₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Şiddet Sarmalında Geçen Bir Yılın Ardından: Güvende Olabilecek miyiz?

Bir ülkede yurttaşların kendilerini güvende hissetmesi, toplumsal huzur ve refahın temel taşlarından biri olarak kabul edilirken; son yapılan bilimsel araştırmalara göre, bireylerin güvenlik algısı sadece fiziksel tehditlerden uzak olma durumu değil, aynı zamanda ekonomik istikrar, adalet sistemi ve sosyal dayanışma gibi unsurlarla da doğrudan bağlantılı.

Geçtiğimiz ay Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), 60. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde “barışın ve bilimin ışığında ruh sağlığını ve yaşam hakkını korumak” teması ile acil çağrıda bulunmuş, Fikir Gazetesi de 40. Sayısı’nda “Ruh Sağlığı Tehdidi, Acil Politikalar Gerektiren Bir Kriz Haline Geldi” başlıklı söyleşi ile konuya dikkat çekerek, toplumdaki şiddet ve nefret halinin, güvende hissetmeme durumunun nedenleri ve sorunların çözümü için kamu otoritesine acil politika üretimi çağrısı yapan TPD Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Gülin Özdamar Ünal ile söyleşi gerçekleştirmişti. 

Özdamar söyleşide şu noktalara dikkat çekmişti: “Ruh sağlığı ve yaşam hakkının korunması meselesi ülkemizde kontrol edilemez bir noktaya doğru ilerlemektedir. Giderek artan ve sıradanlaşan şiddet olayları, kadın cinayetleri, çocukların ve savunmasız bireylerin yaşam hakkının ihlalleri, iş kazaları, intiharlar ve cinsiyet temelli ayrımcılık gibi sorunlar bu durumun göstergeleridir. Bu durum, acil politikalar ve düzenlemeler gerektiren bir kriz haline gelmiştir.”

GÜVEN İHTİYACIMIZ YENİ YILDA KARŞILANACAK MI?

2025 yılı için geri sayım başladı. 2024 yılı ise Türkiye’de kadına şiddet, cinskırım, katliamlar artış gösterdi, çocuğa karşı şiddet, taciz, tecavüz ve cinayetlerde de artışlar yaşandı. Cezasızlık süreçlerinin işletildiği, hukukun üstünlüğü ve adalet arayışının en çok ihtiyaç duyulduğu alan bu noktada gerçekleşti. Derin yoksulluğun giderek yayıldığı ülkemizde ekonomik kriz ortamında yaşam koşullarının zorlaşmasıyla güvensizlik ortamının da dalga dalga büyüdüğü gözleniyor. 

Fikir Gazetesi, Ekim ayında dikkat çektiği “Şiddet ve Güvenlik İhtiyacı Arasında Sıkışan Yaşamımız Üzerine” konusunu 44. sayısındaki bu haber dosyasında yeniden ele alarak, 2025 yılında da şiddet ve nefret söylemi sarmalında güvende hissetmeyecek miyiz? Güvenlik ihtiyacımızın karşılanması, güven içerisinde yaşayan bir toplum nasıl inşaa edilir? Neler yapılmalı? konusuna odaklandı. 

İnsan Hakları Aktivisti, Avukat Sena Yazıbağlı Selanik’e sorularımızı yönelttik ve değerlendirmelerini aldık. 2024 yılında diğer yıllarda olduğu gibi yine kadınların, çocukların, hayvanların, yurttaşların büyük bir sıkıntı içerisinde olduğunu söyleyen Yazıbağlı, kimsenin güvende hissetmediğini ifade ettiği değerlendirmesinde huzur ve güven ortamının sağlanmasının yolunun; devletin devlet olmasından kaynaklı görevlerini yerine getirebilmesinden, bu mekanizmanın işleyebilmesinden geçtiğine dikkat çekiyor. 

