Akran Zorbalığı: Eğitimde Görünmeyen Sorun

Eğitim süreçlerinde çeşitli faktörler eğitimin niteliğini etkileyebilmekte ve yine eğitim süresince okullarda yine çeşitli sorunlarla karşılaşılmaktadır. Karşılaşılan bu sorunlar yer yer kronikleşmekte ve eğitim süreçlerinde zarar verici bir niteliğe sahip olabilmektedir.

Akran zorbalığı da bir süredir eğitimcilerin, velilerin ve öğrencilerin gündeminde olan konulardan biri olarak ön plana çıkarken, sorunun büyümekte olması önlem alınması gerektiğine işaret etmektedir.

Kısaca, bir ya da birkaç çocuğun başka çocuklara yaptığı saldırgan davranışlar olarak tanımlanan akran zorbalığı, üç temel özelliği barındırmaktadır:

  • Davranışların zarar verme niyetiyle kasıtlı olması
  • Davranışların tekrarlı ve sürekli olması
  • Çocuklar arasında fiziksel, sosyal ve yaş gibi güç dengesizliğinin oluşması

Okul öncesi dönemden itibaren görülmeye başlanan ve eğitimin her kademesinde yaygın olarak görülen akran zorbalığı, sınıflarda, okul bahçesinde, kantin, yemekhane ve tuvaletlerde görülebilmektedir. Fiziksel, sözel, ilişkisel ve sanal zorbalık olmak üzere çeşitli türlerde görülen akran zorbalığı, zorbalığa maruz kalan öğrenciler ve aileleri tarafından önemli bir sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Biz de bu dosyamızda psikoterapist Sevgi Türkmen, özel eğitim alanında çalışan psikolojik danışman Hanife Bayır ve Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’ndan sınıf öğretmeni Hasan Köroğlu ile akran zorbalığını çeşitli boyutlarıyla ele aldık.

“ÇOCUKLARI ANLAMAK GEREKİYOR”

Psikoterapist Sevgi Türkmen’e akran zorbalığının ne olduğunu sorduk. Akran zorbalığı kavramına eleştirel bir perspektiften yaklaşan Türkmen, akran zorbalığı kavramını çalışma alanı da dahil olmak üzere çok kullanmadığını belirterek şunları söyledi: “Kavramın çocukları anlamak açısından yetersiz bulmakla beraber yargılayıcı ve suçlayıcı olduğunu düşünüyorum. Çocuktan doğru gelen her ne ise; zorbalık, şiddet, aşırma, küfür… Bunların tümünü, çocuğun lehine bir yerden konumlanarak anlamaya ve kavramaya çalışmak gerekiyor.  Çocuklar arasındaki çatışmaları, çocukları masaya yatırarak değil de çocuğu çevreleyen nedenleri konuşarak, tartışarak dindirmektir daha işlevsel olan. Hatta daha da ileri giderek; çocuktan gelen her türlü “sorunu” çocuğun bütünlüğünü koruması adına bir savunma biçimi olarak düşünebilmek belki de çocuğun doğasına en yakın olan düşnme biçimidir.  Akran zorbalığı dediğimizde ise çocuğun zorbalığından bahsediyor oluyoruz. Zorbalık olarak tanımlanan davranışlarının nedenlerini, ortaya çıkarıcılarını anlayamazsak kısa yoldan çatışmalara akran zorbalığı deyip geçebiliriz. Burada sadece bir sorunu tanımlamış oluruz. Oysa ki; çocukları suçlamadan, yargılamadan; onların yaşam koşullarını,  ihtiyaçlarını merkeze alarak durumu anlamlandırmaya çalışırsak, çocuklarla ilişkilenmek daha kolay olacaktır. O vakit belki de akran zorbalığı kavramına da ihtiyaç kalmayacaktır. Bir başka soru olarak da; akran zorbalığı, nasıl oldu da psikoloji alanından kendine “sağlam” bir yer edinerek bu kadar kullanışlı hale geldi? Psikolojideki klinik uygulamalarda daha çok insanı anlamanın kavramsal bir karşılığı vardır. Davranışların psikoloji literatürü dışında “görülen” nedenleriyle çok ilgilenilmeyerek bir sonuç olan davranış tanımlanmaktadır. Dolayısıyla çocuklar arasında olan onlarca ekonomik, sosyal, kültürel eşitsizlikle hiç uğraşmadan tüm bu eşitsizliklerin neden olduğu sonuç davranışı yorumlayarak işin içinden çıkmış olunuyor. Aileler de böylece rahatlamış oluyor; kendi yaklaşımlarıyla çocukta bir öfkeye neden olabileceğiyle ya da bir öfke karşısından sessiz kalan çocuğun sessizliğinde kendine düşen payın olabileceğini düşünerek kendini yormamış oluyor.”

