Aradığınız Adalete Ulaşılamıyor!

Türkiye’de toplumsal cinsiyet noktasında adalete erişim mümkün mü? Fikir Gazetesi’nin bu sayısında kadınlar ve çocukların, ayrıca LGBTİ+ bireylerin ve çocuklarımızın adalet mekanizmasına erişip erişemedikleri, erişseler de adaletin tecelli edip etmediği sorusunun izini sürdük.  

Haber dosyamızda; Uçan Süpürge Vakfı Başkan Yardımcısı, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Şiddetle Mücadele Kurulu Yürütme Kurulu Üyesi, Ankara Barosu Gelincik Merkezi önceki Başkanı Avukat Aslı Koçak Arıhan, Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Proje Koordinatörü Seyhan Öznur Karasu ve LGBTİ+ Aileleri ve Yakınları Derneği (LİSTAG) Gönüllüsü, Aktivist, LGBTİ+ çocuk annesi Evren Özcan Öğretmen ile görüştük.  

Üç profesyonelin de ortak söylemi, Türkiye’de toplumsal cinsiyet noktasında adalete erişimde ve adaletin tecelli etmesinde “adaletsizlikler silsilesi”nin yaşandığı oldu. Ortak kanı şu cümlede ifadesini buldu: “Türkiye’de kadın, çocuk, LGBTİ+ yurttaş olmak çok zor. Toplumun önyargılarını aşıp adalete erişmek, erişince de adaletin tecelli edeceğine güvenmek ise hayli zor.” 

UÇAN SÜPÜRGE: “BOŞANMAK İSTEYEN KADINLARIN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ BİR ÜLKEYİZ” 

Kadınların adalete erişim süreçlerini konuştuğumuz Avukat Aslı Koçak Arıhan şunları belirtti: “Türkiye’de kadın olmak gerçekten kolay değil. Eğitimli eğitimsiz, çalışan çalışmayan farkı olmadan adalete erişimde, başvuru noktasında kadınların tavrı benzeşiyor. Kadın avukatların bile kendi boşanma davalarında tedirginliklerini gözlemlediğimiz oluyor. Yasalar ve mevzuat anlamındaki sorunlardan öte bizim asıl sorunumuz toplumsal olarak sahip olduğumuz önyargılarımız ve kültürel kodlarımızdır. Kamuoyunda genellikle boşanma davaları kadınların aleyhine yürütülüyor gibi bir algı var ancak bu noktada şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Aslında boşanma davalarında gerçekten kadın lehine bir tutum da söz konusudur. Kadın yoksulluğu da adalete erişimde önemli bir engeldir. Kadın tüm bu süreçlerde toplum içerisinde alacağı tepkilerden, yaşayacağı ötelenmeden çekiniyor. Şikayet sürecinde örneğin; karakol, savcılık aşamalarında sorulacak sorulardan çekinebiliyor. Bu nedenle ihbarda bulunmayı tercih etmiyorlar. Bunu aşmak için öncelikli yapılması gereken en alt eğitim ve gelir grubundan başlayarak kadınlara, adalete erişim süreci hakkında eğitimler, projeler sunmaktır.” 

“ADALETE ERİŞMEK YILLAR ALIYOR!” 

Yaşadığı bir mağduriyet sonrasında adli mercilere başvuran kadınlar için adalete erişim sonrasındaki sürece ilişkin sorumuzu yanıtlayan Koçak şöyle devam etti: “Adalete eriştikten sonra da süreç sıkıntılı. Çekişmeli bir boşanma davası en az 5-6 yıl sürebiliyor. Adalete erişmek yıllar alıyor. Bu uzun süreçler içerisinde kadın eğer gerçekten kendisine şiddet uygulayan bir adamdan boşanmaya çalışıyorsa bile bazen tüm haklarından da vazgeçebiliyor. ‘Yeter ki kurtulayım’ diye düşünüyor. Bazen de bu uzun sürede hayatlarından olabiliyorlar. Kadın boşanma davası açarken öldürülebileceğini de biliyor. Adalet mekanizması içinde boşanmak isteyen kadınların öldürüldüğü bir ülkeyiz.” 

