İçindeki Ötekinin Peşinde Bir Görsel Sosyolog: Gülbin Özdamar Akarçay

Gazeteci olmayı isterken içindeki ötekiyi keşfetme arzusuyla fotoğrafa yönelen, ötekinin izinden giderken sosyolojiye yönelen ve fotoğraf ile sosyolojiyi bütünleştiren, “Görsel Sosyoloji: Kavramlar, Dönemler, Yöntemler” kitabını yazarak Türkiye’de bir ilke imza atan bir akademisyeni, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülbin Özdamar Akarçay’ı Fikir Gazetesi’nin 12’inci sayısında konuk ettik. 

“Bu kitap ile ben Türkiye’de görsel sosyolojiyi kurumsallaştırmak ve alan olarak tanımlayarak fotoğrafın araştırmalarda kullanılmasının önünü açmak istedim.” diyen Akarçay ile görsel sosyoloji ağırlıklı olmak üzere hayattan, ötekilerden, fotoğraftan ve kaçınılmaz olarak hayatımızın bir parçası hâline gelen  ‘yapay zeka’ üzerine derinlikli bir sohbet gerçekleştirdik. 

Kitabında yapay zeka konusuna da parmak basan ve ‘hipergöz’ kavramını yaratarak literatüre sokan Gülbin Akarçay, “Gelecekte bu ‘hipergöz’ler kendi bedenine entegre edilmiş araçlarla başkasının ürettiği bu halüsinasyonlara ihtiyaç duymadan yeni gerçeklikler üretecekler. İşte o zaman tarih, toplumların kolektif belleği ve her şey değişebilir.” diyerek yapay zekanın gerçekliği yerle bir ettiğine, kendisini endişelendirdiğine, fotoğrafı bitirmesinden çok daha büyük etkileri olacağına ve artık neyin gerçek olduğunu neyin olmadığını sorgular hâle getirdiğine vurgu yaptı. Bu ufuk açıcı söyleşide, Akarçay kendisini özünde belgesel fotoğrafçı olan bir görsel sosyolog olarak gördüğünü, görsel sosyoloji lisansüstü programı açma hayalini anlattı. Duyduğumuzda bizi heyecanlandıran ‘göçün kadınsılaşması’ üzerine çalıştığı projeden bahsetti. Keyifli okumalar… 

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın Yayın Bölümü’nden mezun oldum. Okul benim ufkumu açtı. Hem Merter Oral ile hem de fotoğraf ile tanıştırdı. Gazeteci olma hayali ile girdiğim fakülte beni fotoğrafçı yaptı. Freelance foto muhabirliği hayali kurarken 2002 yılında kendimi Akdeniz Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde buldum. Akademik kariyerim böyle başladı. World Press Photo’nun Türkiye seminerlerine seçildim. Ardından Anadolu Üniversitesi’ne, mezun olduğum bölüme geçiş yaptım. Yüksek lisans ve doktora tezimi tamamladım. Sivil toplum ile tanıştım. Dernek başkanlığı yaptım. 2013 senesinde de şimdi çalıştığım Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladım. Hem fakülteyi hem de Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nü kurduk. O günden bugüne hocalığa, yazmaya, araştırma projeleri yapmaya, fotoğraf çekmeye, küratörlüğe devam ediyorum.

Görsel sosyoloji konusunda kitap yazma eğiliminizden bahseder misiniz? Kitabınız bu alanda yazılan ilk kitap özelliği mi taşıyor?

