₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Belediyeler kıskaçta: Emek mi, siyasi duruşlar mı silkeleniyor?

Yerel seçimlerin üzerinden bir yıl geçti. İktidar partisi aldığı yenilginin acısını çıkarmak için belediyeleri fena halde “silkelemekte”. Tüm dikkatler 19 Mart’ta İBB’ye yapılan operasyon ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere birçok yerel yöneticinin tutuklanmasına çevrilmiş ve buna karşı toplumsal muhalefet ivmelenmişken yerel yönetimler üzerindeki mali ve siyasi baskılar katlanarak artıyor. Üst düzey yöneticilere yönelik operasyonların, soruşturmaların haricinde belediyelerin aylık ödenekleri SGK’ya olan borçları karşılığında çok büyük kesintilerle aktarılıyor. Hatta artık aynı kesintiler belediye şirketlerini kapsayacak şekilde genişletilmiş durumda.

Mevcut tasarruf tedbirleri ile icraat alanı alabildiğine daralan belediyeler, gelirlerinin büyük kısmını da böylece kaybederek maaş bile ödemeyecek hale geldi. Birçok belediyeden iş bırakma ve grev haberleri gelmeye başladı; toplu iş sözleşme pazarlıkları zora girdikçe, maaşların yatırılmasında güçlükler yaşandıkça emekçilerin, hizmetler aksadıkça hemşehrilerin tepkileri haliyle daha da artacak. 

Küçük kıvılcımları yavaş yavaş beliren bu gerilim hattı bir yangın yerine dönmeden önce CHP’li belediyelerin yakın ve uzak geçmiş deneyimleri de hatırlayarak stratejiler geliştirmelerinin bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Bu ilk yazıda tepkilerin emek kısmına odaklanacağım; bir sonraki yazıda da belediye hizmetleri ve hemşehriler boyunu ele almayı düşünüyorum.

Öncelikle; emeklerinin karşılığını son derece haklı bir şekilde talep eden işçilere yönelik damgalayıcı, suçlayıcı söylemlerden, faturayı kendilerinden önce dönemlerde izlenen istihdam politikalarına çıkarmaya dönük yaklaşımlarından zinhar kaçınmak gerektiğinin altını çizerek başlayayım. Yöneticilerin ne aldıkları maaşla zar zor geçinen işçilerin anlayışına, ne de geçmiş dönemlere ilişkin gerekçelere sığınma hakkı var. Aksine işçilerin haklarını alma mücadelelerine destek vermeleri sosyal demokrat iddialarının doğal gereği. 

Bir kez daha vurgulayalım: Yöneticiler kendilerinden haklarını talep eden işçileri eleştirmek değil, onlara destek olmak zorundalar; tabii ki eğer bu taleplerini yerine getirmede yaşadıkları güçlükler iddia ettikleri gibi merkezi hükümetin keyfi tasarrufları ise.

Nasıl mı? Genelde toplumcu belediyecilik pratikleri ile anılan 1970’li yılların belediye başkanlarını hatırlayarak mesela. Merkezi hükümetten ciddi baskılar ve kısıtlamalar gören 1970’li yılların CHP’li belediye başkanlarının durumu da bugünkülerden pek parlak değildi. Hatta o dönem her türlü ödenek merkezi hükümetin uhdesinde olduğu için belediye başkanları mesailerinin büyük bölümünü Ankara’da bakanlık kapıları önünde bekleyerek geçirnek zorunda kalabiliyorlardı. Üstüne üstlük bu çabaların büyük çoğunluğu da nafile oluyor, maaşlar gecikiyor, hizmetler aksıyor, yatırımlar imkansız hale geliyordu.

70lerin o güçlü sosyalist atmosferinde elbette protestoların, grevlerin eksik olması da beklenemezdi. Tüm emekçi kesimler gibi belediye çalışanları da haklarına yönelik eylemlerden geri durmadılar. Fakat dönemin efsane belediye başkanları siyasi kimliklerini, toplumcu iddialarını unutmadan tepki veriyor; bu hak taleplerini sorgulamıyor, damgalamıyor, aksine onlara destek oluyor, hatta daha da ileri giderek açlık grevine çıkıyordu:

“Aylardır ücretlerini alamamış işçilerimiz ve çoluk çocuğu aç iken onların oylarıyla işbaşına gelmiş başkan da onların sıkıntısını ve derdini paylaşacaktır. İnsanlığın bir parçası olarak bağımsızlıkları için Vietnam’da, Afrika’da ve Pakistan’da sellere kapılmış insanlara nasıl yardıma koşmuşsak, sokağı süpüren aç insanın yanında da olmam gerekiyor benim. Onların açlığını, sıkıntısını ve sorunlarını paylaşacağım. (…) Başbakanı, başkanı tok, işçisi aç bir ülke olamaz. Simgesel de olsa bu amaçla açlık grevine gidiyorum…”

diyerek açlık grevine çıkıyordu Vedat Dalokay. Ama düşmanlarını sevindirmemek için eylemini ölüm orucu olarak kurgulamamış, üç günle sınırlamıştı.

Jestin gücünü anlatmaya gerek var mı bilemiyorum. Bir yandan sol, sosyalist bir iddia ile makama gelenlerin emekçilerin kendilerine yönelik de olsa meşru taleplerine verdiği desteği bir tarafa not edelim. Ama daha önemlisi, yaşanan mağduriyeti kabul ederek, asıl muhatabın kendisi olmadığı mesajını vermiyor mu böylelikle Dalokay. 

Eğer gerçekten gittikçe kızışan yerel emek gerilimlerinin esas sebebi en yukardan alınan “silkeleyin” talimatı ise, CHP’li başkanların tıpkı yarım asır önceki muadillerinin yaptığı gibi mağduriyetlerin esas failine karşı işçilerle beraber hareket etmesi gerektiği açık. 

Peki halk bu direnişe nasıl ortak edilecek onu da bir sonraki yazıda da Ankara’ya karşı direnişin nasıl müşterekleştirilebileceğini ele alırken düşünelim. 

Dost Belediyeciliği Değil, Hemşehri Hukuku

Demokratik Siyasetin Hammaddesi Olarak Hemşehrilik

Eski Hamama Yeni Tas: Adana’da Farklı Bir Planlama Süreci