Latin Amerika’da şehirlerinin tarihsel evrimi, sömürgecilik sonrası bağımlı kentleşme sürecinden başlayarak günümüzün otoriter neoliberal rejimlerine kadar çok katmanlı bir dönüşüm dinamiğini ortaya koyar.
Ekonomik ve siyasal yapıların yeniden şekillendiği bu dönemde, toplumsal katılım mekanizmalarının genişletilmesi ve sol belediyecilik anlayışının sunduğu yenilikçi modeller, bölgedeki yerel yönetimlerin gelişiminde belirleyici olmuştur. Yerel yönetimlerin bu tarihsel yolculuğu, bir yandan küresel kapitalizmin baskılarıyla sınanırken, diğer yandan toplumsal eşitsizliklerle mücadelede yeni araçlar geliştirme çabasıyla sürekli bir dönüşüm içinde gelişti. Ancak, bu çabalara rağmen, ilerleme dönemleri kadar zorluklarla dolu süreçler de bu dönüşüm hikâyesinin ayrılmaz bir parçası oldu.
İkinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası dönemde Latin Amerika şehirleri, gelişmiş kapitalist ülkelere ekonomik bağımlılığın ve ulusal düzeydeki merkeziyetçi politikaların izlerini belirgin şekilde taşıdı. Bu süreçte, yerel yönetimlerin kaynakları ve yetkileri merkezi otoritenin sıkı denetimi altında tutuldu, yerel düzeyde yönetim kapasiteleri ciddi şekilde sınırlandı. Ayrıca, ülke kaynaklarının büyük bir kısmı ithal ikameci sanayileşme politikalarına yönlendirildi, bu da kentsel altyapı, sosyal hizmetler ve konut gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında ciddi eksikliklere yol açtı. Bu dengesiz yapı, gecekondu mahalleleri ile yerleşik orta sınıf bölgeleri arasında keskin ayrışmalara neden oldu ve şehirlerde derin toplumsal eşitsizliklerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
1959 Küba Devrimi, Latin Amerika’nın siyasal ve toplumsal yapısında derin bir kırılma yaratarak bölge tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Devrim, sosyalist hareketlerin güç kazanmasına ve devrimci örgütlenmelerin yaygınlaşmasına olanak tanırken, aynı zamanda sol belediyecilik geleneğinin siyasal ve ideolojik temellerini oluşturdu. Ancak, bu dönüşüm süreci uzun ömürlü olmadı, ABD’nin bölgede giderek artan müdahalesi ve desteklediği askeri faşist diktatörlükler, toplumsal mücadeleyi büyük ölçüde kesintiye uğrattı.
1970’ler boyunca pek çok Latin Amerika ülkesi, askeri rejimlerin otoriter yönetimi altında yerel yönetimlerin özerkliğini kaybettiği ve merkezi otoritenin güçlendiği bir döneme girdi. Bu dönemde neoliberal politikalar, kırsal bölgelerde ve ikincil şehirlerde etkisini hissettirdi; serbest ticaret bölgeleri gibi neoliberal düzenlemeler, yerel yönetimlerin siyasal ve ekonomik yapısını yeniden şekillendirerek yeni bir yerel yönetim paradigmasının doğmasına zemin hazırladı.
1980’ler, Latin Amerika’da askeri diktatörlüklerin zayıflaması ve burjuva demokrasisine geçiş çabalarının yoğunlaştığı bir dönemi temsil etti. Bu dönemde sol partiler, uzun süren baskıların ardından yeniden yasal sahneye çıktı ve yerel düzeyde etkili olmaya başladı. Özellikle halkın karar alma süreçlerine katılımını artırmayı ve toplumsal eşitsizlikleri azaltmayı hedefleyen sol belediyecilik uygulamaları, bölge genelinde dikkat çekici bir ivme kazandı. Brezilya, bu anlayışın en önemli örneklerini sundu; Porto Alegre şehrinde geliştirilen katılımcı bütçeleme modeli, halkın yönetime doğrudan dahil olduğu yenilikçi bir belediyecilik pratiği olarak öne çıktı.
