmenleri aşağılayıcı hakaretler, Latin kökenli göçmenler ve ABD vatandaşı Porto Rikolular için ‘çöp’ ifadesi, Harris’e yönelik kadın düşmanı söylemler ve trans bireylere yönelik tehditler, insanlığın alçalabileceği seviyeyi gözler önüne serdi. Bu durum, faşist kodlarla siyaset yapanların ‘yabancı’ sınırını nasıl umarsızca çizebileceğinin çarpıcı bir örneğini oluşturdu. 

Siyasetin bu kadar alçaldığı mitinglerin dışında Trump’ın önceki seçimlerde hile ile kaybettirildiği savını dört yıldır oldukça güçlü dile getirmekte ve birçok taraftarınca karşılık bulmakta. Bu konu altında yasa koyma gücünü ellerinde bulundurdukları seçimde kritik önem sahibi Georgia gibi eyaletlerde yeni yasalarla oy sayım işlemini zora sokup sürüncemede bırakacak düzenlemeler yapıldı, Türkiye’deki seçim kurullarının eşleniği olabilecek konumlarda militan taraftarlarının kadrolaşması için çaba sarf edildi, seçim sistemine güveni düşürecek söylemler sürekli dile getirildi. Tüm bunlar sonucunda Trump tarafları önemli bir kesimde—özellikle az bir farkla—Trump’ın kaybetmesi sonucunda sonuçları kabul etmeyip “inisiyatif alacağı”nı dile getirmekte. ABD gibi kişisel silahlanmanın oldukça yaygın olduğu bir ülkede sürüncemede kalmış bir süreçte silahlanmış reaksiyoner kalabalığın nelere yol açabileceği düşüncesi büyük bir kaygı uyandırmakta. Şu günlerde halihazırda posta ile oy kullanma amaçlı yerleştirilmiş kutuların demokrat seçmen yoğunluklu yerlerde kundaklanma girişimleri gelmekte olan seçim sonrası süreç ile ilgili kaygıları derinleştirmekte. 

İÇ POLİTİKA YAKLAŞIMLARI: KISITLI SOSYAL POLİTİKALAR KARŞISINDA AYRIMCI NEFRET DİLİ

Güvencesizlik, sömürü, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar açılmış servet farkı, sosyal eşitsizlik ve sistematik ırkçılık içinde sıkışmış olan halkın bir kısmı büyük bir hevesle tüm suçu göçmenlere ya da uzaktaki düşmanlara (Örn. Çin) atan bir gösteri dünyası yıldızı hamasetçinin sahte düzen karşıtlığına kanıp iradelerini—ne yazık ki—çoktan öngörülemez şımarık bir milyardere teslim etmiş durumda. Öte yandan, bu kişinin karşısında gördükleri liberal adaya hem de siyahi bir kadın olması sebepli—anlaşılır bir heyecanla—oy verecek bir kesim de bulunmakta. Ancak bunların dışında oldukça önemli bir kesim, Trump’ı bir daha asla başkan olarak görmeyi kabul edemeyecek olsa da Harris’in Gazze ‘deki soykırım başta olmak üzere İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki suçlarına destek olmuş Harris’i seçmenin insani yüküne girmek de istemiyor. Ülkedeki ilerici kesimlerce saygın yere sahip olan demokratik sosyalist Bernie Sanders başta olmak üzere birçok isim ve kurum son günlerde bu son kesimi ikna etme üzerine Harris lehine destek mesajlarına hız vermiş durumdalar. Sonuçlar aslında seçim diye önlerine konulan kabul edilemez nitelikteki başkan adayları karşısında şerrin içindeki ehveni bulmak için büyük çaba sarf eden önemli bir halk kesinim son günlerde elinin pusulaya gidip gitmemesine kalmış durumda. 

Adayların kişiliklerine ve politik geçmişlerini bir anlığına geriye bırakıp vaatlerine bakınca en çok öne çıkan farklılık Trump’ın mitinglerinde kadın düşmanlığı açıktan yapılırken Harris’in kadınların kürtaj hakkından yana tutumu olmakta. Trump’ın başkanlığı sırasında ağırlaştırdığı mülteci karşıtı (çocukların ailelerinden uzak haftalarca nezarette tutulması gibi) politikaları daha da ileri götüreceğini en baştan beri söylese de Biden’ın bu konudaki esnek politikaları sırasındaki yardımcılığı sebepli Harris’in daha makul konumlanması beklenmekteydi. Ancak—bir benzerini Türkiye’de son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki tur arası gördüğümüz gibi—göçmen karşıtı söylemin popülaritesine kanarak Meksika sınırındaki duvar için bütçe ayırmak dahil birçok “güvenlikçi” politika vaadinde bulunmakta. 