Bu kitabın temelleri doktora tezime dayanıyor. Belgesel fotoğraf sahasından gelen bir akademisyen fotoğrafçı olarak ne yapabileceğim konusunda düşünürken etnograf ve fotoğrafçıların saha deneyimleri ile ilgili bir etnografi yapmaya karar verdim. İki etnograf ve iki profesyonel fotoğrafçı ile Hacı Bektaş-ı Veli Anma Törenleri’nde etnografik bir çalışma gerçekleştirdim ve fotoğrafı sahada birinci veri toplama aracı olarak kullanmalarını sağladım. Tezi 2012’de bitirdim. Fotoğrafın sahada kullanılma yöntemlerini Türkçeleştirmiş (fotoğrafik uyarım, fotoifade gibi), literatür tartışmaları ve örnekleriyle anlatma fırsatı bulmuştum. Sonraları ise tezimden hareketle bu yöntemleri uygulamaya başladım. Fotoğraf projelerimin konusu da saha çalışmalarım da sosyolojik konulardı. Alanda ise foto-etnografi uyguluyordum. 2014 yılında sevgili hocam Nadir Suğur’un önerisi ile Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde görsel sosyoloji dersi açtım. Evet, kitap Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyor. Fotoğraf ve sosyoloji bağlamı ilk olarak 2006’da Toplumbilim’in fotoğraf sayısı ve Howard Becker’in yazısının Türkçe’ye çevrilmesi ile sosyal bilimler alanına giriyor. Ancak Görsel sosyoloji olarak bir alan tanımlaması yapılmıyor. Bu kitap ile ben Türkiye’de Görsel Sosyoloji’yi kurumsallaştırmak ve alan olarak tanımlayarak fotoğrafın araştırmalarda kullanılmasının önünü açmak istedim.

Soyut kavramlarla ilgilenen bir dal olan sosyoloji alanında görselliğe yönelmenin önemini ortaya atan ilk isim kitapta görsel sosyolojinin gelişimi bölümünde belirttiğiniz Howard S. Becker diyebilir miyiz?

Sosyolojik imgelem, birey ile toplum, tarih ile biyografi, bireysel ya da kamusal meseleler arasındaki ilişkiyi anlama ve bağlantı kurmaya yarayan, dünyaya bakmanın bir yolu, bir bakış açısıdır.  Sosyologlar için de fotografik imgelemi ele almak ve fotoğrafçıların üretim alanı içinde ne tür yaklaşımları benimsedikleri ve dünyaya nasıl baktıklarını incelemek önemlidir. Bunu ilk yapan Howard S. Becker’dir. Becker, hem Amerikan Sosyologları için hem de sosyoloji ve fotoğrafın paralelliklerini anlamaya çalışan sosyologlar ve fotoğrafçılar için bir öncüdür. Becker, Studies in the Anthropology of Visual Communication’ın birinci cildinde (1974) fotoğrafçılık ve sosyoloji üzerine ufuk açıcı bir makale yayımlamıştır. Fotoğrafçılık ve sosyolojinin yaklaşık aynı doğum tarihine sahip olduğunu ve her ikisinin de toplumun araştırılmasıyla ilgilendiğini ancak sonraki yıllarda birçok nedenden dolayı birbirlerinden uzaklaştıklarını vurgulamıştır. Becker’in fotoğraf ile sosyolojiye olan ilgisi ve çalışmaları bir alt disiplin olarak görsel sosyolojinin başlangıcını teşvik etmiştir.

Belgesel fotoğrafçılık, görsel sosyolojiye hizmet eden bir alan mıdır?

Bence hizmet eden demeyelim. Belgesel fotoğraf modernizmin bir temsilcisi olarak tıpkı sosyoloji gibi toplumun araştırılması ve keşfi için uğraşır. Fotoğrafın gerçekliği aktarması, belge olması, bilgi vermesi, kanıt oluşturması, tanık olması, bellek oluşturması onun toplum meselelerine, insanlık hâllerine odaklanmasına sebep olmuştur. Bu nedenle de sosyoloji ile çalıştıkları konular bakımından benzerlikleri, onları birbirine yakınlaştırmıştır. Toplumsal sınıflar, göç, yoksulluk, kimlik, ötekiler gibi konular, her iki alan için de keşfedilmesi ve anlaşılması gereken konulardır. Bu nedenle fotoğraf 1970’ten sonra sosyoloji için ilgi çekici hâle gelmiştir. 