“ANLAMAK VE DEĞİŞTİRMEK ÖNEMLİ”

Akran zorbalığının çocuklar arasında farklı değişkenler dolayısıyla oluşan güç eşitsizliği ile ilgili olduğunu söyleyen Türkmen, “Bu, fiziksel güç, sosyal, kültürel, ya da ekonomik güç olabilir. Birinin diğerinden daha güçlü olması,  diğerinin de ona karşı daha zayıf kalması yani. Çocuk bu güç etkenleri karşısında sürekli çaresiz hissetme hali yaşıyorsa burada tabii ki maruz bir baskı vardır. Bu duruma sadece akran zorbalığı demek yetersiz kalacaktır. Asıl mesele adlandırmaktan öte onun içeriğini tüm veçheleriyle anlamak ve değiştirmeye yönelik çaba sarf etmektir.”

“ÇOCUĞA BAKIŞ AÇISI DEĞİŞMELİ”

Türkmen, akran zorbalığına maruz kalan çocukların çoğu zaman kendini ifade etmede yetersizlik yaşayan, kendini bir duruma ya da kişiye karşı savunamayan çocuklar olduğunu söylerken “Ailelerine bakıldığında daha kontrolcü, devamlı olarak çocuğun önünü arkasını düzelten, sürekli öğütlerle ve nasihatlerle çocukları yoran aile profilleri olduğu tesadüf olmuyor tabii ki. ‘Kimse sana herhangi bir şey yaptı mı?’, ‘Biri bir şey söylerse haberimiz olsun’ gibi, aileye göre çocuğu korumaya yönelik, çocukta kaygıya yol açan ifadeler çocukta daha fazla güvensizliğe neden olmaktadır. Böyle olunca;  çocuğun herhangi bir şiddete maruz kalması halinde çoğu zaman aileden çekindiği için ailesiyle paylaşamadığını görüyoruz. Çocuk ailenin müdahil olmasını istemediği gibi kendini zayıf gördüğü durumları aileye aktarmak istemez. Dolayısıyla burada da başka güç dinamiklerinin devreye girdiğini eklemek gerekiyor. Bu anlamda ailelerin çocuğa bakış açısından da çocukların ilişkilerini değerlendirmelerinde de kendi tutumlarına yönelik eleştirel düşünmeye ihtiyaç vardır.”

“EŞİTSİZLİK SORUNU DERİNLEŞTİRİYOR”

Okullarda akran zorbalığının yaygınlaşmasının önemli bir nedeninin de çevresel faktörler olduğunu vurgulayan Türkmen, “Çocuğun aile dışında ilk sosyalleştiği alanlar okullardır. Dolayısıyla olumlu ya da olumsuz deneyimlerini okullarda yaşarlar. Okullar bir ülkenin küçük örnekleri gibidir. Ülkede ekonomik istikrarsızlık varsa okullarda da aynısını görürüz. Son zamanlarda sık karşılaştığım meselelerden biri de ekonomik eşitsizlikten kaynaklı çatışmalar. Parası olmadığı için kantine gidemeyen çocuk ile parası olduğu için kantine giden çocuklar arasındaki gerilimler mesela. Bunların çocuklar tarafından da görülür ve dillendirilir oluşu. Eğitim kısmındaki eşitsizlik de yine benzer sorunları, benzer çatışmaları ortaya çıkarıyor. Hazırlık sınıfında olan çocukların bir kısmı dershaneye gidiyor, gidebiliyor, bir kısmı gidemiyor. Gidemeyen çocuk kendisini dershaneye giden çocukla eşitleyemiyor. Adaletsizliği bir şekilde seziyor, buradaki gerilimi de gayet olağan olarak arkadaşına yansıtabiliyor. Bu eşitsizliklerin hepsi çocuklar arasında birer gerilim, öfke ve çatışma kaynakları haline geliyor” dedi.