“SOMUT DELİL TOPLAMA ŞARTI ADLİ SÜRECİ TIKIYOR” 

Avukat Koçak cinsel istismar, tecavüz davalarında adalete erişimde yaşanan sorunlara ilişkin sorumuzu şöyle yanıtladı: “İstismar, taciz gibi dosyalarda da süreci tıkayan şey somut delil şartı, delil toplanması sürecidir. Bir kadın düşünün tecavüze uğramış, durumu kabul edip şikayette bulunması zaten uzun bir zaman alıyorken bir de delil meselesi çıkıyor karşısına. Taciz ve tecavüz gibi durumlarda, böyle bir travma altındaki bir insan için çok daha farklı bir sistemin olması gerektiğini düşünüyorum. Çocuk İzleme Merkezleri (ÇİM) gibi ve daha gelişmiş bir sistemin olması gerekir. Mağdur kadın; hastane, savcılık gibi bir silsileye sokulmadan, direkt olarak adli süreci devam ettirebilmelidir. Tecavüze uğrayan bir kadının olay anında veya bir süre sonrasında bile hemen her şeyi hatırlayarak ifade vermesi o kadar zor ki ancak bunun eğitimini almış olan bir kişi doğru ifade tekniğiyle ifade alabilir. Doğru ifade alınamadığı için yargılama sürecinde de genelde kadınlar yeni olay üretmekle, istikrarsız ifade vermekle hatta bir ötesi iftira atmakla suçlanabiliyorlar. Ülkemizde tüm bu olumsuzluklara rağmen düzgün bir soruşturma sürecinin yapıldığı, anında tutuklanan tecavüz zanlıları da var. Umutsuz olmamak, mücadeleden vazgeçmemek önemli.” 

“KADINLARIN ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİKTEN KURTULMASI GEREKİYOR” 

Türkiye’de kadın hakları mücadelesinin kazanımlarının kadınların adalete erişimine büyük katkısı olduğunu söyleyen Aslı Koçak, mesleğe başladığı yıllarda “toplumsal dava” diye bir kavramın olmadığından bahsetti: “Şimdi kadınlar arasındaki dayanışma, kadın hakları örgütleri, kadın hakları savunuculuğu konusunda bir farkındalık var. Ve bu, mahkeme salonlarını da etkiliyor. Mesela bir hakim ya da karakolda ifade alan bir görevli kamuoyu tarafından takip edilen, toplumsal dava dediğimiz davalarda ‘kadın örgütlerini karşıma almayayım.’ diyebiliyor. Ve davalarda karar kadının lehine evrilebiliyor. Hakimlerin ‘kadın örgütlerini karşıma almayayım’ diye hareket ettiğine şahit oluyoruz.” 

“KADINLAR 6284 SAYILI YASAYA SAHİP ÇIKMALIDIR!” 

Türkiye’deki kadınların yasal güvencesi olan 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve İstanbul Sözleşmesi konularında konuştuğumuz Koçak, önemli bir noktaya parmak bastı: “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ülkemizde yürürlüktedir. Bu noktada kadın cinayetleriyle ilgili kısımda en acısı ne biliyor musunuz? Öldürülen kadınların yüzde 10’unun 6284’ü var. Yüzde 90’ının yok. Yüzde 10’luk bir oran da tabii ki çok kıymetli ancak bu oran daha da artmalıdır. Ama kalan yüzde 90 niye başvurmadı? Bir de bunu düşünmemiz lazım. O zaman burada ilk olarak kadınların bu konuda başvuruda bulunmaları konusunda bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır. Ne kadar çok başvuru olursa ‘yasayı kaldırırız’ tehditleri de o kadar azalacaktır. Kadınların 6284’e sahip çıkması ve bu yasal haklarını sonuna kadar kullanmaları gerekmektedir. 