“YAPAY ZEKA, FOTOĞRAF GERÇEKLİĞİNİ ALTÜST EDİYOR” 

Kitapta post-fotoğraf başlığında dijitalleşme, dijital kültür, yapay zeka konuları çerçevesinde sizin tanımladığınız bir kavram var: Hipergöz… Yapay zekâ ile fotoğraf üreten, o fotoğrafı izleyen, bakan kişiler mi hipergöz? Bir duygu durumu mu? Açabilir misiniz biraz?

Dijital elektroniğe dayanan yeni imaj teknolojileri, fotoğrafla anlatmak istediğimiz şeylere karşı çıkmakta, gerçekliği yerle bir etmektedir. Durağan ve hareketli imajların yaşadığı dijitalleştirilmiş değişim ile yeni bir imaj teknolojisi ve imaj kültürü oluşmuştur. Çünkü günümüzde imajlardan bahsetmek, bilgisayardan bahsetmekle eş değerdedir. Fotoğraf ışıkla yazı yazmak olduğuna göre, bilgisayar imajları da bir çeşit fotoğraftır. Ancak sanal alanda kamera yalnızca bir noktadır, objektif ise fizik ile ilgili bir alan değil, yarattığı imajı belirleyen matematiksel bir veridir. Hâl böyle olunca yapay zeka ve algoritmalar aracılığıyla üretilen imgeler aslında arşivleri tarayarak milyonlarca insanın ürettiği imgelerden olasılıklar üreten bir yaratıcıdır. Refik Anadol gibi yeni medya sanatı ile uğraşan sanatçıların ürettikleri imgeler de böyledir. Birer olasılıktır. Bu olasılıklara veri sağlayan, sıradan insanlar. Yapay zeka ve algoritmalar aracılığıyla milyarlarca fotoğraftan seçilerek üretilen bu imgeler artık iki boyutlu değiller. Karşımızda uzay zaman boşluğunda -izleyicinin de kendini bu boşlukta konumlandırdığı- mekânsızlaşmış bir imge var. Anadol da buna ‘makinenin halüsinasyonu’ diyor ancak bu halüsinasyonun içinde izleyicinin konumunu es geçiyor. Ben buradaki izleyiciye ve üretici makineye hiper göz demeyi uygun buluyorum. Gelecekte bu hiper gözler kendi bedenini entegre edilmiş araçlarla başkasının ürettiği bu halüsinasyonlara ihtiyaç duymadan yeni gerçeklikler üretecekler. İşte o zaman tarih, toplumların kolektif belleği ve her şey değişebilir.

Yapay zeka hakkındaki düşünceniz nedir? Yapay zeka ile son bulacak meslekler arasında fotoğrafçılık, görsel tasarım gibi meslekler de sayılıyor. Bu mümkün mü?

Yapay zeka fotoğraf gerçekliğini tamamen altüst ediyor. Neyin gerçek neyin olmadığını sorgular hâle geldik. Yapay zeka beni endişelendiriyor. Geçmişte yaşanan güç savaşlarından da bildiğimiz gibi bu teknolojilerin kimin elinde olduğu kadar neye hizmet ettikleri de önemli. Eskiden en değerli kaynak petrolken, şimdi ise veri. Veriler yapay zekalar aracılığı ile işlenebiliyor, tasniflenebiliyor ve iktidar odaklarının kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanılıyor. Fotoğrafçılığı bitirmesinden daha büyük etkileri olacak bence. Burada etik meseleler de devreye giriyor. Yapay zeka fotoğrafları ile birlikte gerçeği kaybettiğin anda gerçeği sorgulayabilecek bir imkânın da yoksa artık tüm yalanlar gerçek olabilir. Bir de işin komik bir yanı var bizim memlekette. Türkiye’de fotoğraf tarihini etkilemiş, yaşları 90’a yaklaşmış figürler de yapay zeka fotoğrafları üretmeye başladılar. Bunu da ilginç ve komik buluyorum…

“FOTOĞRAFA BAŞLAYIŞIM İÇİMDEKİ ÖTEKİYİ KEŞFETMEK İÇİNDİ”

Kitaba tekrar dönersek, iki örneğiniz dikkat çekiyor… Diane Arbus ve Nan Goldin… İki aykırı fotoğrafçı örneği, çektikleri fotoğraflarla aslında görsel sosyolojiye mi hizmet etmişlerdir yoksa belgesel fotoğrafçılığa mı? Sosyologların oldukça ilgisini çektiklerini ifade etmişsiniz… Teorik sosyolojiyi, görsel sosyolojinin mümkün olabileceği noktasında dürten, farkındalık yaratan kişiler diyebilir miyiz onlar için?