“PSİKİYATRİK TANILAR ARTIYOR”

Akran zorbalığının toplumsal düzlemde derin etkileri olabileceğini belirten Türkmen, şunları ekledi: “Toplumda yaşanılan her türlü eşitsizlik çocukların gündelik hayatlarına da yansır. Çocuk bu eşitsizliği gündelik hayatında, okul hayatında, sokakta, ev içinde hisseder.  Dolayısıyla çocuklar bazı dönemlerinde birbirine karşı daha öfkeli, daha acımasız, daha çatışmalı olabilirler. Bu çatışmalar çocukların kendi aralarındaki doğal ve akışkan ilişkinin de önüne geçmiş oluyor. Kendi aralarında dayanışma, paylaşma pratiklerinden daha çok alt etme, yarışma haline dönüşen bir ilişki ortaya çıkabiliyor. Bu ilişki biçimleri zamanla bir alışkanlık halini alarak yetişkinlik dönemlerinde de devam edebilmektedir. Dolayısıyla yetişkinler olarak birbirine karşı daha tahammülsüz, daha öfkeli, daha acımasız olarak yollarına devam edeceklerdir. Diğerine güvenemeyen, sosyalleşmekte zorlanan, kaygılı bireylerin sayısının artma ihtimali artacaktır. Daha çok çocuk ve yetişkinin psikiyatrik tanılar aldığını bugünden bir yıl öncesine baktığımızda anlayabiliyoruz.  Dolayısıyla daha fazla tanı alan psikiyatrik olarak kendini ‘hasta hisseden’, ilaç kullanmak zorunda olan insanların sayısı sürekli artmakta, sürekli artıyor ve bu haliyle de sürekli artacak gibi duruyor. Tersinden baktığımızda; çocukluk çatışmaları azaldığında, çocukların bir biriyle ilişkileri güçlendiğinde daha sağlıklı çocuklarla karşılaşacağız ve tabii ki daha sağlıklı yetişkinlerle.”

“KURUMSAL TEDBİRLER ÖNEMLİ”

Türkmen’e akran zorbalığının nasıl önlenebileceğini de sorduk. Pek çok şeyin değişmesi gerektiğinin altını çizen Türkmen, “Aile ayağından başlayalım. Bu önemli. Ailelere çocuklarımızla olabildiğince sahici, araya herhangi bir paravan koymadan ilişki kurmamız gerektiğini söylemek istiyorum. Ne demek istiyorum? Kişisel gelişim kitaplarını, çocuk büyütme, ebeveyn modellerinin anlatıldığı kaynaklardan, kitaplardan uzak durulması gerektiğini özel olarak öneriyorum. Bu tarz içeriklerin varlığı çocuklarımızla olan sahici ilişkilerimize her zaman engel oluyor. Ve artık çocukları kitaplar üzerinden, kitaplarda yazılan maddeler üzerinden algılamaya başlıyoruz. Bu durum, çocukla bakım veren arasında ciddi bir yabancılaşmaya neden oluyor. Dolayısıyla çocuğu anlamak üzerinden ilerlemek gerekiyor. Sadece çocuğu görelim, çocuğu duyalım, çocuğu dinleyelim yeter. Bu kadar aslında. Fazla karmaşaya ve detaya gerek yok. Bir diğer önemli mesele okullar tabii. Okullar, çocukların deneyimi açısından önemli mekânlardır. Bu anlamda eğitimcilerin yaklaşımı, derslerin nitelikleri, ailelerin okullarla ilgili inançları ve kaygıları oldukça önemli. Eğitimcilerin kimi yaklaşımları çocuğun okula devam etme isteğini azaltıyor ya da arkadaşlarıyla çatışmaları arttırabiliyor. Çocuklar arasında bir rekabet ilişkisi oluşuyor. Okullarda derslerin niteliklerinin de değişmesi gerekiyor. Çocukları sosyal anlamda destekleyebilecek müzik, tiyatro, sinema ve çeşitli sanat alanlarından veya felsefe alanından verilecek nitelikli eğitimlerle çocuklar estetik düşünmeyi öğrenecek, daha yaratıcı düşünmeyi öğrenecek ve daha dayanışma üzerinden ilişkilerini kurabilecek. Dolayısıyla bir çocuk gücünü diğerini ezmek için bir neden olarak görmeyecek artık. Birbiriyle dayanışmayı öğrenecekler. Kendilerini diğer arkadaşlarının yerine koymayı öğrenecekler. Hem farkındalıkları artacak hem daha iyi anlayabilecekler karşısındaki insanları. Okul içerisindeki bu çatışmalardan eğer çocukları uzaklaştırmak istiyorsak okul müfredatlarını da çocukların doğasına bozmayan, çocuklara bir protez gibi eklemlenmeyen, çocuğun yaratı gücünü, dilişini, kavrayışını güçlendiren nitelikte tasarlanması gerekmektedir. Bireysel çabalarla ve tedbirlerle pek çok şey mümkündür ama kurumsal tedbirler, kurumsal çaba, kurumsal uğraşlar ve girişimler de son derece önemlidir. Yukarıdakilere ek olarak tüm süreçlerde kurumsal tedbirlerin alınması gerekmektedir.” diyerek sözlerini sonlandırdı.

