Sansür Ağında Sıkışan Türkiye’de Dijital İfade Özgürlüğü

Hızla gelişen dijital dünyada Türkiye’nin durumu ne yazık ki pek de iç açıcı değil.

Demokratik toplumların yapı taşlarından biri olan ifade özgürlüğünde Türkiye’de yaşanan dijital hak ihlalleri giderek ön plana çıkıyor.

Ekim ayında yayımlanan Amerika Birleşik Devletleri merkezli düşünce kuruluşu olan Freedom House’un Dünya çapında ülkelerin internete yönelik kontrol politikalarını inceleyen İnternette Özgürlük Raporu yaşanan ihlallerini ortaya koyuyor. İnternet kullanıcılarının yüzde 87’sini oluşturan 72 ülkedeki internet özgürlüğünü ortaya koyan raporda Türkiye bu yıl da “Özgür Olmayan Ülkeler” kategorisinde kendine yer buldu.

Türkiye’de dijital mecralarda ifade özgürlüğünü sınırlandırmaya yönelik çok geniş bir mevzuat var. Bunların başında Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Mevzuatı gelse de 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun olmak üzere birçok kanun yoluyla dijital özgürlükler sınırlandırılıyor.

Fikir Gazetesi’ne konuşan İfade Özgürlüğü Derneği’nin (İFÖD) kurucularından olan insan hakları alanında çalışmalar yürüten Avukat Kerem Altıparmak, İfade Özgürlüğü Derneği’nin 2023 Engelli Web raporuna dikkat çekiyor. Rapora göre, 2023 yılı sonuna kadar 833 farklı kurum ve hakimlik tarafından toplam 821 bin 285 farklı kararla erişim engelleme ve içerik çıkarma kararı verilmiş.

Avukat Kerem Altıparmak ifade özgürlüğünü nasıl korunabileceğinden çok nasıl tehdit altında tutulduğuna dikkat çekerek, “Bu kadar büyük bir sansür ağıyla mücadele etmek ifade ve basın özgürlüğünü savunmak gerçekten zor. Dijital haklar denince doğrudan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nu anlamamak lazım. RTÜK yasasında yapılan değişiklikle RTÜK’e de dijital alanda yapılan radyo televizyonculuk hakkında yeni yetkiler verildi. RTÜK, sulh ceza hakimliğine başvurarak bu yetkisini kullanarak Voice of America ve DW’yi Türkiye’de erişime kapattı. Bu durumda hakkımızın nasıl korunduğundan değil nasıl sınırlandığından bahsetmek daha doğru sanırım.” diyor.

Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), Açık Radyo’nun karasal yayıncılık lisansını resmen iptal etmesinin ardından, 30’uncu yılını doldurmasına bir ay kalan Açık Radyo’nun yayını 16 Ekim saat 13.00’te son bulmuştu.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi Türkiye’nin de taraf olduğu pek çok anlaşma aslında vatandaşların ifade özgürlüğünü koruyor.

Avukat Kerem Altıparmak uluslararası anlaşmalara ek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı işaret ediyor ve ekliyor:

“Anayasa’nın 90. Maddesine göre bu sözleşmelerle çatışan yasaların esas alınmaması gerekiyor. İfade özgürlüğü nitelikli bir hak, yani koşulları oluştuğunda sınırlandıralabilir. Bu sınırlandırmanın gerçekten bir toplumsal ihtiyaca denk gelmesi lazım. Anayasa ve AİHS bunu “demokratik bir toplumda zorunlu olma” şeklinde tanımlıyor. Bir başka deyişle, yapılan kısıtlamanın gerçekten ya kamu düzenini ya da başkalarının haklarını korumak bakımından zorunlu olması lazım. Ancak bu ilke ve kurallar büyük ölçüde gözardı ediliyor. Bunun nedeni de Türkiye’deki diğer insan hakları ihlali sorunlarında olduğu gibi hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının güvenceye alınmamış olması.”

Türkiye’deki dijital ifade özgürlüğünü kısıtlayan en önemli faktör sansür ve kısıtlamalar…

Gelişmiş ve gelişmeye devam eden teknolojiyle birlikte bu sansür ve kısıtlamalara dijital araç kullanıcıları çözümler geliştirse de ifade özgürlüğünü desteklemekte yetersiz kalınabiliyor. Teknolojik gelişmelere yatkın olanlar sansür ve kısıtlamalara karşı VPN (Sanal Özel Ağ) uygulamalarını ya da DNS değişikliklerini yapabiliyor. Örneğin, geçtiğimiz ağustosta Instagram’a erişim engeli getirmesine rağmen Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan kullanımı engellenmiş platform üzerinden “Hayırlı Cumalar” paylaşımında bulunmuştu.

Fakat bunu uygulayamayanlar da var.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü’nde medya ve gazetecilik üzerine çalışmalar yapan Prof. Dr. Erkan Saka “işin niyesine bakmak gerekiyor” diyor:

“Bir suçludan dolayı bütün bir platformu kapatmak ne kadar doğru ve ortalama vatandaşın hakkı niye böyle yeniyor bunları bir düşünmek gerekiyor. İfade özgürlüğümüzü ifade edebilecek zeminlerin azalması haksız yeri bu durumun. Bir özgürlük sorunu doğuyor burada.”