Arbus ve Goldin benim çok sevdiğim fotoğrafçılar. Her ikisiyle de “öteki” üzerinde birleşiyoruz. Benim fotoğrafa başlayışım içimdeki ‘öteki’yi keşfetmek içindi. Bunu yıllar sonra anlıyorum. İçimde hep bir öteki var. Bu yüzden benim gibi değil ama benim gibi hisseden ötekileri anlamak ve onlarla konuşabilmek, deneyimlemek için fotoğraf projeleri yapıyorum. Beni sıradan yaşamımdan uzaklaştırıp olmak isteyip olamadıklarıma yaklaştırıyor. Bu nedenle kitapta da örnek verilecekse onları vermeliyim dedim. Arbus, ‘ucubeler’ olarak tanımlanan ötekileri fotoğraflıyor, Goldin, ‘marjinaller’ olarak tanımlanan ‘ötekileri’ fotoğraflıyor. Bu iki fotoğrafçının benzer dönemlerde benzer konuları çalışan sosyologlarla ortaklıkları var. Goffman ve Becker gibi.

Kitabınız için görsel sosyolojinin başucu, anahtar kitabı diyebilir miyiz?

Bunu ben diyemem, umarım okurlar sizin dediğiniz gibi söyler.

“GÖRSEL SOSYOLOJİ LİSANSÜSTÜ PROGRAMI AÇMAYI İSTERDİM”

Görsel sosyolog olmak isteyenler, öncelikle hangi branşta eğitim almalıdır?  Gazetecilik mi, sosyoloji mi, fotoğrafçılık mı? Böyle bir bütünün oluşacağı bir lisans programı olmalı mı, olabilir mi? Sizin öneriniz olması yönünde midir? 

Ben her zaman sosyoloji formasyonunu önemsiyorum. Fotoğraf okumaları gerekmez. Çünkü fotoğraf içgüdüsel bir şey. Onun eğitimini almanız gerekmez. Bence fotoğraf bölümlerine bile ihtiyaç yok. Kendiliğinden gelişen bir üretim ve yaratım süreci. Ancak fotoğrafı kimden öğrendiğiniz, fotoğraf ile ilgili neleri okuduğunuz ve kendinizi sanat, sosyoloji ve diğer alanlarda nasıl geliştirdiğiniz çok önemli. Ben gazetecilik okudum. Bu nedenle hem fotoğraf eğitimi aldım hem de eleştirel ve sosyolojik gözü orada inşa edebildim. Tabii benim ilgi alanımla da ilgiliydi bu mesele. Görsel sosyoloji disiplinlerarası bir alan. Bu nedenle görsel sosyolojinin bir lisans alanı olması gerekmiyor. Ancak bir lisansüstü programı açmayı isterdim. 

Görsel sosyolog olarak günümüzde kimlerin isimleri sayılabilir?

Görsel sosyolojinin iki alanı var: Birisi imgeleri analiz etme üzerine kurulu. İkincisi ise sahada fotoğrafı bir veri toplama aracı ya da foto-etnografi gibi bir yöntem olarak uygulama. Türkiye’de ilkini uygulayan çok isim var. Ancak sahada fotoğraf kullanan pek yok. Bir de Türkiye’deki sosyologlar için görsel sosyoloji, hâlâ izlenen ancak pek uygulanmayan, dersini verseler de kendi uzmanlıklarının en sonuna iliştirdikleri bir yan alan olarak görülüyor. Ben ise kendimi özünde belgesel fotoğrafçı olan bir görsel sosyolog olarak görüyorum. Dünyada Dauglas Harper, John Grady, Jon Rieger, Jon Wagner, Marcus Banks, Richard Chalfen, Luc Pauwels, Jon Prosser gibi isimler sayılabilir.