Ancak, zamanla hem içsel dinamiklerden kaynaklanan zorluklar hem de dışsal ekonomik ve siyasi baskılar, bu modelin zayıflamasına neden oldu. Porto Alegre örneğinde, İşçi Partisi’nin (PT) yönetimi kaybetmesiyle birlikte katılımcı bütçeleme gibi halkçı uygulamalar etkisini kaybetti ve pek çok şehirde ise piyasacı ve kamucu politikaları bir arada uygulayan hibrit yerel yönetim biçimleri ortaya çıktı.
Yerel düzeyde piyasacı ve kamucu yönetim stratejilerinin birbirine yaklaşması, belediye yönetimlerinin bu yaklaşımların tek başına uygulandığında karşılaştıkları eksiklikleri gidermeye yönelik bir çözüm arayışı olarak yorumlandı. Örneğin, Venezuela’nın Ciudad Guayana ve Nikaragua’nın Estelí kentleri gibi sol belediyeciliğin erken dönem örnekleri, son yıllarda vergi muafiyeti sağlayan sanayi bölgeleri oluşturarak neoliberal araçlara yöneldi. Benzer şekilde, Porto Alegre’de PT sonrası yönetim, büyük şirketlere cömert vergi indirimleri sundu; Dominik Cumhuriyeti’nin Santiago de los Caballeros şehri ise piyasacı serbest bölge sahiplerinin desteğiyle katılımcı bütçelemeyi kurumsallaştırdı. El Salvador’da ise bazı belediyeler, serbest ticaret bölgeleri ve katılımcı bütçeleme gibi sağ ve sol politikalardan araçlar kullanarak hibrit yönetim modelleri geliştirdi. Bu iki sistemin birleşimiyle, belediye yönetimleri daha pragmatik bir yerel yönetim modeli sunmayı amaçladı ve bu durum özellikle sosyal demokrat ve liberal-sol çevrelerce olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi. Bu çevreler, Çin’in Mao sonrası dönemde yaşadığı süreci “uzun NEP dönemi” olarak değerlendirerek, Latin Amerika’daki hibrit yerel yönetim süreçlerini bu döneme benzetti. Söz konusu hibrit modeller, bu yaklaşıma göre Çin’in piyasa sosyalizmi modeli ile özdeşleştirildi ve bu tür bir gelişimin kaçınılmaz olduğu yönünde bir değerlendirme yapıldı.
1990’ların sonu ve 2000’lerin başı, Latin Amerika’da sol hareketlerin ulusal ölçekte güç kazandığı ve “pembe dalga” olarak adlandırılan bir dönemin başladığı bir zaman dilimini ifade etti. Bu dönemde, yerel ölçekte başarıyla uygulanan sol belediyecilik politikaları, ulusal hükümetlerin politikalarına entegre edildi ve kamusal hizmetlerin genişletilmesiyle toplumsal eşitsizliklerin azaltılması hedeflendi. 1930 sonrasında belediye sosyalizminin kamucu politikaları nasıl refah devleti aracılığıyla ulusal düzeye taşındıysa, Latin Amerika’daki yerel deneyimlerin kamucu birikimi de pembe dalga döneminde ulusal ölçekte etkili hale geldi.
Ancak bu dönemde dikkat çekici bir durum, ademimerkeziyet taleplerinin bu kez sağ partilerden gelmesiydi. Bu durum, yerel özerklik eğiliminin veya yerelci yaklaşımların her zaman sol ideolojiye dayanmadığını, aksine siyasi bağlama göre değişiklik gösterebileceğini gösterdi. Maracaibo (Venezuela), Guayaquil (Ekvador) ve Santa Cruz (Bolivya) gibi ihracat merkezlerindeki yerel yetkililer, pembe dalga sürecinde ulusal düzeydeki sol hükümetlerin devletçi gündemlerine karşı yerel düzeyde özerklik çağrılarını yenileyerek kendi politikalarını koruma çabası içine girdi. Ancak bu kampanyalar, sınırlı bir etki alanına sahip oldu ve yalnızca Bolivya’da Santa Cruz ile diğer eyaletlerde özerklik referandumları düzenlendi.