Toplumsal olaylarda hükümetin sosyal medya platformlarına ya da internete yönelik uyguladığı ilk “çözüm” genellikle erişim engellemesi veya bant daralması oluyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok başkentte yaşanan TUSAŞ patlamasında, Diyarbakır’da kaybolan ve cesedi 19 gün sonra bulunan Narin Güren cinayetinde, kadın cinayetlerinde, depremlerde… Öncelik hep Twitter (yeni adıyla X) gibi platformların kapatılması ya da bant daralmasına gidilmesi.

Prof. Dr. Erkan Saka toplumsal olaylarda insanların otorite ve/veya güvenilir kaynaklara bakmaya eğilimli olduğunu belirterek kamu otoritelerinin düzenli bilgi akışı sağlamasının önemini vurguluyor. 

Kısıtlamaların olduğu yerlerde dengelerin bozulacağına dikkat çeken Profesör Saka, “Bu sefer daha küçük, anonim, provokatif hesapların önü açılıyor. Dezenformasyon daha da artıyor ve daha kötü sonuçlar doğuyor.”

DİSK Basın-İş Sendikası Genel Başkanı Turgut Dedeoğlu ise afet zamanları gibi toplumsal nitelikte ve önemde olan olaylarda, doğru ve nitelikli enformasyona erişimin yurttaşın asli hakkı olduğunu vurguluyor.

Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olan ve basında bilim/teknoloji alanında çalışmalar yürüten Çağla Üren ise ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların insanları anonim olmaya ittiğini söylüyor. 

Türkiye’de VPN talebinin 2022’ye kıyasla 2023’te yüzde 99 arttığına dikkat çeken Çağla Üren, merkezileşmiş yapıların, içerik algoritmalarının ve yapay zeka tabanlı sansürleme uygulamaların da dijital ifade özgürlüğünü şekillendirdiğinin altını çiziyor.

“Dünya tarihinde sosyal medya gibi bir mecra yok” vurgusunda bulunuyor Profesör Erkan Saka. Anonim hesap olmanın günümüz teknolojilerinde oldukça zor olduğunu belirten Prof. Saka, “Vatandaşın demokratik bir ortamda fikrini söylemekten çekinmemesi lazım.” diye ekliyor.

Sosyal medyadaki anonim hesapların bir kısmı mizahın da gücüyle birlikte siyasi otoriteye karşı bir “başkaldırıda” bulunup hakaret, terör gibi suçlamalarla tutuklanmaya devam edilirken provokasyon ve dezenformasyona yol açan “anonim” hesaplar ise varlığını sürdürmeye devam ediyor. 

Burada iki farklı ayrım ortaya çıkıyor: Kişisel hakların ihlali ve otosansür.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Cumhurbaşkanına hakarete ilişkin ilk kararını 2007 yılında verdiğini hatırlatan İFÖD kurucularından Avukat Kerem Altıparmak, bu kararda, Cumhurbaşkanını herhangi bir vatandaştan daha fazla koruyan bir yasanın sözleşmeye aykırı olduğunu söylendiğini aktarıyor.

“O karar Süleyman Demirel’le ilgiliydi. 2021 yılında ise Vedat Şorli kararıyla bu kez Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı dönemine ve mevcut TCK 299’a ilişkin bir değerlendirme yaptı mahkeme. Bu kararında AİHM hem aynı ilkeyi tekrar etti hem de sözleşmenin 46. Maddesi uyarınca hükümetten bu sorunu çözmesini talep etti. O kararın üzerinden üç yıldan fazla zaman geçti. Anayasa’nın açık hükmüne rağmen Anayasa Mahkemesi dahil olmak üzere, Türkiye’de Cumhurbaşkanına hakaret davalarına bakan binlerce hâkimin bir tanesi bile Vedat Şorli kararına istinaden TCK 299. maddeyi uygulayamayacağını söylemedi. Çünkü bunu söyleyen yargıcın o görevde kalması mümkün değil. Hal böyle olunca da on binlerce soruşturma ve binlerce kovuşturmanın olmasına şaşırmamak lazım.”

2018 yılından beri Türkiye’deki en geniş dava izleme programını yürüten Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin (MLSA) İfade Özgürlüğü Davaları Raporu’na göre davaların hedef aldığı ilk üç grup öğrenciler, gazeteciler ve barışçıl eylemlerde bulunan aktivistler ve hak savunucuları. Derneğin, 1 Eylül 2022-2023 tarihleri arasında takip ettikleri 233 ifade özgürlüğü davasında toplam 1646 kişinin yargılandığını ortaya koyan rapora göre 32 davada 116 sanığa toplamda 217 yıl, 8 ay, 20 gün hapis cezası verildi.

