Orman yangınları, madenler, santraller, plaj işgalleri ve hukuk dışı girişimler… Türkiye’de doğanın katliamı ve talanı hız kesmeden devam ediyor. Öte yandan bu yağmayı ve talanı durdurmak için yapılması gerekenler oldukça önem arz ediyor.
Sivil toplum kuruluşlarının, aktivistlerin, meslek örgütlerinin, siyasi partilerin ve yurttaşların doğa ve ekoloji mücadelesinde daha fazla sorumluluk alması gerekiyor. Aksi takdirde ülkemizdeki talan ve yağma süreci önemli ve büyük sorunları beraberinde getirmeye devam edecek.
Doğayı savunurken hukuki mücadele de önemli mücadele alanlarından birisi olarak ön plana çıkıyor. Doğa Derneği de hem hukuki mücadele hem de hak savunuculuğu anlamında çalışmalar yürüten bir dernek. Biz de Türkiye’de doğayı savunmayı ve bu savunma sürecinin özellikle hukuki boyutunu Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç ile konuştuk.
Hukuk ve Doğa Okulu ne zaman başladı ve nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Hukuk ve Doğa Okulu 2021 yılında, Türkiye’de artan doğa katliamlarına karşı hukuki mücadeleyi büyütmek amacıyla doğdu. Ücretsiz olarak gerçekleşen Hukuk ve Doğa Okulu’nda, doğa savunuculuğundaki deneyimleri paylaşmak, hukuku doğa savunusunda etkin bir araç olarak kullanmak, doğa ve iklim okur-yazarlığını geliştirmek ve saha bilgisini arttırmak için hukukçular bir araya geliyor.
Kamp süresince neler yapılıyor, ne tür çalışmalar yürütülüyor. Kamp sürecinden bahseder misiniz?
Hukuk ve Doğa Okulu programı üç gün sürüyor. Bu sürede alanında uzman hukukçular tarafından doğa hakkı, doğa savunuculuğunda hukukun etkin bir araç olarak kullanımı, ulusal ve uluslararası hukuki mekanizmalar, iklim adaleti, Türkiye’de doğa mücadelesi tarihine bakış, idari başvuru ve dava süreçleri, proje dosyası inceleme gibi konular sunuluyor. Ayrıca örnek davalar ve Doğa Derneği’nin savunuculuk deneyimleri anlatılıyor. Programın son günü Gediz Deltası ve Orhanlı Vadisi’nde saha gezileri düzenleniyor.
Türkiye’de hukuki bağlamda yürütülen doğa ve ekoloji mücadelesine dair neler söylemek istersiniz?
Bir sivil toplum kuruluşu olarak, Türkiye’deki doğa ve ekoloji mücadelesinin özellikle hukuki bağlamda geliştiğini ve arttığını gözlemliyoruz. Ancak pek çok bölgede hukuki bağlamda iş birlikleri, deneyim paylaşımları ve desteklemeler yeterli değil. Ayrıca akademi ile sivil toplum arasında nerdeyse hiç iletişim bulunmuyor. Doğa ve ekolojiyle ilgili mevzuatı geliştirmeye yönelik çalışmalar yürüten kişi ve kurum sayısı da oldukça sınırlı. Dolayısıyla bu konuda daha fazla kişi, kurum ve çalışmaya ihtiyaç duyuyoruz.
Doğa Derneği, Hukuk ve Doğa Okulu’na ek olarak nasıl çalışmalar yürütüyor?
Doğa Derneği, doğanın sorunları için yapıcı ve yerinde çözümler üretmeye odaklanmış bir sivil toplum kuruluşu. 2002 yılında kurulan derneğimiz, binlerce üyesi ve gönüllüsüyle doğanın haklarını savunuyor. Türkiye’nin “Önemli Doğa Alanları”nın belirlenmesi, biyolojik çeşitliliğin izlenmesi, nesli tehlike altında olan türlere yönelik koruma çalışmaları, Kadim Üretim Havzaları’nın tanıtılması ve tehlike altındaki alanların savunulması için yerel ortaklıklar yoluyla faaliyet gösteriyoruz.
Madenler, santraller ve nihayetinde doğanın işgali… Türkiye’de doğanın savunuculuğunu yapmak ne anlam ifade ediyor?
Türkiye’de doğa savunuculuğu yöntemleri sürekli değişiyor. Bundan 10-15 yıl önce daha aktivizm temelli çalışmalar yapılırken, bu yerini sosyal medya iletişimi ve hukuki mücadeleye bırakmış durumda. Doğa büyük bir saldırı ve işgal altında. Bu saldırıya karşı direnen insan ve bölge sayısı da gün geçtikçe artıyor. Savunuculuktaki en büyük değişim doğa ve onun bir parçası olan insanın hakları için ortak bir mücadele verilmesi gerektiğinin anlaşılması.
Son olarak, bu alandaki mücadele nasıl daha iyi bir şekilde yürütülebilir? Önerileriniz nelerdir?
Bu alandaki mücadelede hâlâ pek çok bölge ve kurum tek başına. Farklı uzmanlıklar ve deneyimlere sahip grupların büyük beklentilere girmeden bir araya gelmesi ve birbirine deneyim aktarması gerekiyor. Hukuk ve Doğa Okulu bunun başarılı bir örneği ancak tek başına yeterli değil. Sadece mücadeleye değil elimizdeki verileri, belgeleri, deneyimleri başka kişi ve topluluklara aktarmak için de zaman ayırmamız önemli. Bu süreçte en çok zorlanılan konu ise gençlere ulaşmak. Ne yazık ki, savunuculukta gençlere alan açmakta pek çok topluluğun zorlandığını gözlemliyoruz. Bu zorluğu aşmak için biraz daha esnek hareket etmekte ve kapsayıcı olmakta fayda var.