Venezuela’da Hugo Chavez liderliğinde sosyalist idealler, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve halk katılımının artırılması üzerine inşa edildi, Bolivya’da ise yerel düzeydeki kamucu uygulamalar ulusal reformlarla bütünleştirildi. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, merkezi elitlerin yerel yapılar üzerindeki bürokratik etkisi, sol belediyecilik anlayışının sürdürülebilirliği önünde önemli bir engel oluşturdu ve bu durum, sosyalist politikaların etkinliğini sınırlayan kritik bir faktör olarak öne çıktı.
2010’ların ortalarından itibaren Latin Amerika’da pembe dalganın etkisi zayıfladı, ekonomik krizler ve ABD’nin artan baskıları, sağ ve sol arasında salınım gösteren siyasi bir atmosfer yarattı. Bu zorlu dönemde bile, Arjantin ve Şili gibi ülkelerdeki sol belediyeler, halk odaklı politikaları ve yenilikçi yönetim anlayışlarıyla dikkat çekti. Özellikle Şili, halk katılımına dayalı hizmet modelleriyle otoriter neoliberalizm koşullarında dahi sol belediyeciliğin direnç gösterebileceğini ortaya koydu. Bu durum, sol belediyeciliğin dinamik yapısını ve değişen koşullara adapte olma kapasitesini göstermesi açısından oldukça önemliydi.
İthal ikameci sanayileşme döneminden günümüze kadar Latin Amerika’daki yerel yönetim deneyimleri, ulusal politikaların yerel düzeyde farklı biçimlerde uygulanabileceğini ve bu yerel çeşitliliğin de ulusal düzeydeki politikaları şekillendirebileceğini gösterdi. Bununla birlikte merkezi politika rejimleri yerel düzeyde homojen şekilde uygulanmadı, aksine yerel koşullara uyarlanarak alt ulusal varyasyonlara dönüştü. Örneğin, ithal ikameci sanayileşmeye tepki olarak gelişen serbest ticaret belediyeciliği, devletçiliğe karşı yerel düzeyde neoliberal eğilimleri yansıtırken, neoliberal politikaların egemen olduğu dönemlerde gelişen sol belediyecilik, toplumsal eşitliği yeniden sağlama amacını taşıyan yerel bir alternatif oluşturdu. Bu durum, yerel yönetimlerin hem ulusal politikaların bir yansıması hem de bu politikalara karşı bir alternatif olarak ortaya çıkabileceğini gösterdi.
Yerel yönetimlerin etkisi, özellikle muhalif sosyalist örgütlerin hegemonyasında gelişen güçlü ittifak ilişkilerine sahip yerel yapıların başarısında kendini gösterdi. Geniş tabanlı sınıf yapısına sahip şehirlerde belediyeler, 1970’ler İtalya ve Fransa’sındaki yerel sosyalizm örneklerinde olduğu gibi, işçi sınıfı ile orta sınıf arasındaki koalisyonlar aracılığıyla daha kapsayıcı ve sürdürülebilir kentsel politikalar geliştirdi. Bu koalisyonların sürekliliği, söz konusu yerel yönetim deneyimlerinin başarısında kritik bir rol oynadı. Söz konusu ittifak yapısı, topluluklarına geçmiş kazanımları koruma fırsatı sağlamakla kalmadı, Pembe Dalga’da görüldüğü üzere ulusal düzeyde karşı hareketlerin başlamasına da zemin hazırladı. Bu durum, yerel politikaların ulusal düzeydeki dönüşümlere katkıda bulunma potansiyelini vurguladı.