“ETİKETLEME ÇOK YAYGIN”

Akran zorbalığına maruz kalan özel gereksinimli öğrencilerin ve ailerinin süreç içinde neler yaşadığına yönelik sorumuza özel gereksinimli öğrenciler için akran zorbalığının temel ve önemli bir sorun alanı olarak karşımızda çıktığını belirterek başlayan Bayır, “Öğrencilerimizin sahip oldukları raporun bilinmesi durumunda özel gereksinimli öğrenciler, sınıflarındaki diğer öğrenciler tarafından bazen de öğretmenler tarafından farklı şekillerde ‘etiketlenebiliyorlar’. Bu etiketlemelerden en sık duyduğum iki örneği paylaşmak isterim. İlki, özel gereksinimli öğrenciler için hazırlanan Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı’ndan (BEP) hareketle yapılan bir etiketleme. İkincisi ise tanı için rapor alma durumundan kaynaklanıyor. Öğrencilere ‘BEP’li’ ya da ‘raporlu’ etiketi yapıştırılıyor. Özel gereksinimli öğrencilerin tipik gelişim gösteren ergenlik dönemindeki herhangi bir öğrenciden daha fazla bir gruba ait olmaya, kendilerine söz hakkı verilmesine ve birey olarak saygı duyulmaya ihtiyaçları varken tam aksi olduğunda, özgüvende ve benlik saygısında düşüş, akademik başarıda azalma, okula ve derse karşı ilgisizlik, okula veya öğretmene ilişkin korku ve/veya kaygı, akranlara yönelik kaçınma davranışı, akran edinme çabası niyetiyle kötü alışkanlıklar edinme ya da teknoloji-oyun bağımlılığı geliştirme, öğrenilmiş çaresizliğin peşinde sürüklediği umutsuzluk gibi durumlar bu süreçte ne yazık ki katran gibi suyun yüzeyine çıkıyor. Bu durum, öğrenciler kadar aileler için de çeşitli problemler oluşturuyor. Akran zorbalığının yaygın ve seviyesinin yüksek olmasından dolayı aileler de yılgınlık içinde demek yanlış olmayacaktır. Durum böyle olunca, ‘Hocam okula neden göndereyim?’, ‘Çözüm yok ki’ gibi kuvvetli söylemleri ve beraberinde gelen çaresizlik ile aileleri ve çocukları eğitim sisteminin içinde kaybediyoruz ne yazık ki.”

“ALDIĞIMIZ YOLLLARI TEKRARLAMAK ZORUNDA KALIYORUZ”

Akran zorbalığının özel gereksinimli öğrenciler üzerinde muhtelif olumsuz çıktıları olduğunu belirten Bayır şunları söyledi: “Bu sorun özellikle bilişsel gelişimde ve dil gelişiminde gerilemeye ve öğrencinin içine kapanmasına neden olabiliyor. Dolayısıyla, özel eğitim alanında katettiğimiz yolları yeniden yürümek zorunda kalabiliyoruz. Ailelerin en büyük umutları çocuklarının okullarda destek eğitim alması ya da kaynaştırma öğrencisi olarak sınıf içerisinde akranlarına uyum sağlamaları iken, eğitim sistemine kırgın hâlde yaşamlarına devam ediyorlar. Gerçekten de okullar çocukları sokak yaşantısındaki çeşitli tehlikelerden koruduğumuz, bireysel büyüme için teşvik ettiğimiz birer liman olmalı, tehdit kapanı değil.”