“DEVLET AKLINA TERS DÜŞECEK HİÇBİR AYKIRI SES DUYULMASIN İSTENİYOR”

Yazıbağlı, ülkemizde şiddetin, devlet tarafından da yurttaşların anayasal haklardan kaynaklanan toplantı ve gösteri yürüyüşleri noktasında da son yıllarda çok sık uygulandığına dikkat çekerek şunları belirtiyor: “Bu yıl toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yurttaşlar sıkı müdahalelerle karşılaştı. Örneğin birkaç gün önce 2025 yılı asgari ücret açıklaması yapıldı. 22 bin 104 lira olarak belirlendi ve akabinde sokağa çıkıp insanca yaşamak istiyoruz diyerek slogan atan, yürüyüş yapmak isteyen, tamamen barışçıl, tamamen kendi içlerinde bulundukları durumu ifade etmeye çalışan bir grup insana polis müdahalesini sosyal medya aracılığıyla hepimiz gördük.  Hukukçular olarak ya da insanlar olarak baktığımızda bugün eylem olur, bunu öngörebiliyoruz ama bugün gözaltı olabileceğini de öngörebildiğimiz bir zamanda yaşıyoruz. Çünkü normali buymuş gibi. Gözaltı artık bu bir uygulama haline gelmiş durumdadır. Oysa toplantı ve gösteri yürüyüşleri tam da ilkel toplumlardan, medeni toplumlara geçerken; devletle aramızda yapmış olduğumuz anlaşma, doğuştan sahip olduğumuz temel hakların devlet tarafından korunabilmesini sağlamaktır. Ve bu konularda devlet görevini ihmal ettiğinde vatandaşlar temel olarak halkın dikkatini çekmek, kamuoyu oluşturmak, kamuoyu vicdanını oluşturabilmek, meclise ve devlete sesini duyurabilmek için toplantı gösteri yürüyüşleri düzenler. Ancak bu aykırı sesin yani devlet aklına ters düşebilecek hiçbir sesin duyulmasına müsaade edilmeyen bir zamanda yaşıyoruz.” 

“DEZENFORMASYONDAN 4 BİN 590 KİŞİYE SORUŞTURMA AÇILDI”

Avukat Sena Yazıbağlı Selanik, gazetecilere yönelik baskılara değinerek baskıların bu yıl daha da arttığını söyledi ve şunları ekledi: “Bildiğiniz gibi iki yıl önce yürürlüğe giren 7418 Sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına dair kanunla birlikte pek çok kanunun içerisine cezai yaptırımlar yerleştirildi. Bu halk dilinde, dezenformasyon yasası olarak biliniyor. Daha geçtiğimiz hafta Gazeteci Özlem Gürses yeri yurdu belliyken, davetle gidilebilecek bir durumdayken, ulaşılabilirken gözaltı işlemi yapıldı. Yine bu kanundan kaynaklı olarak verilere bakarsak iki yılda 4 bin 590 kişiye soruşturma açılmıştır. 384 dava açılmış ve 42 mahkumiyet var. 56 gazeteci de dezenformasyon kanunundan dolayı soruşturma geçirmiştir. Dezenformasyon yasası kapsamında halkı yanıltıcı bilgiyi yaymaktan ötürü atılan twitler nedeniyle bile tutuklamalar gerçekleşiyor. Nasuh Mahruki’nin yaşadığı şey de budur. Tutuklanmak ciddi ciddi bir hukuk sorunudur. Çünkü ne yazık ki uygulamada tutuklama bir cezalandırma yöntemi olarak biliniyor. Aslında tutuklama bir tedbirdir. Neyin tedbiridir? Deliller karartılmasın, tanıklar üzerinde baskı yapılmasın, kaçma şüphesi varsa tutuklama yapılır. Ama ülkemizde tutukluluk bir cezalandırma sopası gibi uygulanıyor. Bu ciddi bir sorun.” 