Sosyoloji branşındaki biri, görsel sosyolojiye yönelmek için nasıl bir yol izleyebilir?

Sosyolojik imgelemin güçlü olacak, başta, üretilmiş imgelere merakın olacak. “Bu imgeler üzerinden sosyolojik analiz yapılabilir mi?” diye soracaksın. Fotoğraf çekmeyi isteyeceksin, makinanı yanından ayırmayacaksın.

“Türkiye’de görsel sosyolojinin öncüleri sosyal bilimcilerden çıkmıştır” tespitiniz var.  Sedat Veyis Örnek, Niyazi Berkes, Mübeccel Kıray, İbrahim Yasa… Bu kişiler teoriyi fotoğraflarla desteklemiş ve aslında görsel sosyoloji gerçekleştirmişlerdir midir? 

Hayır aslında. Ben kitapta Türkiye’nin önemli sosyologlarına bakmak istedim. Onların geçmişte fotoğrafı, araştırmalarında kullanıp kullanmadıklarına baktım. 1960’lı ve 1970’li yıllarda fotoğrafçıların sosyalist olarak toplumsal belgeci anlayışla fotoğraf çekmeleri ve memleketin tüm sorunlarını görselleştirmeleri sosyal bilimcileri de etkilemiş. Yukarıda saydığınız çoğu sosyoloğun -Berkes hariç- çalışmaları 70’lerde gerçekleşmiş ve dönemin popüler aracı olan fotoğraf ile araştırmalarını süslemişler. Türkiye’de görsel sosyoloji çalışmalarını 2006’dan sonra görebiliyoruz.

“OTYAM, TOPLUMSAL BELGECİLİKLE SOSYOLOJİYİ BULUŞTURAN ÖNEMLİ BİR FİGÜRDÜR”

Gazeteci Fikret Otyam’ın çalışmaları da esasında görsel sosyoloji üretimi sayılabilir mi?

Fikret Otyam bir görsel sosyolog değil o bir gazeteci ancak Türkiye’de toplumsal belgeci fotoğraf anlayışının öncüsü ve sosyolojinin de, fotoğrafın da hayali olan toplumsal değişimi çalışmaları ile gerçekleştirmiş bir insan. 1970’li yıllarda dünyada esen sosyalizm rüzgârı, sanatın Marksist estetik anlayışının benimsenmesi ve çoğunlukla toplumcu gerçekçilik bağlamında üretimler yapılmasına sebep olmuştur.  Türkiye’de de dönemin önemli gazetecileri, fotoğrafçıları ve kurumları bu anlayışı benimsemiş, halkın bilinçlenmesi, toplumsal sorunların görünür olması ve çözülmesi için fotoğraflar çekmiş, sergiler açmıştır. Toplumsal belgeci anlayış ile sosyolojinin insana dair konularını buluşturan önemli figürlerden biri de Fikret Otyam’dır. Amacı sosyolojik bir araştırma yapmak olmasa da Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki insanların sorunlarını anlatan, fotoğrafı merkeze alan yazılarıyla daha önce görülmeyen türde çalışmalar yapmıştır.  

Etnografik fotoğraf nedir? Görsel sosyolojiye mi yoksa belgesel fotoğrafçılığa mı hizmet eder?