“DAHA KAPSAYICI BİR OKUL İKLİMİ GEREKİYOR”

Özel gereksinimli öğrencilerin sorunlardan daha da fazla etkilenmemesi için ne tür önlemler alınması gerektiğini sorduğumuzda ise öncelikle programatik önlemlerin geliştirilmesi gerektiğini vurgulayan Bayır, “Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından akran zorbalığına yönelik yayımlanmış farklı kademelerde farkındalık ve müdahale programları mevcut. Bu programların içinde özel gereksinimli çocuk ve gençlere ayrılmış tek kısım, programı uygulayacak olan kişinin özel gereksinimli birey ile çalışırken dikkat etmesi gerektiğine yönelik kısım. Yani özel gereksinimli bireyin “korunarak” ya da “pasifize edilerek” iyileştirilmeye çalışıldığı kısım. Bunun ötesinde, programdaki yönergeler pek çok hafif veya orta düzey zihinsel yetersizliği ya da otizm spektrum bozukluğu tanılı çocuk ve genç için yeterince anlaşılır ve uygulanır da değil. Bu noktada, özel gereksinimli bireyler için daha anlaşılabilir, erişilebilir ve uygulanabilir önleme ve müdahale programlarına ihtiyaç var. Bu konuda da el birliği ile daha kapsayıcı bir okul iklimi oluşturmamız çok değerli.” diyerek sözlerini sonlandırdı.

“AKADEMİK BAŞARI OLUMSUZ ETKİLENİYOR”

Okularda akran zorbalığının günden güne yaygınlaştığını belirten sınıf öğretmeni Hasan Köroğlu, “Okullarda akran zorbalığı genellikle duygusal ve sosyal olarak yaşanıyor. Özellikle sistematik bir şekilde dalga geçme, isim takma, arkadaşlarını o kişiye karşı kışkırtma, sosyal gruplardan dışlama veya gruba kabul edilmek için çocuğun istemediği davranışlara zorlanmasını çok görüyorum” dedi. Akran zorbalığına maruz kalan çocukların akademik başarılarının olumsuz etkilendiğini söyleyen Köroğlu, “Çocuk okula gelmek istemiyor, derslere katılımı azalıyor, benlik saygısı azalıyor hatta sonuçlar depresyona kadar gidebiliyor.  Zorbalığa maruz kalan öğrenci kendinden daha güçsüz gördüğü bir başka öğrenciye maruz kaldığı davranışların aynısını uygulayabiliyor ve bu da zorbalığın devam etmesine sebep oluyor” diye ekledi.

“ÖNLEYİCİ ÇALIŞMALAR YAPILMASI GEREKİYOR”

Köroğlu’na okullarda akran zorbalığının önlenmesi için neler yapılması gerektiğini de sorduk.Önce çocuğu tanımanın önemli olduğunu belirten Köroğlu “Çocukla iyi bir ilişki kurmak gerekiyor ki çocuğun davranışlarındaki değişiklikleri fark edebilelim, çünkü her öğrenci yaşadıklarını anlatmayı tercih etmeyebiliyor. Zorbalık yaşandıktan sonra müdahale etmektense dönem başlarından başlayarak önleyici çalışmalar yapmak daha kıymetli. Grup çalışmalarında empati gelişimini destekleyecek çalışmalarla başlamak daha sağlam temeller atmamızı sağlıyor. Bireysel olarak ise her çocuğun güçlü yanını keşfetmesine destek olmak oldukça önemli, çünkü zorbalık gücün yanlış kullanımı. Zorbalığın sebepleri ve sonuçları hakkında çocukları bilgilendirmek ve mümkünse hatırlatmalarda bulunmak gerekiyor çünkü çoğu olası sonucun farkında değiller. Rehberlik bölümlerinin ve yönetimin konuyla ilgili net bir tutumu olması, tolerans göstermemeleri gerekiyor. Yalnızca okulda çocukların bilgilendirilmesi değil, ailelerin de konuya dair bilinçlendirilmesi için gerekirse rehberlik bölümünün ailelerle de destekleyici çalışmalar yapması konuyu her açıdan ele almayı kolaylaştırıyor. Yalnızca zorbalık yapan çocuğu değil zorbalığa maruz kalınan senaryoda neler yapabileceklerini de konuşmak gerekiyor. Zorbalıkla nasıl başa çıkacağını bilmeyen çocuk bu döngüden gerçekten çok zor çıkıyor” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Eğitimi Özgürleştirmek: Eleştirel Pedagoji

Eğitimin Geleceğinde Belediyelerin Rolü

Eşitsizliği Yıkan Eğitim: Innova Okulları