“LGBTİ+ YURTTAŞLARIN HEDEF GÖSTERİLDİĞİ BİR YIL OLDU!”

Toplumda ötekileştirilen kesimlerin, grupların yaşadıkları zorluklara da değinen Avukat Yazıbağlı, “LGBTİ+’lara yönelik 2024 yılında yoğun bir baskı iklimizi yaratıldı. Genel seçimlerden sonra henüz daha Cumhurbaşkanı her zamanki meşhur balkon konuşmasını yapmadan önceki bir seçim otobüsünün üzerinden yaptığı ilk konuşmada dahi LGBTİ+’ları hedef alıp, hedef gösterip, muhalefet partilerinin LGBTİ+’lar ile birlikte iş tutmalarından kaynaklı onları hedef gösteren açıklamalar yaptı. Bütün Onur Yürüyüşlerinde müdahaleler oldu. Köşeye sıkıştıkları zamanlarda, halka ilişkin bir politika uygulamak istediklerinde ya milliyetçiliği ama çoğunlukla LGBTİ+’lar hedef alındı. Hatta ana akım medya da dahil olmak üzere Yeniden Refah Partisi de yine aynı şekilde muhafazakar kesime hitap ederek aynı yaklaşımları gerçekleştiriyor. Kısaca bu yıl LGBTİ+ yurttaşlar için de zor bir yıl oldu” diyor. 

“Bu politika yaklaşımlarında dünyada aşırılaşan sağın etkisi de var” diyen Yazıbağlı, yakın zamanda yapılan hormon kullanımına ilişkin düzenlemelere de değinerek şöyle devam ediyor: “Türkiye’de özellikle örneğin İzmir yerelinden örnek verecek olursam, Bornova Sokağı’na oldukça yaygın bir müdahale durumu söz konusu. Ev kapatmaları yapılıyor.”

“KADINLAR VE ÇOCUKLAR ALELADE KATLEDİLİYOR!”

Nefret suçlarında ve cinayetlerinde bu yıl oldukça büyük artış olduğunu ve bu vakaların öyle alelade vakalar olmadığını belirten İnsan Hakları Aktivisti Avukat Yazıbağlı, “Yani bildiğimiz öldürme eylemleri gibi silah sıkma, bacağına vurma, kafasına silah dayama gibi eylemler de değil. Gerçekleşen nefret eylemleri gerçekten canavarca his adını verdiğimiz, vücudunun parçalanarak tanınmaz hale getirilerek gerçekleşen cinayetlerdir. Bizler artık bu tarz işlenen cinayetleri daha sık takip etmek durumunda kalıyoruz. Ya da bir saat arayla polislerin yoğun olduğu yerlerde arda arda gerçekleşen bıçaklama eylemlerini görüyoruz. Kadınlar bir cins kırımı ile karşı karşıyalar. Çoğunluğu boşanmak üzere olduğu ya da ısrarlı takibine maruz kaldığı partnerleri tarafından öldürülüyorlar. Çocuklarının, ailelerinin gözü önünde öldürülüyorlar. Sokakta alenen cinayet işleniyor. Hiç ayıp günah, yazık demeden. Çünkü sonunda ne kadar ceza alacağını da bilse, bunu bir şeref ve namus meselesi haline getirmiş bir anlayış var. Erkek egemen anlayışı hakim kılmak adına o kadar kudretli propagandalar üretiliyor ki ve bunu bütün erkekler sahiplenmiş durumda. Narin cinayeti oldukça popüler ve herkesin gördüğü bir dosya haline geldi. Ama biz biliyoruz ki Narin’den bir hafta sonra da yine iki yaşında bir çocuğa cinsel saldırı gerçekleştirilmişti, bir istismar gerçekleşmişti. O kadar konuşulmamış olsa da bunlar bu toplumda olan, var olan şeyler.” konularına dikkat çekiyor. 

“HAYVANLARA İLİŞKİN KATLİAM YASASI KABUL EDİLEMEZ!”

Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve katliamlara ilişkin değerlendirmelerinin ardından bu yılın suç olaylarında, katliam yasası olarak anılan 7527 Nolu Hayvanları Koruma Kanununda yapılan değişiklikleri eleştiren Avukat Sena Yazıbağlı, “Hayvanlar iktidar, muhalefet partileri demeden belediyelerde, barınaklarda birbirlerini yiyerek canlarından oluyorlar. Bu yasa çıktı çıkalı hayvan katliamlar arttı.” diyerek tepki gösteriyor. 

“MÜLTECİLERE YÖNELİK BASKILAR ARTTI!”

Kendini güvende hissetmeyenlerden bahsederken, ülkemize ülkelerindeki savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınan mültecileri de unutmadık. 2024 yılı özellikle Suriyeli mülteciler açısından da çok huzurlu geçmedi. 

Avukat Yazıbağlı, “Mülteciler, bu yıl özellikle çok büyük bir propaganda ve saldırılarla karşılaştı. Örneğin; Kayseri’de 30 Haziran 2024 tarihinde Danişment Mahallesinde küçük yaşta bir çocuğa mülteci tarafından cinsel istismar yapıldığı iddiası üzerine aynı gün kentte tüm mültecilere yönelik ırkçı ve nefret içeren olaylar yaşandı. Suriyelilerin ev ve işyerlerine saldırılar oldu. Kayseri’de yaşamayan mülteciler bile çocuklarını okullara yollamak istemediler. Sokağa çıkamadılar. Ve inanın şu an Suriye’de kimine göre devrim, kimine göre emperyalist bir saldırı sonucunda gerçekleşen yeni düzenin ne olduğunu dahi anlamaksızın, insanlar akın akın belki de canlarından olacaklarını bilerek oraya gitme hevesindeler. Çünkü kendilerini burada o kadar rahatsız ve ayrımcılığa uğramış hissediyorlar.” tespitinde bulunuyor. 

“KİMSE GÜVENDE DEĞİL!”

2024 yılının güvenli hissettiğimiz bir yıl olup olmadığını; şiddet olayları, toplumsal refah, ekonomik zorluklar, sağlığa ve adalete erişim, ruh sağlığı, insan hak ve özgürlükleri ve pek çok konuda ele alarak gazetemize değerlendiren Avukat Yazıbağlı şunları söylüyor: “Tabloya genel olarak bakarsak kimse güvende değil. Yani erkekler daha güçlü, silahlanma konusunda daha rahatlar denilebilir ama erkekler de güvende değil. Yani her köşe başındaki bir erkek grubu başka bir erkek grubu için saldırı, tehdit oluşturabiliyor. İnsanların hepsi bir güvenlik sorunu altındalar. Bu güvensizlik ortamında; devletin devlet olmasından kaynaklı olarak sağlanması gereken temel hakların gerçekleşmediği aşikar. Nedir bunlar? En başta yaşam hakkı, eğitim hakkı,sağlık hakkı, güvenlik hakkı… İfade özgürlüğünü sonraki kuşak haklar olarak belki değerlendirebiliriz ama herkes bu temel haklarını devlete rağmen almaya çalışıyor. Yani bugün bir sağlık hizmeti almaya çalıştığınızda hastanelerde inanılmaz sıralar var. Aylar sonrasına ölüm pahasına randevu alabiliyorsunuz. Çocuğunuzu okula yollamak istiyorsunuz. Eğitim kurumlarına imamlar atanıyor. Çocuklar okulda pedagojilerine bakılmaksızın şeytan taşlama gibi uygulamalar ile karşı karşıya kalıyorlar. Orta sınıfın hepsi bu muameleyi yaşamamak için çocuklarını özel okula yollamaya çalışıyor. Ama özel okullar da şu anki enflasyonu fırsat bilerek inanılmaz fahiş rakamlar öne sürüyorlar.” 

“HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ ESKAZA GÖRÜRSEK SEVİNİYORUZ”

“Güvenlik deseniz zaten yok. Hukukun üstünlüğü mümkün değil. Arayabildiğiniz, biz hukukçuların da görebildiği bir şey değil. Eskaza karşılaşırsak çok seviniyoruz. Burada çözüm ne derseniz; çözüm devletin devlet olmasından kaynaklı görevlerini yerine getirebilmesini, bu mekanizmanın işleyebilmesini sağlayabilmektir” diyerek açıklamalarını sürdüren Yazıbağlı, “Herkesteki bu cinnet halinin bir parça ekonomik sorunlardan kaynaklandığını, sınıfsal bir sorun olduğuna da dikkat çekmek isterim. Hepimizdeki mutsuzluk, ekonomik sorunlar, insanların bireyselleşmesi, toplumsallaşmayı unutmamız, bireysel hazlara dönük olarak yaklaşımımız, hayattaki mutluluğun, gençler arasında da kullanımı yaygın olan uyuşturucu kullanımında aranması, kullanımın artması, kolay ulaşılabilir olması bu anlamda da ciddi bir güvenlik zafiyeti oluşturuyor.” vurgusu yapıyor.

“BİREYSEL SİLAHLANMA ARTIŞI DA GÜVENLİK ZAFİYETİ OLUŞTURUYOR”

Güvenlik unsurunun yok olması toplumsal huzurun bozulması, ulu orta alenen cinayetlerin işlenmesindeki bir diğer etkenin, güvenlik zafiyeti oluşmasının çok önemli bir parçasının da bireysel silahlanmanın çok fazla artmasından kaynaklı olduğuna dikkat çeken Avukat Sena Yazıbağlı, “Silahlarla işlenen suçların yüzde 65’inin ateşli silahlarla işlendiği ve bunlardan da bu kullanılan silahların yüzde 84’ünün de ruhsatsız silahlardan oluştuğu söyleniyor. Yılda ortalama 4500 kişi bireysel silahlanmadan dolayı hayatını kaybediyor. Bu ciddi bir rakamdır. Buna ilişkin denetimler arttırılabilir. Ekonomik iyileştirmeler sözde iyileştirmeler şeklinde yapılmamalıdır.” konusuna dikkat çekiyor.

“HAKİMLER BİLE HUKUK GÜVENCESİ ALTINDA DEĞİL”

Adalet arayışının her geçen gün daha da arttığı günümüzde güven ortamının oluşmasının en önemli unsuru; adaletin herkese eşit şekilde uygulanması, tecelli etmesidir. 

Yazıbağlı 2024 yılında Anayasa Mahkemesi’nin hedef haline geldiği, kararlarının uygulanmadığı süreçlerin yaşandığını hatırlatarak, “Ülkemizde Anayasa Mahkemesi’nin kararları uygulanmıyor. Artık bu nokta son noktadır. Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmamasını kamuyoyuna aktarabilmek hepimizin borcudur. En çok da biz hukukçulara ve gazetecilere bu anlamda çok iş düşüyor. Sadece milletvekili birisinin başına gelmiş bir sorun ve hiçbirimizin başına gelmezmiş gibi algılanmamalıdır. Yani yaşadığımız her bir hukuki sorunun taşınabileceği yer Anayasa Mahkemesi’dir. Ve Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmaması sadece politik bir yerden değil, herhangi birinin başına gelen kamulaştırma davasında da, bir mülkiyet hakkında da, yaşam hakkında da gerçekleşen bir ihlalin karşılık bulamaması anlamına gelebilir. Ama Yargıtay 3. Dairesi tarafından, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında bile soruşturma başlatılması talimatının verildiği, hakimlerin dahi hukuk güvencesi altında olmadığı bir zaman dilimindeyiz” diyerek içerisinde bulunduğumuz vahim tabloyu gözler önüne seriyor.