Türkiye’nin ifade özgürlüğü mücadelesinin devam edeceğini dile getiren Avukat Kerem Altıparmak, “İktidar, hakikatin konuşulabilmesini, eleştirilebilmeyi kabul etmiyor. Bunun için sürekli yeni bir araç yaratıyor. Mesela, bu eğilimin son örneği etki ajanlığı yasa teklifi. İnternete ilişkin kısıtlamalar da bu çerçevede hükümet açısından vazgeçilmez nitelikte. O nedenle, yasaların ifadeyi özgürleştirecek şekilde ve uluslararası hukuka uygun olarak güncellenmesini beklemek fazla iyimser olur.” açıklamalarında bulunuyor.

MSLA raporunda yer alan bilgilere göre takip edilen 17 gazetecilik davasında 23 gazeteciye 67 yıl, 8 ay, 12 gün hapis cezası verildi. 

Sansür ve otosansürün sadece Türkiye basınında değil tüm dünyada arttığına dikkat çeken Profesör Erkan Saka, “Dünya genelinde daha engelleyici, özgürlüklerin kısıtlandığı bir döneme giriyoruz” açıklamalarında bulunuyor. Profesör Saka, gazetecilerin haber odaklı çalışmalar yaparken yazdıkları yazı yüzünden başlarına bir şey gelip gelmeyeceğini düşünmemeleri gerektiğini de belirtiyor.

Yaşanılan durum ise farklı… “Sansür Yasası” olarak da bilinen kanunla gazeteciler ve meslek örgütlerinin ifade özgürlüğü 2022 yılında yapılan değişikliklerle kısıtlanmıştı. Türkiye’de gazeteciler sadece yazdıkları haberlerden, kitaplardan dolayı değil sosyal medya hesaplarındaki ifadelerinden dolayı da tutuklanabiliyor. 

Gazetecilerin benzeri görülmemiş düzeyde temelsiz davalarla karşı karşıya olduğunu belirten DİSK Basın-İş Sendikası Genel Başkanı Turgut Dedeoğlu, “Gazetecilerin ifade özgürlüğünün, özgürlüğü kısıtlayıcı tedbir ve cezalar yoluyla sınırlandırılması hem basının haber verme özgürlüğüne hem toplumun haber alma ve bilgilenme özgürlüğüne hem de demokratik tartışma ortamlarına doğrudan bir müdahale niteliğindedir. Basının üzerindeki baskılar basın özgürlüğünü, haber verme ve haber alma hakkı ile ifade özgürlüğü gibi toplum için vazgeçilmez olan ve demokrasinin de temelini oluşturan anayasal hakları tehdit ettiği açıktır.” değerlendirmelerinde bulunuyor.

Gazetecilerin iktidarın ve güç sahiplerinin tepkisinden çekinerek haberlerinde otosansür uygulaması beraberinde yüzeysel ve eksik bilgilerle donanmış haberleri de getiriyor.

“Otosansürün tek başına gelişmediği, kurumlardaki silsile hâlindeki sansür uygulamaları ile ortaya çıktığını biliyoruz.” diye konuşan Basın-İş Genel Başkanı Turgut Dedeoğlu, “Gazete gibi olmayan gazeteler ve gazeteci gibi olmayan gazetecilerin ülkesi oldu Türkiye. İktidarın borazanlığını yapıyorlar. Baskı rejimi, ifade özgürlüğünün yok sayılması, gazetecilik faaliyetlerinin suç unsuru sayılması, gazetecilere yönelik gözaltılar, yargılamalar, hukuksuz uygulamalar her geçen gün artarken; araştırmacı gazeteciliğe yönelenlerin sayısı gittikçe azalıyor ve birçok gazeteci bülten haberciliğinde sıkışıp kalıyor. Sonuç olarak da konfor alanından çıkamayan, ofislerde bilgisayar başlarında çalışan gazetecilerin sayısı her geçen gün artıyor.” ifadelerini kullanıyor.

Türkiye Gazeteciler Sendikası Medya Akademisi Genel Direktörü Orhan Şener Deliormanlı ise Türkiye’deki ifade özgürlüğünün uzun yıllardan beri iyi olmadığına dikkat çekerek Özellikle son 15 senede, mevcut iktidarın otoriter ve baskıcı uygulamaları nedeniyle daha da kötüye gidiyor.  2022’de yapılan yasal değişikliklerle bir basamak daha çıkmış olduk ve vaziyet iyice sıkıntılı bir hâl aldı.” diyor.

İfade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların yalnızca bireylerin değil toplumun da bilgiye erişim hakkını tehdit ettiğini belirten Deliormanlı, Gazetecilere yönelik baskılar, bilgi akışının kontrol altında tutulmasını sağlarken, ifade özgürlüğü üzerindeki bu kısıtlamalar toplumsal gelişimi ve demokratik yapıyı olumsuz etkiliyor.” açıklamalarında bulunuyor.

Dijital Bir Dünyada Çocuk Olmak: Haklar, Öncelikler ve Riskler

Nefret Suçlarıyla Mücadele Derneği Kuruldu: “Her Gün Ölümle Baş Başa Bırakılıyoruz”

AYM Kararına Rağmen Yetkileri Genişletilen Bekçiler ve İnsan Hakları Tartışması