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesi sonrasında bazı çevrelerce kamuoyunda ‘her şey bitti’ algısı yaratıldı. Küçük yerleşim yerlerinde; muhtar, karakol ve jandarmalarla mutlaka irtibat hâlinde olunmalıdır. Kadınlar arasındaki o güç birliği ve dayanışmayı çok önemsiyoruz. Çünkü kadınlar genelde yalnız olduklarını hissettiklerinde sisteme başvurmuyorlar ya da başvurduklarında geri dönüyorlar. 6284 Sayılı Yasa yaşanan mağduriyetlere çözüm noktasında ivedilikle çözüm sağlayabilen, tedbir alınmasına olanak sağlayan etkin bir yasadır. Feshedilen İstanbul Sözleşmesi ise genel olarak kadına yönelik şiddetin engellenmesi, önlenmesi, tedbir alınması, devletle ilgili yapılacakların yer aldığı çok geniş bir yelpazeyi sağlıyordu. ‘İstanbul Sözleşmesi iptal edildi, 6284 de yeterli değil’ algısını kabul etmiyoruz. Bu söylem kadının hak arayışına verilen bir zarardır. 6284 Sayılı Yasa gerçekten kadının hayatını değiştirecek tedbirlerle doludur.” 

“ERİL HABER DİLİ, KADINLARIN CESARETİNİ KIRMA AMACI TAŞIYOR”

Kendisinin de bir kadın olarak İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi nedeniyle yargıya başvurduğunu, dava açtığını belirten Avukat Aslı Koçak, medyanın haber dilinin eril olması gibi eleştirilerde de bulundu: “Eril haber dili kadınların adalete erişimde cesaretlerini kırma amacı taşıyor. ‘6284’ü vardı yine de öldürüldü’ gibi haber başlıkları atılıyor. Haberlerde başka faillere cesaret veren cümleler okuyoruz. Henüz adli mekanizmaya dâhil olmamış kadınları da bu işten vazgeçirici ibareler bunlar. Kadınlar, bu haberleri okuyunca, “Bari evde olayım da öldürülmeyeyim” diyebilir. Oysa en önemlisi kadınların da sistemde olup bunun için mücadele etmeleridir.” 

ÖNCE ÇOCUKLAR VE KADINLAR DERNEĞİ: “SOMUT DELİL ŞARTI ÇOCUĞUN ADALET DUYGUSUNU ZEDELİYOR” 

Adalete erişim meselesinde çocuk istismarı mağdurları ile ilgili konuda Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Proje Koordinatörü Seyhan Öznur Karasu konuğumuz oldu. En başta çocukların ve ailelerin istismarla yüzleşmesi, istismarı kabul etmesi, istismarın görünür olması konusunda yaşanan sorunlara değinen Karasu, tıpkı kadınlarda olduğu gibi çocuklar için de uğradıkları istismar olaylarında yargıya başvurma sürecinde ataerkil aile sisteminin olumsuz etkilerinin yaşandığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Toplumumuz erkek egemen ve ataerkil aile düzeni baskısı altında olduğundan, aile içinde yaşanan istismar olayları başta olmak üzere diğer türlerinde de ilk verilen tepki olayı örtbas etmek oluyor. Yaşanan olayla yüzleşilmiyor. Birçok anne ‘fark ettim ama konduramadım’ diyerek bir, iki, üç yıl bekliyor. Çoğu kadının maddi güvencesi yok ya da bu konuyu artık yüzeye çıkardıklarında tehditlerle karşılaşıyorlar. Konuyla ilgili davalarda baba, ‘Benden boşanmak istiyor. Bu yüzden benim aleyhime böyle iftiralarda bulunuyor’ şeklinde yaşanan olayı kadın üzerinden örtbas etmeye çalışabiliyor. İstismar faillerinin ilk sığındığı gerekçe ne yazık ki bu oluyor. Bunun yanında adalete erişim noktasında tabii ki ekonomik koşullar da ön plana çıkıyor. Adli yardım mekanizması çok sıkıntılı ve kısıtlı. Kadın özel bir avukat tutmak istediğinde buna ne gücü oluyor ne de açıkçası cesareti oluyor. Devlet, yurttaşlarını korumak ve istismarı önlemekle yükümlü ama ne yazık ki bu görevini tam olarak yerine getiremiyor.”  

“CEVDET EFE’NİN İNTİHARI ADALETE GÜVENSİZLİĞİN EN ÇARPICI ÖRNEĞİ!”

Türkiye’de 2021 yılı Temmuz ayında 4. Yargı Paketi ile cinsel istismar suçlarında ‘somut delil’ şartı getirildi. Bu değişiklik ile soruşturma ve kovuşturma aşamasında çocuğun beyanının esas alınması son buldu ve görülen davalarda ‘adalete erişim’ meselesi faillerin lehine çevrilmeye olanak sağladı. Türkiye, geçtiğimiz haftalarda 8 yaşından 13 yaşına kadar cinsel istismara uğrayan 16 yaşındaki Cevdet Efe’nin intiharıyla sarsıldı. Somut delil şartının getirilmesiyle Cevdet Efe’ye yıllarca cinsel istismarda bulunan failler beraat etti. Adalete güvenini kaybeden Cevdet Efe hayatına son verdi.  