Bununla birlikte, devlet kodlarının tarihsel ademimerkeziyetçi yapısı, sol belediyeciliğin ortaya çıkması için önemli bir zemin oluştursa da, tek başına belirleyici bir faktör değildi. Brezilya’nın merkeziyetçilikten uzak federal yapısı, radikal deneyimler için uygun bir ortam sağladı, fakat benzer deneyimlerin daha az elverişli kentsel bağlamlarda da ortaya çıktığı gözlemlendi. Bu durum, sol belediyeciliğin zamanlaması ve niteliğinin, kamucu politikalarının mirası ile emekçi sınıfların güçlü mücadelelerinden önemli ölçüde etkilendiğini ortaya koydu.
Geçmiş deneyimler, Latin Amerika’daki yerel yönetimlerin geleceğinin, sermaye birikim dinamiklerindeki dönüşümün yarattığı ölçeksel ilişkiler ve bu ilişkiler içinde gelişen sınıf mücadeleleri temelinde biçimleneceğini göstermektedir. Brezilya’da geçmişte başarıyla uygulanan katılımcı bütçeleme modellerinin yeniden hayata geçirilmesine yönelik çabalar, yerel düzeyde demokratikleşme için önemli bir fırsat sunmaktadır. Benzer şekilde, Arjantin ve Şili’deki yenilikçi belediyecilik deneyimlerinin güçlendirilmesi, halk katılımını artıran politikaların sürdürülebilir kılınması açısından kritik bir rol oynayabilir.
Sonuç olarak yerelden küresele uzanan ölçekler arası çok yönlü mücadele hattı, yalnızca mevcut iktidar yapılarına karşı savunma hattı oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda alternatif toplumsal ve ekonomik örgütlenme biçimlerini inşa etmeyi de zorunlu kılacaktır. Yerel yönetimler ve daha geniş olarak devlet içindeki mevzi savaşları, bürokratik mekanizmalar içerisinde kazanılabilecek haklar ve reformlarla kitlelerin yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlarken, aynı zamanda devletin sınırlarını ve çelişkilerini ortaya koyarak daha geniş ölçekli bir dönüşüm için politik ve örgütsel bir zemin hazırlayacaktır.
Öte yandan, devlet aygıtı dışındaki sokak hareketleri ve doğrudan kitlesel mücadeleler, yalnızca belirli anlarda ortaya çıkan reaksiyonlar değil, devlet aygıtının ve sermaye düzeninin kriz anlarında radikal bir dönüşüm için bir fırsat yaratan itici güçler olacaktır. Asi Şehir El Alto gibi mücadele deneyimlerinden çıkarılacak dersler, kentsel direniş pratiklerinin nasıl şekillendiğini, halk örgütlenmelerinin ve dayanışma ağlarının bu süreçte nasıl bir rol oynadığını ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla, yerel mücadeleler, reformizm ile devrimcilik arasındaki çelişkileri aşan, kimi zaman devlet içinde çoğu zaman da onun karşısında konumlanabilen bir strateji gerektirmektedir. Sınıf mücadelesinin hem tarihsel sürekliliği hem de anlık patlamalarla ilerleyen doğası göz önüne alındığında, hangi koşullarda hangi yöntemlerin ön plana çıkacağı, somut güç dengelerine ve toplumsal hareketlerin kendiliğinden veya örgütlü gelişen dinamiklerine bağlı olacaktır. Bu bağlamda, devlet içinde verilen mevzi savaşları ile sokakta yürütülen doğrudan mücadelelerin birbirini tamamlayan süreçler olduğu unutulmamalıdır.
Latin Amerika’da Sol Belediyecilik XII : Che Guevara’nın Şehri Rosario
Latin Amerika’da Sol Belediyecilik XI: Recoleta’da Yerel Sosyalist Bir Deneme
Latin Amerika’da Sol Belediyecilik X: Otoriter Neoliberalizm ve Sol Belediyecilik