Bunların yanında toplumu ilgilendiren anahtar konularda Harris açıkça sosyal politikalardan yana tavır almakta. Örneğin sağlık borçları sebepli iflaslarda affa gitmekten belli kalemlerde federal sübvansiyonlara kadar ABD standartlarında oldukça ileri olan vaatlerde bulunmakta. Bunun karşısında Trump halihazırda kısıtlı olan sağlık desteğini kısmaktan yana tavır almakta. Ayrıca toplumun çok ciddi bir sorunu olan bireysel silahlanma karşısında Harris’in en azından yarı-otomatik tüfekleri yasaklamayı vaat etmesi oldukça kayda değer. Şu notu düşmek önemli, her ne kadar Harris’in alt ve orta gelir düzeyi kesimler için belli sosyal programlar yanında toplumun kronikleşmiş silahlanma sorunlarına belli önerilerle gelmesi dışarıdan önemli görülse de ABD toplumunda uzun yıllarca süren özellikle antikomünist kara propaganda sebepli bu söylemlerin önemli kesin için ters etki yarattığını belirtmek ve Trump’ın bunun üzerinde söylemini kurduğunu akılda tutmak önemli

DIŞ POLİTİKA FARKLILIKLARI: DAHA ÇOK KAN, DAHA ÇOK GERGİNLİK AMA FARKLI YERLERDE

Emperyalist paylaşım mücadelesinin, bölgesel savaşların mevcut sürmekte olduğu ve genişleme riskinde olduğu bir dönemde dış politikalar özellikle hem dünyanın geleceği hem de seçmen kararları için önemli olacak bir etmen olarak görülmekte. Batı Asya’da İsrail eliyle uygulanan kıyımlar ne yazık ki her seçenekte de kolayca bitecek gibi görülmemekte. Trump, öncelikli olarak ticaret ve iş açısından yaklaştığı konuda çatışmaların olumsuz etkisinden kurtulmayı birincil politika olarak önüne koymakta. Bu yaklaşımı zaman zaman barış umudu olarak görülse de özellikle son dönemdeki açıklamaları ve diaspora ile yakın ilişkisi nedeniyle bölgedeki Siyonistlerin maksimalist taleplerini hızlı karşılama sonucu ateşkes sürecine girmeyi hedeflemekte görülmekte. Bu durumun doğuracağı insani yıkımı düşünmek bile ürpertici. Öte yandan Harris kendisine yönelen soykırım karşıtı tepkiler ile Siyonist lobinin elinde tuttuğu politik ve finansal güç arasında bir denge oturtmaya çalışır görülürken iki tarafa da yaranmakta yer yer zorluk çekmekte. Seçilirse olasılıkla başkan yardımcılığından farklı olmayarak ABD’nin genel İsrail politikalarının dışında hamle yapması beklenmiyor. 

Öte yandan aktif sürmekte olan ve batının hırsları sebepli ateşkes seçeneğinin sürekli kenara itildiği ve her iki taraftan da günde binin üzerinde askerin dahi hayatını kaybettiği Rusya-Ukrayna savaşı bir başka önemli konu. Bu konuda Trump açıkça savaşı sonlandıracağını göstermekte, hatta bunu Zelensky ile buluşmalarında dile getirmişken, Harris NATO’nun genişleyici planlarını devam ettirerek savaş bölgesine mühimmat akışını desteklemesi bekleniyor. Akılda tutulması gereken önemli bir nokta Trump’ın tüm bu ateşkes yanlısı tutumları aslında barışçıl saikler içermemesi ve Türkiye’de de güncel olan bir risk gibi tam tersi çatışmaları, karışıklıkları getirme riski barındırmakta. Trump özelinde bu tutumun sebebi esas savaşı ticaret ve gümrük vergileri üzerinden Çin ile yapmaya ve başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere diğer ülkeleri kendi ticari alanında tutma çabasından kaynaklanmakta. Bu sebeple önümüzdeki yıl belki farklı formlarda ve biçimlerde olacak olsa da gerginliklerin, savaşın, yıkımın hüküm süreceği bir dönem sürecek seçim sonrası.