Seyhan Karasu, konuyla ilgili, “Kamu eliyle aslında bir çocuk hakkı ihlali gerçekleşiyor. Cevdet Efe’nin intiharı, çocuk istismarı davalarında cezasızlığa alan açılınca çocuğun adalet duygusunun zedelendiğinin en çarpıcı örneğidir. Davalar çok uzun sürüyor. Tanıklar dinleniyor, çocuklar oradan oraya sürükleniyor. 16 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz. Yani nasıl başa çıkabilir bununla?” diyerek cezasızlık sürecinin canların yitip gitmesine neden olduğunu vurguladı. 

 TARİKATLARDA YAŞANAN İSTİSMARLARLA İLGİLİ ÇOK DAVAMIZ VAR 

Çocuk istismarı ve ekonomi ilişkisi üzerinden açıklamalarına devam ederek sözü tarikat ve cemaat kurslarında yaşanan istismar olaylarına getiren Karasu, ailelerin ekonomik durumlarının düşük olmasından kaynaklı olarak çocuklarını tarikat ve cemaatlerin kurslarına gönderdiklerini söyledi.  

“Tarikat kurslarına gönderilen çocukların yaşadıkları istismarın bir nedeni de yoksulluktan kaynaklanıyor. Bu konu ekonomiden bağımsız değerlendirilebilecek bir konu değildir.” diyerek açıklamalarına devam eden Seyhan Karasu, “Halk gittikçe yoksullaştırılıyor. Yoksullaştırılan halk çocuğunu tarikatlara teslim etmek zorunda kalıyor. Bu, aslında kendini yeniden üreten de bir olgu. Suçun ortaya çıktıktan sonraki süreci ailelerin aldığı tehditler arasında; para teklifleri, ‘sizi yok ederiz’ ve nicesi gerçekleşiyor. Bu şekilde ‘güçsüz’ olan aileyi vazgeçirmeye çalışıyorlar. Küçük yerleşim yerlerinde adalete erişmek çok daha zor. Toplum baskısı, istismar karşısında yargıya gidilmesini ‘ayıp’ sayıyor ama niyeyse bu suçun gerçekleşmesinde bir sorun görmüyor! Çocuğun istismara uğramış olmasından çok daha önemli olan şey bunun duyulması! Tarikatlar noktasında çok fazla sayıda davamız var” dedi. 

 “KADININ BİLİNÇLENDİRİLMESİ ŞART” 

Çocuk istismarı olaylarında işin yine kadında bittiğine dikkat çeken Karasu, “Kadını ne kadar güçlendirirseniz o güçle çocuğuna o kadar sahip çıkacaktır. Kadın hak arayışını nasıl yapacağını bilmiyor. Yaşanan olay karşısında ne yapacağını, nereye başvuracağını bilemiyor. Çocuklar da bilmiyor. Hayır demeyi bilmeyen çocuklar yetişiyor” vurgusu yaptı.  

ÖĞRETMENLER, AİLE HEKİMLERİ, MAHALLE MUHTARLARININ DA YÜKÜMLÜLÜKLERİ VAR! 

“Çocuğa cinsel, psikolojik şiddet, taciz ve benzeri konulardaki istismarların ortaya çıkartılması noktasında öğretmenlere büyük sorumluluklar düşüyor.” diyen Proje Koordinatörü Seyhan Karasu son olarak şunları ekledi: “Okullarda mahremiyet eğitimi neredeyse hiç verilmiyor. Bu eğitimin okullarda sürdürülebilir bir şekilde verilmesi gerekiyor. Milli Eğitim’de ÇEDES ile başlayan ve Maarif Model ile devam eden bir sistem içerisindeyiz. Bu noktada öğretmenlerin, çocuğun cinsel istismarı konusunda eğitilmeleri ve bilinçlendirilmeleri çok önemli ki öğretmenlerin bir durum, olay tespit ettiklerinde bildirim yükümlülükleri var. Ev dışında en büyük görev öğretmenlere düşüyor.” 