Etnografik fotoğraf, kültürü ve özneyi kaydetmek ve anlamak amacıyla çekilmiş fotoğraf olarak tanımlanabilir. Bir fotoğrafın etnografik olması için sadece bu amaçla çekilmiş olması değil, etnografik bilgilendirme amacıyla kullanılışı da önem taşımaktadır.  Etnografik fotoğraf, etnografların alanda çalışırken, sistematik olarak ürettikleri fotoğraflardır. Etnografik fotoğraf, belgesel fotoğrafla bazı benzerlikleri paylaşsa da çoğu belgesel fotoğrafın estetik ve politik niyeti, etnografik fotoğraftan onları ayırmaktadır. Belgesel fotoğraf etnografik olmayabilir. Ancak etnografik fotoğraf belgesel fotoğrafın unsurlarını taşır. Etnografik fotoğraf üretmek demek, o kültüre dair bilgi içeren fotoğraflar üretmektir. Fotoğrafta estetik ve biçim ikinci aşamadadır.

“ARAŞTIRMACI KARİZMATİK BİR ENTELEKTÜEL DEĞİLDİR”

Görsel sosyoloji sadece fotoğrafları mı kullanır? Fotoğrafları kullanan araştırmacının konumunu nasıl tanımlarsınız?

Görsel sosyoloji, fotoğrafı öncelikle veri toplama aracı olarak görür ya da fotografik bir yöntem kullanır. Ancak sadece fotoğrafları kullanmaz. Fotoğrafları destekleyecek görüşmeler ile katılımcılarına sorular sorar ve katılımcıların gündelik rutinlerini gözlemlerler. Görsel sosyologlar, fotoğrafları görsel günlük olarak kullanırlar. Bu nedenle sahada iktidarı kuran değil, katılımcılarını anlamaya çalışan, onların üzerinde tahakküm kuran değil, onlara eşit mesafede yaklaşan bir duruş sergiler. Araştırmacı, karizmatik bir entelektüel değildir. Tüm önyargılarını ve ideolojisini sahanın dışında bırakarak, kendini sahanın bir aynası olarak görür. Biz bu yaklaşıma ‘özdüşünümsellik’ diyoruz. Son dönem etnografik araştırmalarda özdüşünümsel katılımcı merkezli araştırmalar çoğalıyor.

“GÖÇÜN KADINSILAŞMASI ÜZERİNE BİR PROJEM VAR”

Türkiye’de görsel sosyoloji alanında bir üretim gerçekleştirmek isteseniz ilk yöneleceğiniz konu ne olurdu? Yeni çalışmalar, projeleriniz var mı?

2023 yılında Eskişehir’de yaşayan mülteci kadınlar üzerine çalışmaya başladım. Hâlâ devam ediyorum. Bir fotoğrafçı refleksim var ancak bir görsel sosyolog gibi onların göç hikâyelerini de dinliyorum. Onların evlerine gittiğimde gördüklerimi, gözlemlerimi not ediyorum. Bu proje, göçün kadınsılaşması perspektifinde Eskişehir’de zor koşullarda kocasına bağımlı bir şekilde -çok çocuk doğurmak zorunda bırakılarak- yaşayan kadın göçmen, sığınmacı ve mültecilere odaklanıyor. Kadınların yaşadıkları mekanlar ile portrelerini birlikte görselleştiriyor. Şimdiye kadar 5 aile ile görüşebildim. Her bir aile, farklı mahallelerde oturuyor. Mekânsal portrelerin ağırlıklı olduğu fotoğraflarda bazı kadınların -kocalarından izin alamadıkları için- yüzleri görünmüyor. Bazıları ise kuma adı verilen kocalarının ikinci eşleriyle paylaşmak zorunda kaldıkları evlerinde görünüyor. Çocuklar her yerdeler. Her gittiğim ailede en az 5 çocuk var. Şimdiye kadar Afrikalı, Irak, Afgan, Suriyeli aileleri ziyaret ettim. Bir başka çalışmam ise Şeker Fabrikası’ndan emekli olmuş ve çalışan işçilerin deneyimlerini fotoğraflar üzerinden anlamaya çalıştığım bir çalışma. Çoğunlukla kimlik, toplumsal cinsiyet ve kent çalışıyorum.

Ağ Toplumu vs Yer Toplumu

Sanattan Gerçeğe: Toplumsal Körlük Üzerine

Göçmen Siyasetinde Gönyede Durmak