SERMAYE VE ANA AKIM MEDYA AÇISINDAN SEÇİMLER

ABD’de seçimlerin finansmanı büyük oranda bağışlar üzerinden yürümekte olup, sermayenin lobicilik faaliyetleri önemli yer teşkil etmekte bu aşamada. Her iki adayın bağış kaynaklarına bakıldığından Trump tarafında çok büyük ağırlıklı olarak milyarderlerden gelen “bağışlar”ın bulunduğu görülmekte. Öte yandan geçtiğimiz hafta Jeff Bezos’un sahibi olduğu Washington Post Gazetesinin Harris’i desteğini açıklayacağı editöryal yazısı patronun müdahalesi ile durdurulduğu ve nötr pozisyon açıklandığına şahit olundu. Bunun yanında Elon Musk’ın arayı düzeltmesi sonrası Trump’ın büyük destekçisi haline geldiği ve sahibi olduğu sosyal medya platformu Twitter’ı bu amaçla her türlü Neonazi propogandasına, dezenformasyona açık hale getirmekle kalmayıp mitinglerde de sık sık yer almakta. Benzer konumlanmalar daha alttan olmak üzere Facebook, Google gibi özellikle dijital, büyük teknoloji sermayesinde de görülmekte. Bunun arkasında Trump’ın verdiği rekabet hukukunun uygulanmasında, kriptopara düzenlemelerinde gevşemeler ile Federal fonlamalarda sağlanacak kolaylık vaatleri başı çekmekte. Bu durumun özellikle bulut sermayesi için aciliyetinin arkasında özellikle küçük orta boylu şirketleri satın almalar yoluyla tekelleşme/oligopolleşmeye duydukları büyük bağımlılık, içinde bulunduğumuz ekonomik sistemin değişerek teknofeodalizme yöneldiği dönemde hızlarını kaybetmek istememeleri. Ancak son yıllarda bu konuda özellikle kendilerini sıkıştıran Biden tarafından atanmış olan Federal Ticaret Komisyonu başkanı Linda Khan’ın görevden alınması talepleri yatmakta. Öte yandan Harris bu konuda Biden’ın politikalarını sürdürmekte ısrarcı görünmekte. 

Büyük vergi kesintileri, hem başkanlık döneminde oldukça gündeme geldiği uygulamalar hem de seçim vaadi olarak Trump’ın sürekli söz söylediği bir konu. Bu konuyu sanki işçi sınıfının faydasınaymış gibi göstermekte mahir olsa da hesaplamalar, bu kesintilerin düşük gelir kısmına binen yükü artırdığı, yüksek gelirlere sahip sermaye için mevcut ayrıcalıklarını artırdığını göstermekte. Kendisi de bu konudaki söylemlerini ek bir politika olmadan olumluymuş gibi göstermeyi sürdürmenin olası olmadığı görmüş olduğundan olsa gerek bu vergi kesintilerinden doğacak hazine açığını Çin’den ithal ürünler için koyacağı yüksek gümrük vergileri ile kapatacağı söylemini geliştirdi. Bu sayede hem milliyetçi hamaset ile kitleleri heyecanlandırma hem de sermayeye ayrıcalık tanıma üzerinden yakın tutma gibi iki başat konuda destekçilerini yakından tutmayı başarmış gözüküyor. 

Sonuç olarak, ABD’nin bu seçimi, yalnızca yeni bir başkan seçmekten öte; ülkenin gelecekteki iç ve dış politikalarının şekillenmesi, toplumsal huzursuzlukların nasıl çözüleceği, kapitalist sistemin yarattığı eşitsizliklerin nasıl ele alınacağı, küresel emperyalist paylaşım savaşına yaklaşım şekilleri gibi temel soruları da beraberinde getiriyor. Bir tarafta faşist kodlar içeren söylemleriyle öne çıkan, öngörülemez, vulgar, devlet nizamını rahatsız eden ve seçime gölge düşeceği endişesini uyandıran bir aday, diğer tarafta ise emperyalist politikaları ve neoliberal çözümleriyle sistemin devamlılığını vaat eden bunun yanında halk için kısıtlı sosyal politikalar vaat eden bir aday. Bu seçim, ABD halkı ve dünya için derin toplumsal, ekonomik ve siyasi etkileriyle tarihe geçecek. Adayların vaatleri, iktidar mücadeleleri ve bu seçimden çıkacak sonuç, yalnızca ABD için değil, dünya genelinde gelecek yılların gidişatını belirleyecek bir dönüm noktası olacak.

Türkiye – BRICS Yakınlaşması: Kazançlar, Kayıplar, Riskler

Asgari Ücret Maratonu Başlıyor: İktisatçılar Ne Öneriyor?

Geçinemeyen Türkiye’nin En Zor Yılı 2025 mi Olacak?