“Çocuk yaşta evlilikler konusuna da dikkat çeken Karasu, “Çocuğun okula devamlılığının sürekli olarak kontrol edilmesi gerekir. Okula devam etmiyorsa ‘burada bir şey var’ deyip araştırmaya başlanması lazım. Adalete erişim programlarının sürdürülebilir olması gereklidir. Çocuk istismarını bildirme yükümlülükleri olan kişilere, cezanın hatırlatılması önemlidir. Cezası olduğunu, yükümlülük altında olduğunu bilse belki harekete geçmesi daha kolay olacaktır. Öğretmenden, mahalle muhtarına, aile hekimine kadar herkes istismarı bildirmekle yükümlüdür. Bu alanda yürütülen hak savunuculuğu faaliyetlerinde, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve iptal edilen İstanbul Sözleşmesi’ni temel dayanak olarak benimsiyoruz. Ulusal, bölgesel, yerel, uluslararası dayanışma ağları kurarak güçlü bir kamuoyu oluşturmak, kampanyalar yürüterek çocuk istismarının son bulması için sonuna kadar direngenliğimizi, mücadelemizi devam ettireceğiz.” dedi. 

LİSTAG: ÇOCUKLARIMIZ VAROLUŞLARI NEDENİYLE YARGILANAMAZ! 

Toplumsal cinsiyet noktasında önyargı duvarına en çok çarpan bireyler arasında LGBTİ+ bireyler yer alıyor. Önyargıları aşıp, adalete erişenler de ‘yargı’daki önyargı duvarına maruz kalıyor. LİSTAG ile LGBTİ+ bireylerin adalete erişim konusunu görüştük.  Evren Özcan Öğretmen,  çocuklarımızın hak mücadeleleri konusunda ülkede adalete erişim ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile ilgili daha büyük sorunlarla uğraştıklarına dikkat çekti ve şunları söyledi: “Çocuklarımız tek başlarına ne toplum içerisinde ne de adalet sisteminde maalesef görünür olamıyor. Ebeveynleri aracılığıyla görünür olabiliyorlar. Bu noktada da ebeveyn açısından da sıkıntılar yaşanabiliyor. Çünkü ebeveyn de çocuğunun beyanına rağmen çoğu zaman görünür olmak istemiyor. Çünkü toplum ve kamusal baskıdan büyük oranda çekiniliyor.” 

“NE TOPLUMSAL ADALET NE DE KAMUSAL ADALET VAR!” 

LGBTİ+ çocuklarımızın, ciddi anlamda sosyal fobileri olduğunu, sokağa çıkmaktan, topluma karışmaktan korktuklarına işaret eden Özcan, “Her an ötekileştirme, zorbalık ve mobbing ile karşı karşıya kalabiliyorlar. Biz aileler bu durum karşısında, çocuklarımızın yaşadıkları hak ihlalleri karşısında ne yapabiliyoruz? Şikayetçi olmak gibi bir hakkımız var ama şikayetçi olduğumuzda muhatap bulamıyoruz. Çünkü çocuklarımız hem kamu otoritesi hem de toplum tarafından cinsel tercihleri yüzünden suçlu görülüyorlar. Kamu ahlakına aykırılık ile suçlanıyorlar. İnsan haklarıyla, onuruyla bağdaşmayan yargı ve kalıplarla karşı karşıya kalıyorlar. Adaletin gözleri bağlı ve herkese eşit olması gerekir değil mi? Ama konu bizim çocuklarımız olunca adalet sistemi içinde de inanılmaz önyargılarla ve kalıplarla karşılaşıyoruz. Yargı mücadelemizde en çok başvurulan konumuz isim değişikliği davalarıdır. İsim değişikliği meselesi, aile ve çocuk beyanlarına rağmen aylarca uzatılıyor. Kimlik çıkarma süreçlerinde özellikle trans çocuklarımızdan istenilen çok acımasız raporlar var. Örneğin bir trans kızımız, jinekolojik muayenede hiçbir kadının maruz kalmadığı ama bizim LGBTİ+ çocuklarımızın maruz bırakıldığı aşağılanmalar yaşıyor” dedi. 

“KAMU OTORİTESİNİN NEFRET SÖYLEMİ KARŞISINDA ADALETİ ARAMAK MÜMKÜN MÜ?”

LGBTİ+ gençlerin okullarda da yaşadıkları ciddi ötekileştirmeler olduğunu belirten Özcan şunları söyledi: “Bazı aileler çocuklarını okuldan almak zorunda kaldı. Bu noktada ne özel okul ne devlet okulu… Hiç fark etmiyor. Çocuklarımız biraz görünür olmaya başladığında imajlarından korkuyorlar. Okul müdürleri, ‘kendini ifadede görünür olmazsa sıkıntı yok’ gibi cümleler kurabiliyor. Eğitimde, toplumda kendini inkara zorlanıyor çocuklarımız. Bu yaşanan durumları şikayet etmek istesek muhatabımız kim? Milli Eğitim Bakanlığı mı?  İl-İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri mi? En başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sürekli olarak LGBTİ+ bireyleri  terörist ilan eden, nefret söylemi içinde olduğunu görüyoruz. Bu noktada biz adaleti nasıl arayabiliriz? Mümkünatı var mı? Maalesef yok.” 

“GENEL SEÇİMLERDEN SONRA İNTİHAR TEŞEBBÜSLERİ OLDU” 

Sosyal adalet, yaşam hakkı, eğitim, sağlık ve daha birçok alanda görünür olmak, adalet karşısında bir yurttaş olarak diğer bireylerle eşit muamele görmek Türkiye’deki LGBTİ+ gençlerin en çok zorlandıkları konular… Doktorların tedavi noktasında kamu otoritesi tarafından baskılanması, ilaçlara erişim, tedavilerin SGK kapsamından çıkarılması gibi pek çok engellemenin LGBTİ+ gençlerin karşılaştığı zorluklar olduğunu belirten Evren Özcan, “Hak arayışı noktasında çocuklarımızın varoluşu için mücadele etmek zorunda kalıyoruz” dedi.

“PAZAR ANNELERİ OLMAMIZA AZ KALDI!”

“Cumartesi Anneleri çok kıymetli ama bizim de Pazar Annesi olmamıza az kaldı” diyerek açıklamalarında devam eden Özcan, “Hayatlarının baharında hem büyük bir farkındalıkla hem de büyük bir dışlanmayla karşılaşıyorlar. Genel seçimlerden sonra 3 tane çocuğumuz intihara kalkıştı. Siyasi iktidarın nefret söylemleri nedeniyle yaşanan ağır umutsuzluk hâlindeydiler. ‘Bize ne yapacaklar? Bizi sizden alacaklar mı? Bize hasta muamelesi mi gösterecekler?’ gibi sorularla boğuşuyorlardı.  Son aile mitingleri çocuklarımızın korkularını inanılmaz derecede tetikledi. Bir linçle karşı karşıya olduklarını gördüler. İdam cümlelerinin kurulduğunu duydular.” diye konuştu.  

ONURLARIYLA YAŞAMALARI İÇİN ELİMİZDEN GELENİ YAPACAĞIZ!

“Çocuklarımız onurumuzdur. Onur duyuyoruz, varoluşları nedeniyle yargılanamazlar.  Onların onurlarıyla yaşaması için elimizden geleni yapacağız.” diyen Özcan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) sürecine giren davalar olup olmadığı sorumuza şöyle yanıt verdi: “Türkiye mahkemelerinde olumsuz sonuçlanan davalar fazlasıyla var. Reddedilen, aileleri zor durumda bırakan kararlar var. Ama bu konuda aileler açıkçası hukuk mücadelesini AHİM’e kadar taşımaya çekiniyorlar. Çünkü kamuda çalışan aileler var, işlerinden olmak istemiyorlar. Deşifre olmayı göze alamıyorlar. Teşhir olmamak veya yalnızlaştırılmamak için birçok ailemiz görünür olmaktan çekiniyor. Bir ebeveyn deşifre olmamak için kendi çocuğunun isim değiştirmesi konusunda 18 yaşını doldurmasını ve mücadelesini bire bir vermesini bekleyebiliyor.” 

 

Şiddetin Sorgusu: Toplumsal Bir Sorunun İncelenmesi

İş Yaşamının Cehennemi “Mobbing”: Sebepleri, Etkileri ve Çözümleri